Ekranların fenomen dizisi “Yaprak Dökümü” beşinci yılın sonunda izleyiciye veda ediyor.
Artık final için gün saymaya başlanılan sette, tüm ekip buruk... Oyuncular senaryoları okuyup ağlıyor, aile haline geldikleri set ekibinden nasıl ayrılacaklarını düşünüp dertleniyor. İşte Deniz Çakır ve Halil Ergün'ün ağzından, sona doğru yaşananlar...
DENİZ ÇAKIR: FİNAL SAHNESİNİ OKUYUNCA HÜNGÜR HÜNGÜR AĞLADIM
Beş yıllık bir macera sona eriyor. Nasıl hissediyorsunuz kendinizi?
- Özellikle son 1,5 haftadır tahminimden de fazla hüzünlendim. Finali okuyunca zaten hüngür hüngür ağladım. Bir taraftan, işin bitiyor olması da bizi çok üzüyor. Karşılıklı ağlıyoruz. Çok sevmişiz birbirimizi meğer, aile gibi olmuşuz. Biraz daha devam etseymiş keşke.
“Yaprak Dökümü”nden kendi adınıza neler öğrendiniz?
- Bu dizi kariyerimiz anlamında da hayata bakışımız anlamında da bize çok şey kattı. 20'li yaşların başındaydık, şimdi sonundayız. Çoğumuz burada büyüdük. Aramızda evlenen, çocuk sahibi olanlar bile var. Çoğaldık. Çok verimli bir setti burası. Almaya, öğrenmeye en hevesli çağımda bu işin bana gelmesi büyük şanstı. Halil abinin öğretmeye çalışmadan çok şey öğretmesi, Güven ablanın o es'li oyunları, es'lerdeki ifadeleri... Her şey müthişti.
HALİL ABİYLE KUMAŞIM TUTTU
Set dışında da Halil Ergün'le sık sık buluşuyor, görüşüyorsunuz. Bu dostluk nasıl oluştu?
- Bizim kumaşlarımız tuttu. Müzik zevkimiz aynı, ikimiz de şiir severiz. Ayrıca hayata karşı çok açık fikirli olması, önyargısız yaklaşması bana çok şey öğretti. Ben daha kapalı bir insandım. Ankara'lılığın getirdiği bir şeydir belki de. Daha kapalı, daha tutucu, kuralları ve “hayır”ları olan bir insandım. Şimdi isa her şeye bir şans veriyorum. Uygun değilse, ondan sonra duvar koyuyorum. Halil abi benim hayat vizyonumu genişletti. Dokunduğumda hissettiğim bir adam. Biz birbirimize dokunduğumuzda heyecanlanıyoruz. Onunla vakit geçirmek de heyecan verici. Bende her zaman yeri farklıdır. Bizim zamansız ve yaşsız bir arkadaşlığımız var. Benim ailem İstanbul'da yaşamıyor, o hem baba hem de arkadaş gibi sığındığım bir liman. Halil ağabeynin omzu benim için arınma yeri.
“Ankaralı olmanın getirdiği bir tutuculuk vardı” dediniz. Ankara'da yaşamaktan mı kaynaklanıyordu o tutuculuk?
- Orada konservatuvar okumakla İstanbul'da okumak arasında çok fark var. Ankara, memur şehri. Orada çok fazla yapacak şey olmadığı için daha konsantre ve kapalı bir yaşam sürüyorsun. Pat diye buraya geldiğinde de duruşun ilk başta insanlara soğuk ve mesafeli geliyor.
HEMEN YENİ BİR DİZİYE BAŞLAYAMAM
“Yaprak Dökümü”nin final tarihi belli. Yeni dizi teklifleri gelmeye başladı mı?
- Evet ama hem kendime hem de seyirciye olan saygımdan ötürü biraz ara vermek istiyorum. Bu işi memuriyet gibi görmüyorum ben... O bitti şimdi de buna başlayalım demek olmaz. Bir rolden diğer role geçmek zaman ister. Bir de İspanyolca kursuna yazılmak istiyorum.
Ama sinema filmi olunca akan sular duruyor tabii. Son dönemde Emre Şahin'in yönettiği “40” ve Özcan Deniz'in yönettiği “Ya Sonra” adlı filmlerde rol aldınız. İkisi de yakında vizyona girecek. Onlardan biraz söz eder misiniz?
- Kesinlikle çok güzel işler oldu. “40” filminin amacı Avrupa sinemasında yer almak. “Ya Sonra”da ise ideallerinden aşkı uğruna vazgeçmiş naif ve pozitif bir mimarı oynuyorum. Ferhunde'yle hiç alakası yok. Duruşu, hayata bakışı, hiçbir yönü benzemiyor ona... Beş yıldır Ferhunde'ye alışan televizyon izleyicisi, filmdeki halimi görünce çok şaşıracak.
Bir de ocak ayında başlayacak tiyatro oyununuz var.
- Evet, “Cam” adında bir kara komedi için hazırlanıyoruz. Kadın-erkek ilişkilerini ve modern yaşamı konu alan bir oyun. Mete Horozoğlu, Dolunay Soysert, Sanem Uçer ve Bülent Alkış'la birlikte çıkacağım sahneye.
Orada nasıl bir karakteri canlandıracaksınız?
- Dinamik, rahat, hayatla derdi olmayan bir kızı oynuyorum oyunda...
YALNIZIM AMA AŞK HAYATIM İYİ GİDİYOR
Aşk hayatınız ne durumda?
- Gayet iyi... İnsanın hayatında her zaman aşk olmalı... Ben hayata aşığım mesela ve “Aşk hayatın nasıl gidiyor?” sorusuna “Kötü gidiyor” diye cevap vermek de aşka küsmek demek. O yüzden iyi gidiyor. Ama şu anda hayatımda biri yok.
HALİL ERGÜN: ESKİ BÖLÜMLERE BAKINCA KAFAMI DUVARLARA VURUYORUM
Beş yıldır aynı ekiple aynı settesiniz. Dizinin bitiyor olması size neler hissettiriyor?
- Açıkçası, “Allah'ın gücüne gitmesin ama artık bitsin” dediğimiz zamanlar oldu. Çünkü beş yıl aynı karakteri oynamak, özgürlüğünüzün kısıtlanması anlamına da geliyor. Ama bu histen hemen vazgeçiyorduk. Çünkü yaptığınız işin beğenilmesi, aynı çizgide devam etmesi çok önemli. Bizi dengeleyen şey de bu oldu. Bir kesimin değil bütün yaş gruplarının dizisiydik. “Yaprak Dökümü” başka türlü bir şeydi. En burjuva diyebileceğiniz insanlardan da reaksiyon alıyorduk, Türkçe'yi tam bilmeyen insanlardan da. Başarının aslı da bu.
Projeye “evet” derken, bu kadar çok izleneceğini tahmin ediyor muydunuz?
- Başarılı olacağını kestiriyordum ama fenomen haline geleceğini tahmin etmiyordum. Aynı başarıyla beş yıl devam eden dizi zor bulunur. “Yaprak Dökümü” bu anlamda bir efsane gibi... Ayrıca artist tayfasının dolaştığı sette bir gün bile kavga gürültü olmaması mümkün mü? Meğer mümkünmüş, olabiliyormuş.
KONUŞMADAN OYNAMAK
BENİ FAZLASIYLA YORDU
Canlandırdığınız Ali Rıza Bey karakteri felç geçirdiği için uzun zamandır konuşamıyor. Konuşmadan, sadece mimiklerle oynamak zorladı mı sizi?
- Evet, zor oldu. Ben önce direndim 11-12 bölüm konuşmadan nasıl olacak diye karşı çıktım. Ama sonunda yazarlar haklı çıktı. Öte yandan duyguları hiç konuşmadan vermek, o şekilde oynamak beni fazlasıyla yordu. Bir de işini çok iyi yapmak istiyor insan, ihtiras var. O da insanı daha çok zorluyor. Gerçi seyirciler “Konuş Allah aşkına artık” demeye başladı.
Usta bir oyuncusunuz ama “oyunculukta öğrenmenin sınırı yok” da derler. Bu rol size yeni şeyler öğretti mi?
- Öğretmez olur mu... Dizide bazen önceki bölümlere dönüşler oluyor; çıldırıyorum, kafamı duvarlara vuruyorum, kendi kendime “Burada ne yapmışsın” diyorum. Oyunculuk bir insanı keşfetmek gibi. Oyunculuk bir yolculuk. Karakterlerin çözülmesi macerası, insanı ve kendini keşfetme macerası. Sonu yok. Ölünceye kadar sürecek birşey. Ben hala öğreniyorum.
İNSANLARIN BENİ TERK ETMESİNİ İSTEMİYORUM
Siz ruhen hiç yaşlanmıyorsunuz galiba...
- Kesinlikle. Yaşlanmayı sevmiyorum. Yaşlanma, aynı zamanda eskimektir. Ve eskimeler beni hüzünlendiriyor. Her yaşın mutlaka tadı tuzu vardır ama yaşlılar ilk terk edileceklerdendir. Onun için insanların beni öyle algılamasını ve beni terk etmelerini istemiyorum.
Dizi bitiyor diye yeni teklifler artmıştır. Bu sezon başka bir projeye başlama niyetiniz var mı?
- Geriye çeviremeyeceğim bir teklifgelirse direncim azalabilir, ama kışı hiçbir şey yapmadan geçirmek niyetindeyim. Kondüsyonumu artırıp daha fit olmak istiyorum. Kendimi biraz yenilemek, tazelemek ve bir şeyler biriktirmek zorundayım. Ama dediğim gibi beni sarıp sarmalayacak, sonrasında elimden kaçırdığıma üzüleceğimi düşündüğüm bir iş olursa hayır diyemem. Dilerim bir daha çok çocuku bir babayı oynamam! Biraz daha bana hitap eden bir adamın hikayesini oynamak isterim. Biraz başka bir rüzgar estireyim artık.
BİRAZ DAHA GENÇ OLSAYDIM DENİZ'LE SEVGİLİ OLURDUK
Deniz Çakır'la aranızda, setteki herkesten daha yakın bir ilişki var. O “Bizim Halil abi ile kumaşımız tuttu” diyor. Siz arkadaşlığınıza dair neler söyleyeceksiniz?
- O benim canım arkadaşım. Yaşlarımız uygun olsa aşık olurduk. Hatta aramızda bunu konuştuk, bir gün mucize olur da gençleşirsem ,evlenip çocuk yapacağız. Ama dediğim gibi şimdi o benim her şeyime ortak olan kankam, sırtımı dayayabileceğim arkadaşım. Onunla kavgamız bile güzel. Kumaşımız gerçekten tuttu. Dizi setine ilk geldiğinde onun yüzünde yaşlı bir kedi ifadesi gördüm. İlk intiba çok mühim derler ya, benimki sonradan değişti. Deniz hem hayata bakış açısı olarak hem de oyunculuk anlamında kendini çok dar bir çerçeve içine almıştı. Baktım ki çok geri şeyler de söylüyor, aramızda bu yüzden çok kavga yaşandı. Ama sonunda aldım koluma, çıktık yola. Allah ona ömür versin.