İzzet Çapa'nın bugünkü konuğu Şahan Gökbakar oldu. Ünlü komedyen röportajında Gezi eylemleri karşısında tutumu hakkında konuştu. İşte Kelebek'te yayınlanan o röportaj...
O kaba saba, kıllı, ilkel, küfürbaz, osurgan ‘adam’ hayatımıza girdiği andan itibaren sanki kanlı canlı gerçek bir insanmış gibi kimilerinin nefretini kimilerinin sevgisini kazandı. Milyonlarca kişiyi sinema salonlarına çeken bu fenomen için uzun uzun tahlil yapmaya, giriş yazıları yazmaya gerek yok; onu seven sevmiş zaten. O nedenle lafı kısa kesiyorum. Buyrun efendim bu haftaki konuğum Recep İvedik’in yaratıcısı Şahan Gökbakar’la muhabbetimize...
* Sana bakınca, sanki çocukken de böyle kocaman bir adammışsın gibi geliyor... - Hamurumda var demek ki... İri kemikli, fırlamanın önde gideni bir çocuktum. Düşün, çölün ortasında bile yaramazlık yapmadan duramazdım.
* Ne alaka? Ne işin var çölde? - Babam Suudi Arabistan’da büyük bir çimento fabrikasında çalışıyordu, ben 6 yaşına gelene kadar orada kaldık. Şantiyede işçilerle birlikte komün hayatı yaşardık. Ekibin maskotu gibiydim.
* Kıpır kıpır bir velet ve çöl... Kulağa bayağı değişik geliyor... - O yıllardan hatırladığım; çöl, kum, deve ve şantiye... Bir de VHS kasetler. Televizyondaki her şey Arapça olduğu için izleyecek bir şey bulamıyorduk. Bizimkilerin arkadaşlarının yolladığı Türkan Şoray’lı, Tarık Akan’lı video kasetlerin yolunu sevgilisinden mektup bekleyen aşıklar gibi gözlüyordum.
* O yaşta aşk filmi mi! Peki ya komedi? - Olmaz olur mu? Kemal Sunal’lar, Şener Şen’ler, Zeki-Metin’leri izleyerek büyüdüm.
* Adam olacak çocuk izlediği filmlerden belli olurmuş... - Annem sürekli “Yapma oğlum!” diye bağırdığı için babamın şantiyedeki İngiliz arkadaşının bildiği Türkçe kelimeler sadece ‘yapma’ ve ‘oğlum’du. O zamanlar lakabım ‘problem çocuk’tu.
* Demek ki yaramazlar başarılı oluyor... - Şekil 1A İzzet, işte karşında duruyor! (Gülüyor) Şaka bir yana annem, babam, yengem, dayım hepsi ODTÜ’lü. Annem kimyadan, babam makineden mezun. Doğal olarak Togan’la ben de o camianın içinde büyüdük. Sonra da ODTÜ Koleji’nden mezun oldum zaten.
* “Sen de ODTÜ’lü ol” diye baskı var mıydı üzerinde? - Sanmıyorum ama alışkanlık vardı. Baskı görecek çağlara geldiğimde bir tek annem vardı. O da neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlatıp seçimleri bize bıraktı. Fakat babam hayattayken evde hep politik bir hava eserdi. Özelleştirmeden, siyasetten konuşulurdu.
* Hazır babandan bahsetmişken gel onu da yad edelim. - Togan dört, ben sekiz yaşındayken babamı trafik kazasında kaybettik. Böylesine acılar insanı olgunlaştırıyor. Ama karakterimin oturmasında en büyük pay sahibi yine de annemdir.
* Kısaca kahramanın annen... - Hayatıma kattığı özgüven ve gösterdiği doğrularla gizli kahramanımın annem olduğuna inanıyorum.
* Babanı kaybettikten sonra annen ve kardeşinle daha çok kenetlediniz elbette... - Annem, ben ve kardeşim mutlu bir çekirdek aileydik. Sevgiyle büyüdük. Sevgi görerek büyümek gerçekten çok önemli. Benim hayata bakış açım annem ve kardeşimden ibaret zaten. Onların mutluluğunu, huzurunu nasıl sağlayabilirim, anneme başarılı olduğumu nasıl gösterebilirim gibi bir güdüyle İstanbul’a geldim.
* Dur ya nereye gidiyorsun, daha Ankara’ya gelmedik! - Ankara’da bir açılmışım ki sorma... Hakkımdaki şikayetler yüzünden annem veli toplantılarından ağlayarak çıkarmış. Togan çok usluydu, ben de aksine çok yaramaz.
* “Nereden çıktı bu velet!” diye ağlatmışsındır Ankara’yı... - Sadece Ankara’yı değil, yaz tatilleri için gittiğimiz İzmir’in de altını üstüne getirirdim. Babamın vefatıyla doğal olarak etrafımda üzgün bir çevre oluştu. Bari ortam neşelensin diyerek farkında olmadan komediyi seçmiş olabilirim.
* ODTÜ’lü bir aileden tiyatrocu olma izni de kolay çıkmamıştır herhalde. - Onu geç zaten ailede kimsenin sanatın s’siyle alakası yoktu. Sadece annem yemek yaparken şarkı söylerdi. Ama klasik ev kadını repertuvarı değil, opera ve arya. “Çok iyi bir soprano olabilirdim ama beni konservatuvara göndermediler” diye de takılırdı.
* Kendi gidemedi ama seni desteklemiş demek ki... - Neredee! Onun kuşağındaki insanlar için tiyatro, sinema falan meslekten sayılmazdı. İşi garantiye alıp meslek sahibi olmamı isterdi.
* Orta yol nasıl bulundu? - “Tiyatro da seni bekliyor zaten, hayatında tek kitap okumuşluğun yok” diye yıldırma politikalarına başladı.
* Sadede gelsek... - Neyse sınava girip kazandım. Annemi arayıp “Kazanamadım, ‘kitap okuyor musun’ diye sordular, ‘okumuyorum’ deyince kapıyı gösterdiler. Bir sene boş gezip yeniden sınavlara hazırlanacağım” diye şaka yaptım. “Ben sana dedim oğlum almazlar, çünkü tiyatro için kitap okumak lazım” demez mi! (Gülüyor)
* Kusura bakma ama biraz eşek şakası olmuş... - Sonra gerçeği öğrenince “Ay inanmıyorum” diyerek sevinç çığlıkları attı. Ben neyle mutlu olursam o da onunla olur. Bilkent’i de, 350 kişi arasından burslu ve dördüncü olarak kazandım.
* Suudi Arabistan çöllerinden Ankara’nın bağlarına, oradan da İstanbul’da kurtlar sofrasına...
- İstanbul’a alışmakta çok zorlandım. Burada kuşlar bile hızlı uçuyordu, oysa Ankara’da tellerin üzerine tünerlerdi. Burası birbirine alışmış ve takım oyunu oynayan insanlarla dolu bir şehir. Gol atanlar, pas verenler, kenardaki amigo kızlar bile belli. Güzel bir maç oluyordu ama ortama bir türlü giremiyordum. Bu yüzden etraftakiler beni hep kapalı kutu gibi gördüler.
* Gün geldi kapalı kutu televizyonda kabak çiçeği gibi açıldı... - O apayrı bir hikâye İzzet. TV8’de işe başladıktan sonra 300 tane tiplemeye hayat verdim. Bazıları çok sevildi. Sonra beni meşhur eden kitle benden nefret eder oldu.
* Ne oldu da rüzgâr birden tersine esmeye başladı? - TV8’de marjinal işler yapıyordum. ATV’ye transfer olunca daha geniş bir kitleye hitap etmemi istediler. Dediklerini yaptım ama başta sözlük tayfası olmak üzere, izleyicilerim “Popüler oldun, bozuldun” diye tepki gösterdi.
* Kısaca ne İsa’ya ne Musa’ya yaranabildin... - Valla öyle oldu abi. Popüler oldun diyenler için de kendimce sözlükçülerin de seveceği şeyler yapayım dedim. Bu sefer de televizyon müdürü gelip “Hiç gülmüyoruz biz sana ya” dedi. Anlayacağın kibarca kovuldum. Derken kapağı NTV’ye attık. Bir sezon sonra “Devam edecek miyiz” diye sordum. “Şahancığım konuşuruz yaa” modu olunca anladım ki orada da işimiz bitti.
* Çölde kutup ayısıyla karşılaşan bahtsız bedevi gibisin. - Artık televizyon kariyerimin bittiğini anladım. Evde oturmuş kara kara düşünürken baktım ki Recep İvedik’li “Kim 500 Milyar İstemez ki” skeci en çok tıklanan video olmuş, onu film yapmaya karar verdim.
* Bu karakterin bir fenomene dönüşeceğini tahmin ediyor muydun? - Bu kadar ilgi göreceğini düşünmemiştim doğrusunu istersen. Biliyor musun, ilk filmin senaryosu hemen hemen Türkiye’deki bütün şirketleri dolaştı, hepsi reddetti.
* Altın yumurtlayan tavuğun intikamı acı oldu desene. Hangi sivri akıllılar sana hayır dedi? - O kadar çok ki... BKM, Sinan Çetin, Ezel Akay, her yer kapı duvar. Baktım kimse yanaşmıyor, o zaman kendim yapayım bari dedim.
* Var mıydı sende o kadar para? - Dört yılda biriktirdiğim 1,5 milyon civarında param vardı. Bu yeter mi, batar mıyım diye hesaplar yapmaya başladım. Allah’tan Faruk (Aksoy) Abi’den filmi çekeceğine dair haber geldi de rahatladım. Kim derdi ki o günlerden buralara geleceğiz...
* Son film için Maldivler’de ada kapatmışsın. Kendini Arap şeyhleri gibi hissediyor musun? - Bir değil iki ada kapattım. Çekimlerde turistler gelip sahilde yüzseydi rahat edemezdim. Filmi burada sokakta çekseydik, sokağı kapatacaktık ama ada kapatınca magazinde havalı oluyor. (Gülüyor)
* Gişe beklentin ne? - Gişe için bir rakam söylemem, totemimdir bu benim. Hiçbir filmden önce “Şu kadar bekliyorum” demedim, demem de.
* Yeni filmde Türkiye’de kırdığı cevizlerden sonra Maldivler’deki hindistancevizlerine mi terfi ediyor Recep?
- Togan’la birlikte hem kendimiz hem de başkaları için film ürettiğimiz Çamaşırhane adında bir şirketimiz var. Biz aslında iki tane girişimcinin hikâyesini anlatan başka bir film çekecektik. Onun senaryosuna hazırlandığımız dönem “Ya Recep İvedik Survivor’a gitse ne kadar komik olur” dedim. Recep’in konuşma şekliyle “Ada şartları beni zorladı” tarzı şakalar yapmaya başladım. Fikri Togan’la paylaştığımda “Abi çok iyi ya” dedi ve Acun’u (Ilıcalı) aradım.
* Tanışıyor muydunuz Acun’la? - Evet, tanışıyoruz. “Recep İvedik Survivor’da nasıl fikir?” dedim, “Televizyonda mı?” diye şaşırdı. Sinemasını yapacağımı söyleyince çok beğendiğini, nasıl yardımcı olabileceklerini sordu. Sadece fikirlerini öğrenmek istediğimi söyledim. Çok olumlu buldu, destek oldu sağ olsun. Bunun üzerine harıl harıl hikâyeyi yazmaya başladık.
* Recep İvedik eyvallahsız bir adam. Senaryoya sadık kalıyor mu peki? - Kalmıyor, çünkü ben de ona doğaçlama takıl diyorum. 150 sayfaya yakın metin yazıyorum; “Arkadaşlar sahnenin akışına göre isterseniz diyalogları değiştirin, kafanıza göre takılın yani” deyip geçiyorum. Bizim filmlerdeki komik repliklerin yüzde 65’i doğaçlama sahnelerden çıkıyor.
* Eşeği sağlam kazığa bağlamadığında daha iyi iş çıkıyor yani... - Evet, sonradan öğrendim ki; Robert De Niro ve Peter Sellers da böyle çalışıyormuş. Her tekrarda rolü ayrı oynuyorlarmış. Bu doğaçlamaya daha müsait bir alan yaratıyor ve ortaya daha güzel bir iş çıkıyor.
* Bir Peter Sellers’lık var yani sende? - Ufak ufak varmış fark etmeden. (Gülüyor) Yok, yok estağfurullah.
* Şahan’ın komedi anlayışının kırmızı çizgileri var mı? - Türk toplumunun kırmızı çizgileri beni de bağlar. Dini ve politik esprileri asla yapmam. Cinsel içerikli esprileri sevmediğim gibi mümkün olduğunca kaçmaya çalışırım. Sonuçta bireylere değil toplumun geneline sesleniyorum. Beğendin mi, okkalı cevap oldu değil mi?
* ODTÜ’lü annen yaptıklarını ne kadar ciddiye alıyor? - Aslında beğeniyor ama oğlu olduğum için objektif davranamaz. Belki de ben üzülürüm diye beğendiğini söylüyordur, bilemem. Ama benimle gurur duyduğunu açıkça ifade ediyor, bu da benim için yeterli.
* “Annemin gözüne girmeliyim” psikolojisiyle mi hareket ediyorsun? - Olabilir tabii. Büyürken benim bir rol modelim olmadı. Bana miras kalan genetikte ne varsa onları kullandım. Ama Togan’ın önünde benim gibi bir örnek vardı, bu yüzden daha şanslı. Saygın bir insan olmasını istedim, oldu da...
* Yaptığın tiplemeler içinde annenin en çok hoşuna gideni hangisiydi? - Gelin adayı bir kızı canlandırdığım ‘Anne ben manyak oldum’ rolüydü.
* Annen, pamuklara sararak büyüttüğü oğlunu ekranlarda ‘binbir surat Şahan’ olarak ilk gördüğünde ne tepki verdi?
- Tabii şimdi zor bir durum. Düşünsene, çocuğun televizyonda tipten tipe girmiş ve milyonlarca insan izliyor. Bize şu anda normal geliyor ama birçok kişi için garip. 22 sene Ankara’da yanında büyüttüğün evladın, İstanbul’da televizyondan manyakça şeyler yapıyor. Kadın gülse mi ağlasa mı bilemedi.
* Ailede senden başka şöhret sevdalısı var mıydı? - Hayır, yok. Ben tiyatrocu olacağım deyince, Togan da “Sinemacı olmak istiyorum” dedi. “Al işte senden gördü, özendi” dedi annem. Sanki kötü yola düştük! (Gülüyor)
* Evhamları boşa çıkmış anlaşılan. Türkiye’nin Coen biraderlerinin anası oldu sonunda...
- Sorma, zaten annem de ilk Recep İvedik filminde bunu fark etmiş. Ankara’da filmi izlemek için sıraya girmiş ama bilet kalmadığı için eve dönmüş. Aynı hadise üç hafta tekrarlanınca beni aradı, “Kendi oğlumun filmini izleyemiyorum. İnsanlar seni ne kadar çok seviyorlarmış” dedi. Ben de “Keşke sinemanın müdürüne gidip Şahan’ın annesiyim deseydin” deyince “O zaman beni deli zannederlerdi. Hiç senin annene benzer bir halim var mı” diye cevap verdi.
* “Eyvah oğlum çok meşhur oldu elden gidiyor” gibi bir paniğe kapılmış olabilir mi?
- O kendi kendine başka bir panik geliştirdi. (Gülüyor) Bu aleme alışık olmadığı için beni eleştiren köşe yazarlarına, “Oğlumu üzdünüz, ağlattınız” tarzı mail’ler atmaya başladı. “Anneciğim ne yapıyorsun, bu olacak iş mi” dedikçe baktım ki tartışma büyüyor, bu sefer ben mail göndermeye başladım. O zaman da annem “Niye cevap veriyorsun da kendini yoruyorsun?” diye çıkıştı. İş böyle bir kısırdöngüye girdi.
* İsimlerinizi koyarken yaratıcılıkta sınır tanımamışlar ama... - Annem cinsiyetimi öğrenince babam “Bekir Yıldız’ın romanında Kaçakçı Şahan karakterini çok sevmiştim. Oğlum olursa adını Şahan koyacağım” demiş. Togan’ın adı ‘ğ’li ama zor söylenir diye nüfus memuru ‘g’ ile yazmış. Şahan şahin demek, Doğan’ın Anadolu lehçesindeki söylenişi de Togan. Allah korumuş da başka kardeşimiz olmamış. O da Kartal diye devam ederdi artık. (Gülüyor)
* İsminin anlamı gibi yırtıcı bir adam mısın? - Yok ya, o kadar değilimdir. Bana bulaşmazsan, ben hiç kimseye bulaşmam.
O zaman niye bu kadar çok polemiğin içindesin? - Polemiği çıkaran ben değilim ki. Mesela Cem Yılmaz’la beni çok kapıştırmaya çalıştılar ama başaramadılar. Üstüme gelirlerse ya hoş görürüm ya da belirli ölçülerde cevap veririm.
* Haldun Dormen gibi bir duayene verdiğin cevap çok ağır değil miydi? - O olayın da benimle ilgisi yok. Yurtdışına gittiğim günlerde Haldun Dormen bir televizyon programına katılmış, “Cem Yılmaz ve Şahan’ı birbiriyle kıyaslamam, çünkü Cem çok büyük sanatçıdır” demiş. Bu, “Şahan sanatçı bile değildir, hakkında konuşmaya değmez” demek oluyor.
İnsanlar fikirlerini açıkça söyleyemez mi? - Söyler tabii, zaten açıklama yapan kişi Haldun Dormen olduğu için “Sinirlerine hakim ol Şahan!” dedim. “Sakin ol ihtiyar. Hayatın keyfini çıkarmaya bak. Ben senin bana biçtiğin değeri değil, bu toplumun bana biçtiği değeri daha çok önemsiyorum” diye bir tweet attım. Ardından “Haldun Dormen’e ihtiyar dedi” haberleri çıktı.
* E bal gibi dedin işte! - Yaptım ama sor bakalım neden yaptım. Haldun Dormen’in yere göğe sığdıramadığı Cem, zamanında Levent Kırca’ya Twitter’dan “Ben senin dengin değilim ihtiyar” yazmıştı. Dormen’e çok beğendiği Cem’in hitap şeklini kullanırsam belki hoşuna gider diye düşündüm.
* Bu zihni sinir cevabın hedefini buldu mu? - Haldun Dormen usta bir sanatçı ve ne demek istediğimi anladı. Ertesi gün aynı kanala canlı bağlanıp; “Şahan verdiği tepkilerde çok haklı, ben çok yanlış anlaşıldım” dedi.
Bütün suç Cem’de diyorsun yani... - Cem’in hitap şeklini kullandım, yoksa ihtiyar benim lafım değil. Jargonumda da yoktur...
* Atilla Dorsay’la da aranız limoniydi... - Atilla Dorsay köşe yazarlığını bırakacağını açıkladığında “Ne kadar isabetli bir karar” diye tweet attım. Çünkü bana daha önce çok saldırmıştı ve yazarlığı bıraktığı için bu sataşmalar kesilecekti.
* İsyanım haksızlığa diyorsun yani... - Tabii abi kim dayanabilir ki haksızlığa? Susabilecek kadar erdemli olsam zaten oyuncu değil derviş olurdum. 10 yıldır bu piyasadayım, ilk beş yılım susmakla geçti. Ankaralılığımdan “Bize yakışmaz cevap vermek” diye düşünüp hakkımı çok yedirttim. İnsanlar buna alıştığı için “Yüklenin Şahan’a” demeye başladı.
* O yüzden mi ağzını açıp gözünü yumuyorsun? - Hayır ama bir şey söylediklerinde sessiz kalmama hakkım var. Magazin muhabirleri bir ara önüne gelene mikrofon uzatıp “Recep İvedik’te oynar mısın?” diye soruyorlardı, onlar da “Teklif gelse de oynamam” diye cevap veriyordu. Teklif gelmeyecek zaten, rahat ol! (Gülüyor)
* Kıskançlıktan mı yapıyorlar bunları? - Belki de bu yüzden “Bu adamın filmlerinde çok küfür var” diye etiketi yapıştırıyorlardır. Geçmişteki usta oyuncuların, çok güldüğümüz, sevdiğimiz Türk filmlerine bakıyorum, gırla küfür var abi.
İnsanlar “Recep İvedik’le küfür başladı” diye düşünüyor ama eskiden beri sinemada kullanıldığını unutuyor. Biz 10’ar senelik yalanlar söyleyerek yaşayan bir toplumuz. 10 sene geçince “Hayır, öyle bir şey yok” deyip gerçeği yok sayıyoruz.
Recep İvedik karakteri Şahan’ın bir yansıması mı? Ne kadarı sensin? - Hayat görüşlerimiz benzemese de, bazı durumlara karşı verdiğimiz tepkiler benziyor. Mesela Recep İvedik de haksızlığa tahammül edemez, ben de edemiyorum, sen de edemezsin. Recep’in bizden belki daha delikanlı olduğu davranışları var.
Yerde cüzdan bulup Antalya’ya götürüyor adam. Sen yapar mısın bunu? Polise götürüp verirsin en fazla. Sosyolojik açıklama yaparak söyleyeyim sana, benim derdim ne biliyor musun?
* “Kalsın, benimki bana yeter” diyeceğim ama röportajdayız, anlat bari... - Türkiye’de sosyal, ekonomik, kültürel dengesi birbirinden ayrı insanlar yaşıyor. İkon olarak Recep İvedik’i ortaya koyarsak; onun simgelediği her şeyden nefret edenler var abi. Bu adamlar; yaşadıkları toplumdan da, o toplumun beğenisinden de, siyasi tercihlerinden de, kısacası her şeyden tiksiniyorlar. Sokakta bu tip bir adamı görünce “ıyyy” diyorlar.
* Yüksek lisans sosyoloji tezini bana iteliyorsun galiba... - Yüksek lisans yapmadım ama anlattıklarım şaka değil İzzet. İnsanlar Recep İvedik üzerinden rahatsızlıklarını legalize ediyorlar. Çünkü yaşadığın toplumdan nefret ettiğini açıklamak kolay bir iş değildir. “Onu görmeye dayanamıyorum” diyenlerin tahammül edemedikleri Recep İvedik değil, halktır.
* Recep İvedik bizim halkımızı mı temsil ediyor? - Hayır ama bu filmi milyonlarca insan izliyor ve sen o insanları hor görüyorsun, aşağılıyorsun. Çok gişe yaptığı için mi bu kadar üstüne geliniyor diyeceğim ama “Düğün Dernek” de çok gişe yaptı, kimse rahatsız değil.
* Bunu neye bağlıyorsun? - Halkımız, izlemiş, sevmiş, iyi vakit geçirmiş demek ki. Tüm bunlardan yola çıkarak kariyerime bakış açım; “Ben komedyenim, televizyonda da komik şeyler yapıyordum, sinemada da komik şeyler yapıyorum” oldu.
Nedir senin eleştiri kriterin? - Yaptığım işi herkes eleştirebilir, hiçbir şey demem İzzet. “Gülmedim, tarzım değil” desin, “O, onun görüşü” der geçerim. Ama benim varlığımı, zevk aldığım işi, özel hayatımı aşağılamazsın. Ürettiğim ürünü, bana karşı silah olarak kullanmaya kalkıp, “Recep İvedik’miş işte gördünüz” dersen ben orada cevabımı veririm.
* Her sanatçı biraz anarşist, biraz muhalif değil midir? - Bu kişinin dünyaya bakış açısına göre değişir. İçinde muhalif olup, işlerine bunu yansıtmayabilirsin.
* Sen Gezi’ye destek vermeyen birkaç sanatçıdan biriydin... - Aslında yanlış bir algı bu. Ben anlatayım da sen karar ver. Polisin kullandığı şiddetin orantısız olduğunu, Gece parkta uyuyan insanların üzerine niye su sıkıldığını, birinin buna dur demesi gerektiğini anlattım.
Ama varlığımdan rahatsız olanlar beni destek vermemişim gibi göstermeye çalıştı. Hatta gitarla şarkı yapıp Başbakan’a “Halka güzel bir şeyler söyleyin de, bitsin bu şiddet” dedim.
Kendince ‘tarafsız’ bir noktada mı kaldın? - İş, otobüslerin yakılmasına, molotoflara, biber gazlarını kafalara atmalara, dövülerek öldürmelere gelince bu ülkede yaşayan bir insan olarak boğulduğunu hissediyorsun. Bu durumda söylenecek tek söz vardı; “Durun!” Ben de sürekli bunu yazdım.
Gezi’yi gerçekten destekleyen insanların hiçbirinin içinde vandallık, şiddet falan yok. Bunlar aslında bazı marjinal grupların doğurduğu ve sert müdahalelerin sonucunda oluşan tepkiler.
* Peki ya sana gelen tepkiler? - Bana binlerce tweet geldi; “Helal olsun, oturduğun yerden halkı gazlayabilirdin ama yapmadın” diye... Benim derdim insanların birbirini anlamaya çalışması. Zaten Gezi olaylarının sebebi de; yetkililerin insanları anlamamış olması değil mi?
* Unutma ‘taraf olmayan bertaraf olur’ derler... - O dönemde ne hükümetin, ne devlet yetkililerinin ne de Gezi’de etrafı kırıp dökenlerin yanında durdum. Sadece sağduyunun, insanlığın ve uzlaşmanın olduğu bir dünya için tweet’ler attım. Bunu da insanlar nereye çeker, inan umurumda değil.
* Başbakan’ın hayatını anlatan “Ustanın Hikâyesi”nde de yer alman tarafsızlığını bozmuyor mu?
- Ünlülerin, Başbakan’la ilgili anılarını naklettiği bir belgesel yapacaklarını söylediler. “Siz de bir anınızı paylaşır mısınız?” diye sorduklarında “Benim bir tek hikâyem var. Sanatçılara verdiği kahvaltıda ‘N’aber tombişim’ dedi, sadece bunu anlatabilirim” dedim. Belgeseli Gezi’den dört ay önce çektiler, olaylar patladı, dört ay sonra yayına soktular. Sanki Gezi sonrası bir belgesel çekmek için toplanmışız gibi bir algı yaratıldı.
“Üzerime oynuyorlar” mı diyorsun? - Bana yapıştırılan ve dışarıdan görünen imajlarla uğraşmaya çalışsam hayatımı yaşayamam. Beni seven, içimi bilen, derdimi anlattığım, filmimi seyreden insanlar bana yeter.