Zülfü Livaneli’nin merakla beklenen filmi “Veda” haftaya vizyona giriyor...
Zülfü Livaneli’nin merakla beklenen filmi “Veda” haftaya vizyona giriyor... Film, Atatürk ve yaveri Salih Bozok’un arkadaşlıklarından hareketle Kurtuluş Savaşı mücadelesini veren, Cumhuriyet’i kuran kuşağın hikâyesini anlatıyor. Ya da filmin sloganı ile söylersek; “Ölüme meydan okuyan bir kuşağın hikâyesi”ni!
Film vizyona girdikten sonra eminim tartışmalar yaşanacak. Kimi “Benim Atatürk’üm öyle değil, böyle” diyecek, kimi de “Şu olayda neden şu görüşe de yer vermemiş...” Muhakkak bir şeyler söylenecek.
Ancak eleştiri okları hazırlanmadan önce şunları bilmekte fayda var. Ekip gerçekten çok çalışmış. Oyuncular heyecan içinde. Hayatlarının en büyük projesinde oynadıklarını düşünüyorlar. Bıraksanız günlerce filmi, filmin içindeki karakterleri, verilen mücadeleyi, Cumhuriyet ruhunu konuşabilirler...
Filmin senaryosunu yazan ve yöneten Zülfü Livaneli’ye gelince... Kendisiyle romanlarından sonra defalarca röportaj yapmış ve her seferinde onda yeni bir ürün ortaya koymanın heyecanını görmüşümdür. Ancak ondan hiçbir zaman “Sanki bu romanı yazmak için dünyaya gelmişim” gibi iddialı bir söz duymamışımdır. Evet, romanından keyifle ve gururla bahsederdi ama her an, yeni yazacağı bir kitapla “başyapıtı” tanımını değiştirebileceğini hissettirirdi. Ancak bu kez Livaneli daha farklı konuşuyor, hatta açık açık “Sanki bu filmi yapmak için dünyaya gelmişim hissini yaşıyorum” diyor...
Filmle ilgili tartışmaların düzeyli olmasını umut ediyorum
* “Veda” için “Sadece Atatürk’ün hayat hikâyesi değil, ölüme meydan okuyan bir kuşağın hikâyesi” diyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?
Bu bir sinema filmi. Yani Atatürk’ün hayatını anlatan bir belgesel değil. Dramatik bir kurgu. Atatürk ve Salih Bozok üzerinden anlatılan bir dostluk hikâyesi bu. Ama bu insanların elbette geçmişlerini de inceliyoruz ve bunu yaptığımızda Mustafa Kemal Atatürk’ün ve Salih Bozok’un, yani o kuşağın hayatı sadece kendi hayatları ile sınırlı kalmıyor. Çünkü onların ömür dilimlerinde bir imparatorluk çöküyor. Doğdukları bölgeleri, ülkelerini kaybediyorlar ve daha sonra bir kurtuluş mücadelesi vererek yeni bir ülke kuruyorlar. O yüzden Balkan Harbi, I. Dünya Savaşı, Çanakkale Savaşı’nda, diğer tüm kıtalarda çarpışan ve hayatlarını hiçe sayan insanların hikâyesi. Bu nedenle “Ölüme meydan okuyan bir kuşak” dedik.
* Tarihi bir film “Veda” ve Atatürk’ün hikâyesini de içeriyor. Ancak ne zaman Atatürk’le ilgili bir film çekilse hemen tartışmalar başlar. Bu sizi tedirgin etti mi? Ne tür tedbirler aldınız?
Özel bir tedbir almadım, kafamdaki hikâyeyi anlattım. Aslında Atatürk ile ilgili bir film çekmekten çok amacım Salih Bozok ve Atatürk’ün dostluğunu anlatan bir film çekmekti. Daha doğrusu şöyle söyleyeyim: Atatürk ile ilgili bir film çekme projesi elbette herkesin kafasında vardır, benim de vardı. Çocukluğumdan beri gazetelerde okurum; “Atatürk filmi yapılacak ama yapılamadı” diye. Çünkü neresinden tutulacağı bir türlü bulunamazdı. Çok büyük bir hikâye, imparatorlukların çöküp yeni devletlerin kurulduğu bir dönemden bahsediyoruz. Neresinden anlatacaksınız... Her şeyi anlatıp didaktik olmasını da istemezdim. Salih Bozok’un sevgili dostunun ardından tabancayı göğsüne dayayıp tetiği çekmesi de beni derinden etkilemişti. İşte bu yüzden hikâyemin çıkış noktası bu oldu. Tartışmalar elbette olabilir ama Türkiye yargı dahil her şeyi tartışıyor. O bakımdan filmle ilgili de tartışmalar olabilir ama tüm umudum bunun iyi bir düzeyde geçmesi. Yani düzeyli bir tartışma olması!
Atatürk çok güçlü bir insan, bu filmde de onun insani yönleri var
* İnsan Atatürk’ü bilmiyoruz, bize anlatılmıyor denir. Bu filmde Atatürk’ün insani yönlerini görecek miyiz?
Bu filmde Atatürk’ün insani yönleri var, çünkü Atatürk bir insan! Hem de çok güçlü bir insan! Hem yaşadığı dönem, hem de ailesi itibariyle büyük acılar çekmiş bir insan! Bu yüzden filmde onun acıları da var ama iradesi de var. Yani “Atatürk’ün insan yönünü anlatacağız” diye illa bir kusur bulup, ona birtakım zaaflar yamamak zorunda değiliz. Şunu unutmayalım: Bahsettiğimiz kişi, tüm dünyanın hatta düşmanlarının bile saygısını kazanmış, saygıyla anılan biri. Böyle bir insanı anlatırken de olağanüstü özelliklerinin ortaya konması zorunluludur. Yoksa dürüst olmazsınız. Nitekim Atatürk’ün ordusunu yendiği Venizelos (Yunanistan eski Başbakanı) bile 1934’te onu Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermiştir. Nazım Hikmet, en övücü şiirini onun için yazmıştır.
* “Veda” Balkan Göçü’nü de içeriyor. Göçe ilişkin pek çok film izlemiş, kitaplar okumuş olsak da Balkan Göçü pek bilinmez. Filmde yer verilmesi nasıl bir etki yaratacak?
Balkan göçü çok önemliydi benim için. Filme mutlaka koymak istedim, hatta daha geniş koymak istedim. Ne yazık ki bu bir sinema filmi. Aslında filmin ilk montajı 150 dakikaydı, sonra 120 dakikaya indirdim. O zaman Balkan Göçü’ne ilişkin çok etkileyici bazı sahneler filmin dışında kaldı. Ancak bunları daha sonra DVD’de yayımlayabiliriz. Bence bu göç çok önemli ama dediğiniz gibi bunu romanlarda, filmlerde görmediğimiz için pek çok kişi farkında değil. Oysa Osmanlı’daki tramvayı yaratan “Yok oluyoruz, bölünüyoruz” travmasını yaratan ve kuşakları bugüne kadar etkileyen Balkan Göçü’dür. Ya da o dönemdeki deyimiyle “Balkan Faciası”dır. Bu okullarda anlatılıp bütün sınıfların gözyaşı döktüğü bir faciadır. Milyonlarca kişi yollara düşüp yakın dostum romancı Louis de Bernier’in (Fransız yazar) dediği gibi “Hesap sorulmamış bir soykırımdır.”
Atatürk’le, Zübeyde Hanım’ın ilişkisi film
boyunca ilginç bir şekilde devam ediyor
* “Veda” için Osmanlı’nın dağılma sürecinde yaşanan acıların da filmi diyebilir miyiz?
Evet. Acılar, evini barkını kaybetmeler... Ama filmi yazan ve yapan kişi olarak şunu söylemek isterim: Ben buna şoven bir açıdan bakamam. Bu benim için insan hikâyesidir. Türkler o dönemde çok acı çekti ama Osmanlı halklarının hepsi acı çekti. Emperyalizm Osmanlı’yı bölmeye karar vermişti ve halkları birbirine düşürdü. Türkler de, Rumlar da, Ermeniler de, Araplar da acı çekti. Biz bu acıları yaratanları, bizi birbirimize düşürenleri unuttuk, bunu hâlâ sorgulamıyor ve yaratılmış düşmanlıkları kovalıyoruz.
* Balkan Göçü’nde Atatürk annesini kaybeder ve tesadüfen bulur. Filmde bu da var?
Atatürk’le, Zübeyde Hanım’ın ilişkisi film boyunca devam ediyor. İzleyiciyi şaşırtacak ve sarsacak. Montaj yapılırken çalışanları ağlatan sahnelerdi bunlar. İngiltere’deki ses stüdyosunda ya da Berlin’de müzik yaparken müzisyenler bile kollarını gösterip “Tüylerimiz diken diken oldu” dedi. Bunlar çok sarsıcı sahneler olacak.
Türkiye’yle ilgili bir şey bilmeyen insanlar bile izlerken ağlayacak
* Zülfü Bey filmi izleyenler çok ağlayacak mı?
Vallahi filmi çekerken ben de ağladım, oyuncularımız da... Kim ağlar, kim ağlamaz bilemem ama ağlatma amaçlı bir film yapmadık. Ama filmi çekerken gördük ki yoğun duygular yaşanıyor. Bu filmi Japonya’da hatta Guatemala’da gösterdiğiniz zaman Türkiye ile ilgili hiçbir şey bilmeyen insanlar bile bence ağlayacak. Bunu da bana yabancılar söyledi. “Türkiye’yle ilgili bir şey bilmeye gerek yok, film herkesi etkiliyor” diye.
* Film Atatürk’le ilgili tartışmaları nasıl etkiler? Mesela Atatürk’ün tabulaştırıldığına ilişkin yorumları.
Onun tabulaştırılmasını yanlış buluyorum. Özellikle 12 Eylül’ün yaptığı Atatürk 100 yaşında kampanyaları, gençliğe Atatürk’ü yanlış anlatmaları korkunç sonuçlara yol açtı. Okul yıllarımızdan hatırlarız; tunçtan bir büst, çatık kaşlı bir adam ve tam bir devlet görünümü! Ki o devlet darbe yapar, aydınları içeri alır, benim gibi insanların evini barkını yıkar, hapseder... Bunların gerekçesi olarak da bir Atatürk maskesi asar. Ama Atatürk’ün hayatını okuyup inceledikçe gördüm ki Atatürk’e en büyük haksızlığı bunlar yapıyor. O böyle biri değil; merhametli, uygar, romantik biri. Bir Fransız dostum diyor ki; “Atatürk Avrupa’nın son romantik lideriydi.” Gerçekten de o “subay ve centilmen” diye bildiğimiz biri. Hatta romantik ruhlu bir şövalye! Fransızca bilen, şiir yazan, şairlerin cenaze törenine katılan, musikiden anlayan, dil ve edebiyata meraklı bir aydın. Sık sık aşık olan ve sık sık ağlayan biri de. Dönemin liderleri arasından da bu yüzden sivrilir. Obama Türkiye’ye geldiği zaman “Onun idealleri, onun fikirleri hâlâ önümüzde” dedi. Obama Hitler’i, Stalin’i övebilir mi? Ama bugünün bile ilerisinde bir lidere sahip olduğumuzun bazı kesimler ne yazık ki hâlâ farkında değil.
İyidir, kötüdür bilmem ama bu Atatürk’ün ilk sinema filmi
* Söz konusu Atatürk ise herkesi tatmin eden bir ürün ortaya koymak çok zor olur. Bu film insanları ne kadar tatmin eder?
Türkiye’de 72 milyon insan yaşıyorsa 72 milyon da Atatürk vardır. “Veda” benim yorumum, hikâyem. Burada tek ricam var; peş peşe Atatürk filmleri yapılıyor gibi bir hava oluştu. Hayır Türkiye’de peş peşe Atatürk filmleri yapılmıyor. Daha önce Atatürk belgeselleri yapıldı. Son olarak da Can Dündar belgesel yaptı.
Dünyanın hiçbir yerinde sinema filmi ile belgesel karıştırılmaz. Deniyor ki: “Can Dündar’ın filmi.” Doğrusu “Can Dündar belgeseli” olmalı. Cumhuriyet dizisi gibi televizyon dizileri de yapıldı ama ilk defa sinema filmi çekildi. İyidir, kötüdür, bilmem ama bu ilk Atatürk sinema filmi. Bu yüzden filmin ideolojik tartışmalar yerine sinema eseri olarak ele alınmasından yanayım.
* “Veda” sizce dünyada nasıl etki yaratacak?
Bizi yüreklendiren bazı gelişmeler var. Filmin ses çalışmaları Londra’da oldu ve dünyadaki büyük filmlerin seslerini yapan Graham Daniel tarafından yapıldı. Kendisi Harry Potter’ı da yaptı. O da filme büyük bir hayranlıkla yaklaştı. Hatta “Bu sinemada en üst seviyesidir, üstü yok” dediler. Bunu utanmadan söylüyorum çünkü şahitlerim var. Ayrıca film bir ekip işidir, biz de çok değerli bir ekiple çalıştık. Yani bu övgüyü sadece kendime değil tüm ekibe ait gördüğüm için rahatlıkla söylüyorum.
Veda hayatımı değiştiren mutluluk duyduğum bir iş
* Film Zülfü Livaneli’nin Atatürk’e bakışını nasıl etkiledi? Değiştirdi mi, güçlendirdi mi, şaşırttı mı?
Atatürk’le ilgili zaten çok eser okumuştum. Bu film için de 3 yıldır çok yoğun bir Atatürk okuma dönemi yaptım. Yunan, İngiliz kaynakları gibi birçok değişik kaynaklardan okudum. Karşıt kitapları da okudum ve yanılmadığımı gördüm. Gerçekten de dünya tarihinin en ilginç, karizmatik, büyük liderlerinden biriyle karşı karşıyayız. Öğrendiğim her şey ona olan hayranlığımı biraz daha artırdı.
* Tanınmış bir yönetmen, yazar ve müzisyensiniz. Bu film sizin hayatınızın neresinde duracak?
Bu film benim için çok önemli. Senaryosunu yazarken ve filmi çekerken sanki bu filmi yapmak için dünyaya geldim gibi bir hisse kapıldım. Ve bunu koruyorum. Hayatımı değiştiren ve yapmış olmaktan büyük mutluluk duyduğum bir iş bu. Çok yorulduk ama iyi ki yaptık!
Mustafa Kemal, Salih Bozok, Latife Hanım... Hepsi birer azizdir
* Filmde Atatürk’ün Fikriye ve Latife Hanım’la olan ilişkisi de var. Bu ilişkileri yorumlarken hangi bakış açısını ele aldınız? Mesela Fikriye Hanım’ın intihar etmediği, öldürüldüğü bile iddia edilir.
Fikriye Hanım ve Latife Hanım meselesi en çok tartışılan konu olacak tahmin ederim. Şunu söyleyeyim; Latife Hanım’ı birçok yerde gösterildiği gibi kötü göstermedik. Tam tersine o güzel bir kadın, piyano çalan, 5 dil bilen, Atatürk’ün gerçekten gönlünü çalan bir kadın. Atatürk’ün de onun da haklı sebepleri olduğunu koymaya çalıştık. Eğer sadece Latife Hanım ve Mustafa Kemal ilişkisi üzerine bir film yapsaydık bunu daha ilginç işleyebilirdik. Fikriye Hanım’sa çok talihsiz bir olay. Herkesin yüreğini burkan bir hikâye. Yıllardır duyarız “öldü mü, öldürüldü mü” tartışmasını... Ama öldürüldü diyenler de ortaya bir delil koyamıyor, her şey söylentiden ibaret. Atatürk’ten habersiz kimse o köşkün ilk hanımefendisini öldüremez. Atatürk’ün haberinin olmayışı da bence kesindir. Çünkü o savaşta düşmana bile merhamet gösteren, bir hayvan kesilirken bakamayan, “Durun durun kesmeyin, dayanamam” diyen biri. Aksi söz konusuysa neden Refik Saydam’ı onu kurtarması için memur etsin? Bu tip güçlü ilişkilerde kabul etmek gerekir ki, herkes acı çeker. Bu olayda Mustafa Kemal de acı çekmiştir, Latife Hanım da, Fikriye Hanım da... Sonra unutmayalım ki, bu insanların hepsi azizdir ve bu yüzden biz de hatıralarına saygı göstermeye çalıştık. Mustafa Kemal Paşa, Salih Bozok, Latife Hanım, Fikriye Hanım, Zübeyde Hanım, Ali Rıza Bey... Bizim aziz büyüklerimizdir.
Veda’da oynamak anlatılamaz bir duygu, adeta bir rüya...
Özge Özpirinçci (Fikriye Hanım): Fikriye Hanım Atatürk’e âşık, hem de koşulsuzca...
* İlk sinema filmim. Ve daha ilk filmimde böyle bir rolü canlandırmak, böyle bir kadro ile çalışmak benim için inanılmaz bir duygu. Bunu anlatacak sıfat bile bulamıyorum. Yönetmen olsam, kendime Fikriye rolünü vermekte düşünürdüm. O yüzden Zülfü Bey’e çok şey borçluyum. Çünkü Fikriye Hanım, keskin hatları olan biri değil, aksine tarihte saklı kalmış biri. O yüzden onun kişiliği yazarın ve oyuncunun yorumuna kalıyor. Mesela Cumhuriyet filmindeki Fikriye Hanım’la benim canlandırdığım Fikriye çok farklı.
* Fikriye Hanım, âşık bir kadın. Ama koşulsuz bir aşk bu. Tıpkı Salih Bozok’un arkadaşlığı gibi o da Atatürk’ü koşulsuz seviyor. O, bu koşulsuz sevgisini aşkla hissediyor. Atatürk ne derse yapmaya hazır. Ona olan duyguları için sınırları yok. Atatürk’ü o kadar koşulsuz seven bir başka kadın var mıdır? Sanmıyorum.
Ama Atatürk için de Fikriye’nin özel bir yeri var. Çünkü geçmişinden, Selanik’ten gelen biri o. Bu yüzden Fikriye Hanım’ın ölümü Atatürk’ün hayatını da çok derinden etkiliyor.
Sinan Tuzcu (Atatürk): Zeybek için 30 gün çalıştım, dizlerim su topladı
* Teklif geldiğinde zorlandım. Filmin çok iyi bir senaryosu, Zülfü Abi gibi bir yönetmeni vardı, işin içinde bir çapak olması mümkün değildi. Ama zorlandım, çünkü söz konusu Atatürk’tü. Bu yüzden ilk sözüm “Yapabilir miyim?” oldu. “Hayır” demem de çok zordu. Deseydim ki, hep aklımda kalırdı.
* Birileri çıkıp “Atatürk’e benzememiş” diyebilir, elbette. Oyuncunun derisi kalın olmalı. İnce olursa hiçbir rolü oynayamaz. Bazı şeyleri içeri almamanız gerek. Picasso’nun elini hiç kaldırmadan çizdiği kuş resmi vardır. Kendisinden hoşlanmayan bir eleştirmen ona “Ben bunu kuşa benzetemedim” der. Picasso da bunun üzerine “O kuş değil, resim” der. Yani bu Atatürk değil, bir film ve ben de oyuncuyum!
* Bir gazetede fragmandan hareketle “Böyle zeybek mi olur?” diye yazıldı. Efendim zeybek budur! Zeybek düğünlerde oynanan bir dans, çiftetelli değildir. Asker dansıdır. Biz büyük bir iş yaptık ve inanın her detayını düşündük ve çok iyi çalıştık. Mesela zeybek oynayabilmek için tam 30 gün çalıştım. O sahneyi çekip ayağa kalktığımda artık yürüyemiyordum. Dizlerim yere vurmaktan şişmişti. Dans ederken zemini kırdım. Yani oraya çıktım, üç hareket yaptım sanılmasın...
* Beni en çok iki sahne etkiledi. Biri Fikriye’nin intiharı. Böyle bir sahne görmedim. Orada Özge’nin yüzü dehşetti. Diğeri de Atatürk’ün Balkan Göçü’nden sonra annesini cami avlusunda yüzüğünden tanıyarak bulduğu sahneydi.
* Atatürk rolüne kendimi biraz kaptırmış olabilirim. Zaten Suat ile aynı karavanda kalıyorduk. Arada “Salih bir çay getir” demiş olabilirim. Ama bu sadece benim için değil, herkes için geçerliydi.
Mesela Özge de gelip önümdeki tepsiyi alıp gitti. Sanki Fikriye gibi... Sonra fark ettik ne yaptığını ve gülüştük. Bu aslında konsantrasyonla ilgili. Mesela öne eğilerek konuşan biriyim. Ama kostümleri giyince birden dik durup ileri bakar oldum.
* Atatürk’ü canlandırdığımı öğrenince ailem çok mutlu oldu. Özellikle anneannem. Çünkü o bir Cumhuriyet kadını, duyunca gözyaşlarını tutamadı.
Fikret Kağan Okay (Çocuk Atatürk, Mustafa): Ailem okul olduğu için oynamamı istemiyordu
* Zülfü Livaneli, Kağan için “Çok güzel bir çocuk. Hatta dünya sinemasındaki en güzel çocuk” diyor ve ekliyor: “Üstelik çok duyarlı ve karakterli. Mesela sette yaşadığımız bazı olaylarda gördük, inatçı biri. Bir süre sonra bu yüzden onu çocuk Atatürk gibi görmeye başladık.” Zülfü Bey, Kağan’ın rolüne de çok hakim olduğunu söylüyor.
Mesela babasının cenaze töreninde gökyüzüne bakarak durmasını istiyor. Kağan Atatürk’ün benzer bir duruşunu internetten buluyor, çıkışını alıyor ve ertesi gün “motor” dendiğinde o pozu veriyor.
İşte o zaman sadece yönetmeninin, rol arkadaşlarının değil setteki yabancı meslektaşlarının da övgülerini topluyor. Peki Kağan film boyunca neler yaşamış? Şöyle anlatıyor oyunu ile herkesi avcunun içine alacak genç yetenek:
* Zülfü Livaneli beni bağlı olduğum ajanstan buldu. Aslında annem ve babam okul başladığı için beni hiçbir rolde oynatmak istemiyordu. Atatürk olduğunu duyunca kabul ettiler. Okula söylediğimizde onlar da çok mutlu oldu ve özel izinle filmde rol aldım.
Ben en çok Karagöz sahnesi etkilendim. Karagöz oynatan adamı tutukluyorlardı. Bu sahne ile ben aynı zamanda ilk kez Karagöz oyunu da gördüm, daha önce seyretmemiştim. Bu rolü oynadığım için tabii ki çok mutluyum.
Serhat Mustafa Kılıç (Salih Bozok): Bu filmle Atatürk’e bakışım daha da kuvvetlendi
* Salih Bozok’u canlandırmak büyük onur. Hele bu benim ikinci sinema filmimken. O yüzden sanki rüyadayım.
* Bozok’u çok sevdim. Fotoğraflara baktığımda şu dikkatimi çekti: Hep bir adım geride. Hatta ondan daha önemsiz insanların bile bir adım gerisindeydi. Yüzünde de bir tebessüm var. Çünkü inandığı bir dava var onun ve bunu çözebilecek kişinin de Atatürk olduğunun farkında. O yüzden hep sağ kolu olmayı tercih etmiş. Bir insanın egolarından bu kadar sıyrılması bence çok zor. Zaten filmin bir yerinde ona sorarlar; “Hiç mi kıskanmadınız Atatürk’ü?” diye. O da “Belki ilk zamanlar niye o kadar önemli değilim demişimdir, ama sonrasında mesafe o kadar açıldı ki. Hiç Ağrı Dağı’nı ya da gökten geçen bulutu kıskanabilir mi insan” der.
* Atatürk’e bakışım daha kuvvetlendi diyebilirim. Yeni gelen kuşak sadece ezber anlatımlardan tanıyor onları. Vatansız kalmak, bayraksız kalmak, kişiliksiz kalmak sizin için ne ifade ediyorsa Atatürk’ün hikâyesi de bu ölçüde size, abartılı gelecek ya da gelmeyecektir.
* Telefonum çaldı ve karşımdaki ses; “Zülfü Livaneli sizinle görüşmek istiyor, müsait misiniz” diye sordu, yanıtım şuydu; “Ne zaman, nerede olmamı isterler, hemen orada olabilirim.”
* Salih Bozok’u canlandırdığımı öğrenince arkadaşlarım çok kıskandı. Annem ağladı. Dayım subaydı. Ne yazık ki filmin çekimlerine başladığımızda vefat etti. O yüzden rolümü ona ithaf ettim.