ÖZYILMAZEL'İN DESMOND'UN ARDINDAN İLK YAZISI!

Ayşe Özyılmazel, Selma Ann Desmond'un ardından ilk kez köşesinde yazı yazdı..

ÖZYILMAZEL'İN DESMOND'UN ARDINDAN İLK YAZISI!

Otelin lobisinde oturuyorum.
Otel nerede?

Yurt dışında bir şehirde...

Dört gündür Noel içindeyim, her an kusabilirim.

Mağazaya giriyorsunuz; Noel şarkıları, yolda Noel ışıkları, alışverişte Noel kampanyaları...

Geyikler, kırmızılar, altınlar, yapay karlar, tıklım tıklım buz pateni pistleri... Bir koşturmaca, bir dilek saçmaca, uçuşan paralar, bir haller.

Dün şehrin ara sokaklarında yürürken 40, 50 Noel Baba'yı, barın önünde içki içip bağıra çağıra eğlenirken gördüm.

Eee, Noel Baba da Noel Baba kalacak değil ya!

Şaşıracak ne varsa?

SORU KAZIK CEVAP FLU
Tamam; ışıklar güzel, coşku dalgası güzel, hediyeler güzel de bu kadarı fazla yani.

Az sonra şöminenin içinden Noel Baba pırtlayacakmış hissindeyim.

Hayır kendisi bilir, sorun değil de; isteklerim Noel Baba'da sıkıntı yaratabilir.

Neyse, otelin lobisinde oturuyorum...

Duvarlar bir renk. İşte ben bazen renklerin isimlerini bilemiyorum.

Nasıl anlatsam... Duvarlar, somon desen değil, tuğlanın açığı değil, aralarda bir renk.

Kimin aklına gelmiş de boyamış acaba?

Beğendim valla.

Yanlış bir hayat mı seçtim acaba?

Soru kazık, cevabı flu...

Bilmiyorum ki, hayatın yanlışı var mı?

Bazen kendimi o ismini bulamadığım renkler gibi hissediyorum. Ee, normal... Vizon desen değil, sütlü kahve de değil.

Biraz bejlik var gibi... Yok, yok sarılık yok! Var mı acaba?

Hiç boşu boşuna sararıp solma kızım Ayşe. Koca kazık olmak suretiyle artık biliyorsun ki; hayatımızda ne varsa bizim sayemizde, bizim "Evet"lerimiz ve "Hayır"larımızla.

O zaman şikayet etmek niye?

GEÇ, GEÇ, GEÇ!

İnsan her geçen yıl değişirken, eskiden yaptıklarını değiştiremiyor ne yazık ki.

Belki başka bir meslekte, belki başka bir mahallede, belki korkup da kaçtığın noktada; göğsünü gere gere olmak istiyorsun da yapamıyorsun.

Maalesef geç kalınıyor bazı şeylere.

Bence, şu bazı çokbilmişler bize yalan söylüyor, haberiniz olsun. "Hiçbir şey için geç değildir, sen yeter ki iste, bıdı bıdı bıdı."

Bırakın ya, bal gibi de biliyorsunuz bazen geç olduğunu.

Hatta süper, süper geç olduğunu.

Yirmi yaşına dönebilir misin? (Geç) O çok sevdiğin insanla ilişkinizin hiç kırılmamış haline dönebilir misin? (Geç, geç, geç) Çocuğuna şimdiki aklınla sil baştan annelik yapabilir misin? (Neredeee?

Geç!) Artık anlamı kalmayan o son sözünü bugün söylesen kaç yazar? (Hiç! Geç!) Galiba herkes bir gün "Yanlış bir hayat mı seçtim acaba?" gibi sert bir soruyu kendine sorar.

Kimi saklar, kimi saklamaz ama ille de sorar.

Mesela bu kadar zorlamaya, olmayacakları oldurmaya, derindeki 'herkes beni sevsin' duygusuyla çabalamaya, sırf bu yüzden neyim var, neyim yoksa gözler önüne sermeye, çokça nefret etmeye, istemeye, istemeye ve daha başka şeyler istemeye ne gerek vardı.

Huzursuzluk, bile bile seçilir mi?

"AMA BEN..."
Kendini didik didik ettirmenin manası ne ola ki?

Böyle olacağını bilsem başlar mıydım hiç?

Sen başlar mıydın hiç?

Ne yapacaksın, olmuş bir kere. Şimdi, özen dur diğerlerine.

Sessizliğe, rutine, alışkanlıklara, az gibi algılanan çokluklara. Ne bileyim; mesela akşam eve bir torba meyve getiren babanın gururuna.

Keşke üniversite yıllarıma dönebilsem...

Okul çıkışı Saray'da arkadaşlarımla paylaştığım peynirli su böreğinin, 40 yıl özlemi olacağı aklıma bile gelmezdi.

Gelseymiş ya...

Neyse, eldeki bu! Evdeki bu!

Yapacak bir şey yok. Seçtiğim-seçtiğin hayat bu.


Güzel yanından bakarsak yırtarız sanki.

Kendimize daha az kızarsak bir yerde toplarız sanki.

Açıklamaya girmezsek, savunmaktan vazgeçersek, "Ama ben..." ile açılan cümleleri terk edersek, bir gün "İyi ki" diyebiliriz sanki. Rengimizin adını söyleyebiliriz sanki.

Şimdilik; ne mavi, ne gri...

Güneşe tutunca içinde biraz beyazlık var sanki.

Ama o öfke, ah o öfke...

Onunla yaşaması öyle güç ki!

Zamanla kalbimden çıkıp gitse bari.