Yasemin Allen, annesi Suna Yıldızoğlu’nun gölgesinden sıyrıldı ve kendi kanatlarıyla uçmaya başladı. Şu sıralar “Merhamet” dizisinin Irmak’ı olarak ekranda boy gösteren Allen’la buluştuk; hem rolünü hem de Avustralya, İngiltere ve Türkiye arasında geçen hayatını konuştuk.
Röportaj öncesi sohbet ederken annenizin kıyafetlerinden açıldı konu... Merak ettim, çocukken özenir miydiniz o sahne kıyafetlerine, giyer miydiniz siz de? - Güzel kıyafetleri vardı gerçekten de dikkatimi çeken. Bir de annemin sahneye çıktıktan sonra farklı bir kokusu olurdu, o kokuyu alırdım elbiselerinde...
Ne kokusu? - Kulis kokusu vardı. Hafif bir terlemişlik, parfüm ve duman kokusuyla eve gelirdi, en çok o koku kalmış aklımda. Bir de uzun kırmızı tırnakları... Kafamda öyle bir imajı var. Kıyafetlerini dener, sonra dans ederdim nun için...
Annenizin tarzından etkilendiniz mi? - Belki bir tık olabilir. Annem, tek tip giyinmezdi, ben de onun gibiyim. Gününe göre değişirdi tarzı; bazen klasik, bazen spor olurdu, bazen de kendi tasarımlarını giyerdi. Kısıtlı olmama açısından onu örnek almış olabilirim biraz... Şimdi de bohem ve rahat giyiniyor, bence bu Avustralya’daki yaşamımızdan kalma bir özellik.
Siz de tasarım yapıyor musunuz? - Evet, bir şeyler yapıyorum. Küçüklüğümden beri çiziyorum...
Anneniz sizin için “Huzursuz bir çocuktu” demiş... Nasıl bir huzursuzluk haliydi bu? - Sanat yapan insanlarda var olan bir şey bu... İçindeki derdi dünyaya aktarma isteği... Hep resim çizerdim, hâlâ da devam ediyorum. Bilincimin yüzde 100 farkında olmadığı şeyleri elimin akışına bırakıp kolayca aktarabiliyordum. Bu benim için bir tür meditasyon gibiydi.
Devam ediyor mu o huzursuzluk halleri? - Kendimde hep melankolik bir hava sezerdim ben de... Son dönemlerde popüler olan, “pozitif düşünce akımı” diye nitelenen, “nasıl enerji gönderirsen karşılığını alırsın” gibi söylemlere çok inanmıyorum. Karmaya da çok inanmam aslında... Kötü ya da iyi herkesin hak ettiğini yaşadığını düşünmüyorum. Şans ve kendi hayatını ele geçirmekle alakalı her şey bence. İnsan içinden gelen her duyguyu kabul etmeli.
Oyuncu olmasanız ressam olabilir miydiniz? - Benim içimden gelen ana şeylerden biri... Resim, oyunculuk; bunlar hoşuma giden dallar. Ama küçüklüğümde ünlü bir oyuncu olmak, televizyona çıkmak gibi hırslarım yoktu, böyle hırslarım hiç olmadı.
Annenizin ünlü biri olmasının olumlu-olumsuz ne tür etkileri oldu hayatınızda? - Benim için ünlü olmak, tanınmak hiçbir zaman hırs konusu değildi bir kere... Bu da annem sayesindedir. Çünkü ne kadar ilgi görse de, ne kadar göz önünde bulunsa da asla özünü bozmadı. O anlamda bana çok iyi örnek oldu. Ne olursa olsun hep mütevazı kaldı, beni bu açıdan olumlu etkiledi.
“Çok renkli bir gençlik yaşadım ama bedelleri oldu” demişsiniz. Nasıl bedeller bunlar? - Sürekli ülke değiştirmeye bağlı kültür çalışmaları... Kendini hiçbir yere yüzde 100 ait hissetmemek... İnsanın içinde her zaman böyle bir istek oluyor oysa...
Aidiyet isteği mi? - Evet. Burası benim evim, burası benim grubum, bunlar benim insanlarım diyebilmek gibi. Bu bende aileye kısıtlı kaldı. O özgürlük bir açıdan güzel belki ama Türkiye’den Avustralya’ya, oradan İngiltere’ye derken arada kalıyor, insanlardan kopuyorsun. Biraz arada kalmışlık oluyor.
Peki, kendinizi hangi tarafa daha yakın hissediyorsunuz? - Bunu kategorilere bölerek anlatabilirim. Sanırım espri anlayışımı Türkiye’deki mizah dergilerini okuyarak geliştirdim, ama İngiliz komedisini de çok severim. İngilizler hakkında soğuk derler ya bu soğukluk değil aslında, sadece daha fazla filtreliyorlar kendilerini. Onlar kendilerini tutarlar, Türk insanı biraz daha tepkiseldir. Ben de biraz öyleyim.
Avustralya’dan hangi özelliğinizi aldınız? - Umursamazlık diyebilirim. Orada çok az tabu var. Gençler olabildiğince gençlik enerjisini atabilmeye yönelik yaşıyorlar. Kimse kimseyi yargılamıyor. Ben de insanları yargılamaktan ziyade anlamayı tercih edenlerdenim.
Aksanınız yok hiç, çok ilginç... - İlkokulu Türk Devlet Okulu’nda okudum. Sonra Avustralya’ya gittim, 2008’de geri döndüğümde epey bir aksanım vardı ama düzeldi. Sanırım kelimelerin telaffuzunda değil de vurgulamalarda hâlâ biraz oluyor. O kadar da olacak, Avustralya’da hiç Türkçe konuşmadım çünkü.
IRMAK SAYESİNDE SINIRLARIMI GÖRECEĞİM Oyunculuk yapmaya nasıl karar verdiniz? - Okulda drama eğitimi aldım ve o sınıfta ne kadar eğlendiğimi gördüm.
O zamanlar bir gün Türkiye’ye döner, oyuncu olurum diye geçmiş miydi aklınızdan? - Asla. Avustralya’da yaşıyordum, sadece tatil için gelmiştim buraya. 16 yaşında bir kardeşim var, onu ve annemi görmek istemiştim. Ama onları görünce Avustralya’nın bana yetmediğini, artık oradan alacağımı aldığımı anladım.
Kardeşiniz de mi oyunculukla ilgileniyor? - Hayır... Kaan, müzikle uğraşıyor. Piyano ve gitar çalıyor, çok da yetenekli kanaetimce. Ayrıca çok da yakışıklı.
Gelelim “Merhamet”e... Bu diziye “evet” dedirten ne oldu? - Birkaç proje vardı ama karakter olarak beni en çok cezbeden Irmak’tı... Irmak sivri, iğneleyici, ciddi kompleksli bir kız... Kariyerim açısından iyi bir seçim olacağını düşündüm bu rolün, sınırlarımı görmek istedim.
Irmak’ın o sivriliği nereden geliyor sizce? - Şımarık bir kız... Annesi ve babası ölmüş. Ama ölene kadar Irmak’a her istediğini vermişler. Annesi ve babasının ölmesi bence hayatı onun için daha gerçek kılmış. Ama bu durum da onu histerik yapmış. Ölümlerini kabul etmek zor geliyor, çünkü yüzleşmek demek onların gittiğini kabul etmek demek Irmak için.
Siz sorunlarınızla hep yüzleşir misiniz? - Evet, farkına vardığım anda yüzleşmezsem kendimi eksik hissederim.
Bugüne kadar yüzleştiğiniz en kötü huyunuz nedir? - Büyük ihtimalle sinirim... Sinirim ve tansiyonumun çabuk fırlaması daha doğrusu...
Yüzleştikten sonra vazgeçtiniz mi peki bu kötü huyunuzdan? - Evet, artık eskiye nazaran çok daha kontrollüyüm. Son olarak, “merhamet” denince ilk aklınıza gelenler neler? - Anlayış... Merhamet, anlamak ve anlayış göstermekten geçiyor bence.
Dizide canlandırdığınız Irmak, çok hırslı bir kız. Sizce istediklerine ulaşmak için nelerden vazgeçebilir? - Nelerden geçer değil de nelerden geçmez, onu söyleyeyim. Irmak, biraz lükse düşkün. Paradan vazgeçmez, salaş bir hayat yaşayamaz bence...
Sizin vazgeçilmezleriniz neler? - Kısıtlanmaya gelemem, özgürlüğüme biraz düşkünüm. Kendimden vazgeçmek istemem. Dünyanın ve yaptığım işin beni yontmasına izin vermek istemiyorum. İyi niyetimden vazgeçemem.