"Survivor"dan elenen gazeteci Nazenin Tokuşoğlu, Habertürk'teki köşesinde "derin Survivor"ı yazdı
Bu okuyacağınız tamamen yaşanmış bir hikayeden alınmıştır. Hiç tanımadığı 8 insanla bir adaya bırakılan, öğün başına iki kaşık (deniz kabuğu) pirinçle karnını doyurmak zorunda kalan, 20 kameranın önünde, bir kaşık suda boğmak istediği adamla aynı takımda olup, belki de medeni dünyada en birinci kankası olabilecek "rakip" yarışmacıyı önce düşürüp sonra geçmek için kendini yerden yere atarken "napıyorum ben burada" ve "yaşasın kanayan dizlerim" psikolojisini aynı anda yaşayabilen...
Evet ben dünyanın ilk gazeteci Survivor'ıyım ya da Survivor gazetecisiyim. Bana ikisi de uyar. Zaten birbirini güzel tamamlayan meslekler.
Elendim. Oh be kurtuldum! Şimdi ne yapıyorlardır; bana ne! Yok yahu; harbiden merak ediyorum.
Canım bir şey yemek istemiyor. Şaka mı bu? Oysa haftalarca bir lokma ekmek için kendi kilomdan fazla ağırlık taşıdım, süründüm...
Bir tane sigara mı yaksam adada kıvrananlar, başta da kaptan Ümit Karan için? Yok artık! Sigaraya mı başlayacağım bu yaşta? Adaya dönmek istiyorum... Hayır İstanbul'da olmak istiyorum... Tam olarak hissettiğim şey buydu Survivor sonrası; ne istediğini bilememek. Survivor akıllı insan işi değil. Ama sonrasında, artık dünyaya farklı bakıyorsun demektir
ADADA İLK GÜN Gelir gelmez oyundan kazandığımız erzağı almaya gittik. Sonra da keşfe çıktık. Ormanlık alan sanıldığından daha karışık ve ürkütücü. Yavaş yavaş girdik içlere. Mis kokulu meyve ağaçları, yemyeşil bir doğa, ilginç hayvanlar, cıvıl cıvıl kuşlar hayal etmiştim ama tek bulduğum bacaklarımı kan revan içinde bırakan dikenli sarmaşıklar ve boş boş bakan iguanalar!
İlk akşam yemeği 3 çeyrek parça patates, sonra yarım yamalak bir uyku ve sabah..
Daha 24 saat mi geçmiş? Şaka gibi!.. Kahvaltı pirinç. Evet bildiğiniz pirinç, bilmediğiniz kısmı Pasifik Okyanusu suyuyla pişirilmesi ve kişi başı 4 tatlı kaşığı düşmesi. Başka da bir şey girmeyecek midemize, tabii balık tutmaz ya da yemekli ödül oyunu kazanmazsak...
Daha ikinci günden olta takımı kazanacağım diye parçaladığım dizim başıma bela olacak gibi. Derken barınak kazanmak için çamurların içinde sürüneceğimizi öğrendim! O dizlerdeki yaralar emin olun uzun süre kapanmayacak. Ya bir tarafını çarpma riski var ya tepeden düşme.
Koşup koşup ya ip gibi denge tahtasına çıkıyorsun ya da köstebek gibi yerin altına giriyorsun. İkili oyunlarda "takımım benim yüzümden kaybederse" diye düşünmekten yüreği ağzına geliyor insanın.
Acun "Başla" diyene kadarki kalp atışını anlatmaya kelimeler yetmez. Ve gerçekten her şey ekranda gözüktüğünden çok daha zor. Ama bir deli kuvveti de geliyor insana. Ben kim omuzlarda 62 kilo taşımak kim? Ama oluyor işte! Kazanma hırsı insana neler yaptırıyor. Tabii bu bir yarışma ve bir birincisi olacak. 10 oyun üst üste kazan, bir kere hata yap, anında listeye girersin. Böyle acımasız bir yarışma.
SURVIVOR'DA EN KOLAYI BİRİNİN KUYUSUNU KAZMAK Üçüncü günden sonrası daha hızlı geçmeye başladı. İlk haftadan sonrası daha da hızlı... Bu işin kesinlikle bir matematiği var.
Kumda uyuyabiliyordum artık. Larissa'yla ağı keşfettik. Bir işe yarama psikolojisi çok güzel. Doğukan hem inşaat işleri hem de balık tutma konusunda uzman. Erhan keşif ve ateş adamıydı. Her an istediği büyüklükte ateş yakabilirdi. Atom karınca adını taktık ona, meğer gerçek hayatta da öyle diyorlarmış.
Bu arada kişilikler de kendini yavaş yavaş ele vermeye başladı. Ben Geceleri çok seven gruptaydım. Ateş başı muhabbetleri şahaneydi. Demirbaşlar Erhan, Ümit, Doğukan ve bendik. Arada şarkı da söyledik. Tabii top 10 da bir numara Barış Manço şarkılarıydı.
Kişilikler demişken orayı açalım... Survivor sinirleri öyle zıplatan bir format ki birinci olan dışında herkesin psikolojisini yerle bir etmesi işten değil. Adam gözünün önünde rol yapıyor ama sen sadece seyrediyorsun. Çünkü onun seçimi, onun Survivor'ı, onun yaşam biçimi...
Üç seçeneğin var; ya o oyuna dahil olacaksın ya kişiliğinden ödün vermeyeceksin ya da zaten çok güçlü ve yarışma içinde popülersen istediğin gibi takılacaksın. Tabii mesleğin gerçekten oyunculuksa bu durumu lehine çevirebiliyorsun. Ben bir yapımcı olsam mesela kendimi değil bir filmde, düğünümde oynatmam. Aynı şekilde mesleğini olumsuz etkileme kaygısı seni kavgadan dedikodudan uzak tutuyor. Ben bunu gazeteci olarak derinden hissettim. Dostluklar da bu seçimlere göre şekillenmeye başlıyor.
En iyi seninle anlaşan adam bir sabah bakmışsın ki çalıların arkasında dedikodunu yapıyor. Birinin kuyusunu kazmak Survivor'da en kolay yapılacak şey, tabii hayata bakışın bundan ibaretse...
Tabii Acun Medya mürettebatı ekip 6'ncı yılları olduğu için ciddi anlamda deneyimli. Doktor Metin Ağabey "Çocuklar bu bir oyun, kendinizi oradan oraya atmayın" dedi ama dinleyen kim!
Bir bildiği varmış doktorun. Özellikle ilk günler insan denen varlık kendini daha bir göstermeye çalışıyor. Hem haftanın üç günü televizyondasın hem de takımına karşı sorumlusun. İlk hafta bilançosu; sıçrayan ateşten göğsüm ikinci derece yanık oldu, kimliği tespit edilemeyen bir böcek Cengiz'in gözünü şişirdi, bir balık Ümit'in karnını ısırdı, Larissa fenalaştı, Bennu'nun bacakları tanınmaz hale geldi. Ve çitralar...
Size bir şey ifade etmeyen bu isim benim şu an bile "Hazır ol"a geçme sebebim. Minicik sineklere verilen isim çitra. Gözle görmüyorsun ama vücudunda yürüdükçe kızarıklıklar oluyor.
Oyunlar ve hayat şartları zorlaştıkça sakatlıklar da arttı. Sıyrıklar, yaralar, morluklar, yavaş yavaş burkulma, çatlak, parçalanmalara dönüştü. Erhan ve Doğukan'ın bilekleri burkuldu. Ümit'in avuç içi parçalandı. Kızların dizleri adeta haşat oldu. Karşı takımdan Bozok'un ayak parmağı çıktı. Murat kafa üstü bir düştü yüreğimiz ağzımıza geldi. Ne için? Kim için? Bunun cevabı yok...
Dünyanın en kötü şeyi. Güne böldüğünde öğün başına üç, dört kaşığa denk gelen bir erzak vardı. Sürekli bir şeyler kazanmak ve keşfetmek gerekiyordu. Bir lokma için kan dökmeliydik.
Gönüllüler takımı için çok üzülüyordum ama onların kazanması benim aç kalmam demekti. Belki de bu yüzden iki takımın iletişim kurması yasaktı. "Dizin nasıl oldu Bozok" dediğin anda ihtar geliyordu.
Doğukan'ın üç büyük papağan balığıyla yaptığı açılış dün gibi aklımda. Papağan nesli tükenen bir balıktı. Kaçmayı da bilmiyordu zavallı ama o kadar lezzetliydi ki tarifi yok. özellikle Cengiz'le yıldızı barışık olan bir balık daha var, bir türlü ölmeyen bir cins. Adını dudaklarından dolayı Angelina koyduk. Jolie kızmasın ama aynı vallaha.
Ümit Karan'la bir anımız geldi aklıma. Elenenin belirlendiği konsey adası bizim yaşadığımıza göre daha medeni. Bize lokma vermiyorlar, başımızda sürekli bir gardiyan var ama bu Ümit'le yerlilerden kalan çöpleri karıştırmamıza engel değil! Evet, itiraf ediyorum, Türkiye'de dört takımda kaptanlık yapmış tek futbolcu, defalarca milli olmuş Ümit Karan'la çöp karıştırdık. Pişman değiliz. İnsan açken her şeyi yapabiliyor.
Bir dokunulmazlık oyunu vardı mesela, sapanla kiremit kırıyorsun ve mısırlar boşalıyor. Gizlice dekor mısırı ceplerimize koyduk, tabii yakalandık o ayrı.
Oyunlardaki ödüller çıldırtıyordu bizi. Ekranda komik durduğumuzu biliyorum ama üç gün aç kalın sonra "deveyi hendekten atlatın size üçer dilim börek" desinler, takla attırırsınız.
Ümit kaptanla bir de pelikan muhabbetimiz var, bana kızacak ama bunu da yazmak zorundayım. Sahilde kayalıklarda yürüyoruz, büyükçe bir pelikan yakınımıza kondu. Ümit taş attı pelikana. "Atma nesli tükeniyormuş bunun, avlamak yasakmış" dedim. "Benim mi neslim tükensin..." dedi. Çok komik ve ağzına çok yakışan bir küfür ediyordu kaptan adada sürekli ama yazamam tabii.
İlk günler kum fırtınasının gazabına uğradık. Sabah uyandığımda her yerim tutulmuş ve ağzım yüzüm kum içindeydi. Biri "Hepimiz kum dökeceğiz dönüşte" dedi, bir diğer sazan "O kum o kum değil" diye cevap verdi. Bence de komik değil ama orada gülme komasına girdik.
Gelgitler çok fenaydı, dolunay döneminde her şeyimiz kayboldu, su öyle bir çekilip yükseldi ki... Ha bir de dolunayla gelen yengeçler. Gecelerim kıvırcık saçlarımın arasına girip çıkamayan yengeçler yüzünden kâbusa dönüştü.
Belki bir daha göremeyeceğim güzellikleri de vardı adanın. Karanlıkta ışıldayan planktonlar mesela... Ve gelgitten sonra sahilde kalan birbirinden güzel deniz kabukları. Dünya güzeli pelikanlar, suda hoplayan yunuslar...
En önemsiz şey gibi dursa da pislik sağlığa yansımaya başlayınca işler değişti. Haftalarca yıkanmadık ve sonunda Larissa'dan kötü haber geldi, saç ülseri gibi bir şey oldu.
Herkesin ama herkesin sorduğu bir soru var. İşte cevabı: Adada tuvalet falan yoktu. Tuvalet kağıdı, sabun, ıslak mendil, diş fırçası, macunu gibi şeyler de yoktu.
Çalıların arkasında belirlediğimiz bölgelerde hallediyorduk o işleri.
Kadınlar daha uzak ve belirgin bir bölgeye gitti, erkekler daha rahattı.
Kadınlar için her şey daha zordu tahmin edersiniz ki.
Ama okyanus suyu işimizi epeyce kolaylaştırdı.
Kumları sabun niyetine kullandık.
Elindeki yağı, kiri emme özelliği var kumun, bir gün denemek isterseniz...