Size biraz Zeki Müren’i anlatayım mı?

Ajda Pekkan, bugün Pazar Kelebek'teki köşesinde Zeki Müren, Brigitte Bardot ve Abdi İpekçi'yi yazdı.

Size biraz Zeki Müren’i anlatayım mı?

Kendisiyle çok iyi anılarım var, çok korkuyordum ondan.
Daha doğrusu o kadar şöhretliydi ki çekiniyordum...
Bu da korkuyla karışık bir duygu yaratıyordu bende.
Şimdi çok daha iyi anlıyorum, şöhretli insana karşı bir çekingenlik olduğunu.
Ama o zamanlar Allah’ım neden korkuyorum, neden çekiniyorum derdim kendi kendime, sonra da onu bir tabu, bir ilah gibi görmeye devam ederdim.
Ben hayatımda müziği bu kadar iyi terennüm eden, bu kadar güzel vurgulayan, Türkçe’yi bu kadar güzel kullanan başka birini daha görmedim.
Benim için çok özel biriydi rahmetli Zeki Müren.
Çünkü bütün sahne arkası kurallarını ve disiplini ondan öğrendim.
Sahneye çıkmadan önce hiç içki içmezdi mesela.
Bu onun kuralıydı, asla içmezdi...
Ama sahneden sonra dibine vururdu. Çünkü o kadar mercek altındaydı, o kadar iddialıydı
ki, sahnede asla hata yapmayı göze almazdı.
En ufacık bir probleme, sesinde en ufak bir aksamaya izin vermezdi...
O çıktığı zaman da salonda çıt çıkmazdı, en ufak bir çatal bıçak sesi duyulmazdı.
Seyirci öyle dinlerdi onu...
O da seyircisine asla saygısızlık yapmazdı.
Bunları neden yazdım biliyor musunuz?
Zeki Müren’in sahne disiplininden genç kuşakların da haberdar olması için...

Bunlara çok üzüldüm...

Ölümü bekleyen filler

Geçen pazar Ertuğrul Özkök’ün köşesinde okudum, Fransa’da ölümü bekleyen fillerin hikayesini...
Hastalıkları yüzünden öldürülmesi gündeme gelen iki sirk fili devlet düzeyinde tartışılır olmuş.
Brigitte Bardot da devreye girmiş sonunda ve “Filler öldürülürse ben de Rus vatandaşlığına geçerim” demiş.
Bardot’nun hayvan hakları konusunda duyarlılığı dünyaca biliniyor ve bu efsane oyuncu milyonlarca insan gibi benim de hayranlığımı katlıyor.
Benim için sanatçı demek de insana, doğaya, çevreye, hayvan haklarına duyarlı olmak demek.
Umarım Bardot’nun çabalarıyla Fransa’daki o filler de kurtulur.
Tarihi binalar
İçimiz yanıyor...
Tarihi binalarla ilgili bir yangın haberi gelmiyor mu, inanın benim de içim yanıyor.
O binalar yüzlerce yıllık yaşanmışlıklar, anılar, değerler demek.
Şehirlere değer katan da bu geçmişidir zaten.
Tarihi Galatasaray Üniversitesi binası da yandı işte...
O da diyorum çünkü neler yandı, neler kaybettik bu dünyanın en güzel şehrinde...
Lütfen içimiz yanmasın artık.

Ailenin önemi

Annemin kulağıma küpe bir sözünü hatırlıyorum. “Gece yarısı sokağa çıkma etraf çok kötü” derdi...
“Gece 12’den sonra iyi insan sokakta kalmaz” derdi.
Bizi gece hayatından korumak, bize kol kanat germek için...
Gencecik yaşta sahne hayatıyla tanışmış, müzik sevdasıyla yola çıkmış kızını kötülüklerden korumak isteyen bir annenin çabası bu.
Ama benim işimin bir kısmı da geceydi.
Geç saatte sahneden insem de, konserler, davetler yüzünden, “gece yarısı sokağa çıkma” sözünü tutamasam da o nasihatler beni kötülüklerden koruyan en büyük etken oldu.
Hayatımın hiçbir döneminde raydan çıkmadım, kendimi kaybetmedim, dağınık bir hayat yaşamadım.
Annemin kulağıma küpe olan bu sözleri yüzünden.
Ailenin önemi büyük, annelerin değeri ise her şeyden büyük.

Cevap veriyorum:

Hobi, fobi olunca...

Yıllar önce Milliyet’in sahibi Ercüment Karacan, Semiramis’le evliyken, Abdi İpekçi benimle bir röportaj yapmak istemişti.
Politika yazarının benimle röportaj yapması ne alaka...
Herhalde enişte baldızına bir kıyak yapıyor diye düşünmüştüm o zaman...
Rahmetli İpekçi’yle yaptık röportajı, bir gün sonra bir baktım benim hobi olarak dediğim şey fobi olarak yazılmış...
“Müzik benim fobim, moda fobim” gibi şeyler söylüyorum röportajda...
Hemen Abdi İpekçi’yi aradım...
“Ne olur düzeltelim şunu” dedim...
Hiç unutmuyorum, bana aynen şu yanıtı verdi:
“Ajda’cım takılma böyle şeylere. Bir gazete bir gün okunur atılır, ertesi gün unutulur, bunun üzerinde durma...”
Ben de durmadım.
Ama gelin görün ki, ta 1970’lerde yaptığımız o röportajı geçen hafta bir köşe yazarı alıp kullanmış.
“Hobi fobi” diye beni eleştiriyor.
Hayatımda hiçbir şey bilmeden konuşmadım...
Bir kez daha anladım ki, boşver deyip geçtiğimiz şeylerin bile üzerinde durmak gerekiyormuş.