Özcan Deniz’i önce müzisyen sonra oyuncu ve sinemacı olarak bilenler yanılıyor. Daha şarkıcı olarak tanınmadan önce Memduh Ün tarafından keşfedilen Özcan’ın ilk filmi, Ün’ün yönettiği “Ona Sevdiğimi Söyle”ydi. Yıllar geçti, hem müzikte hem de sinemada kariyer yaptı. Kendisiyle yazıp yönetip oynadığı son filmi “Su ve Ateş”i konuşmak için buluştuk. Ömür Gedik röportaj
* “Su ve Ateş” vizyona girdi, yolu açık olsun deyip sorayım; şarkıcılıktan sinemaya geçtin diye biliyoruz ama senin kalbin müzikten önce sinemayla çarpmış... - Evet. İlk filmim “Ona Sevdiğimi Söyle”... Müzisyen olarak beni kimse tanımıyorken bu filmimiz çıkmıştı. İki film, 10 yönetmen projesiydi.
* Ne kadar geriye gidiyor bu sevda? - Sinema hayatımda hep vardı. Dramayla olan ilişkim ilkokul yıllarına dayanıyor. Aydın’da, ortaokuldayken de bir tiyatro grubu kurmuştuk zaten. Sonra okulu bırakıp müziğe başladım. Müzikten para kazanmaya başlayınca ona ağırlık verdim haliyle...
Aydın’dan ayrıldım, Almanya’ya gittim. İstanbul’a döndüğümde, albümümün çıkmasına çok az kala bir programa katıldım. Orada “Sinemayı seviyorum, oyunculukla ilgili hayallerim var” gibi cümleler kurdum. Hemen ertesi gün beni Memduh Ün aradı.
* Ne büyük bir isim... İlk filminde resmen piyango vurmuş sana. - Evet. Ertesi gün gittim, küçük bir denemeden sonra “Rol senin” dedi. Memduh Ün’e minnettarım. * Ama sonra müzik devreye girdi yeniden ve sen müzisyen olarak ünlendin.
- Askerden döndükten sonra benim için yeniden var olma savaşı başladı. Müzikten daha çok para kazanıyordum. Sonra ünlü şarkıcılara dizi çekme modası başladı. O sıralar “Yalan mı” şarkım patlamıştı. Oradan yola çıkarak hiç içime sinmese de “Yalan” diye bir dizi çektim.
* Ama içine sinen diziler de oldu. - Tabii. Askerdeyken dayımın hikâyesinden yola çıkarak yazdığım “Aşkın Dağlarda Gezer” dizi oldu, Şevval Sam’la birlikte oynadık. İlk kez şarkıcı kimliğinden uzak bir Özcan Deniz gördü izleyici. Sonra şarkıcı dizileri bitmeye başladı. “Şarkıcılar, oyunculuk kabiliyetleri varsa dizilerde yer alır” oldu. Ardından benim dönüm noktam olan “Asmalı Konak” geldi.
* Ezel Akay imzalı “Neredesin Firuze” Türk sinemasında bence çok özel bir yere sahip. Senin hikâyenden yola çıkılarak yazıldığını da biliyoruz... - Ben askerdeyken yazdığım bir hikâyeydi “Neredesin Firuze”... Farklı bir filmdir gerçekten. “O Şimdi Asker”, “Kara Oğlan Kara Prense Karşı” derken 11-12 sinema filmim oldu. Sonra kendi sinema kariyerimi kendim yönetmeye karar verdim. Dört sene önce “Ya Sonra” ile başladık.
* Askerlik dönemin verimli geçmiş. “Neredesin Firuze”, “Aşkın Dağlarda Gezer” ve “Haziran Gecesi” çıktı o dönem.... Nereden buldun o kadar boş zamanı? - Askerde boş zaman yaratıyorsun. Hem son altı ayda, sen kıdemli olduğundan çömezler iş yapardı. Benim de er gazinosunda bol bol zamanım oldu.
* Eskiden müzik daha çok kazandırıyor diye şarkıcılık yapmışsın. Peki şimdi müzik mi yoksa sinema mı daha çok kazandırıyor? - Müzik daha çok kazandırıyor. Hâlâ sahnelerin en pahalı sanatçılarından biriyim. Sinema ise bir yatırım ve risk. Geri dönmediğinde büyük bir kayıp olabiliyor. Allah’a şükür henüz öyle bir şeyle karşılaşmadım.
* Batmamak adına ne gibi önlemler alıyorsun? - Müzisyenlikten kalma bir öğreti ya da halkın içinden gelmiş olmanın verdiği bir avantaj galiba; kokuyu iyi alıyorum. Albüm yaparken de hangi şarkıyı kim dinler, hangisi hit olur anlardım. Koku alma duygum, içgüdülerim tökezlemeden bugünlere gelmemin en önemli nedeni.
* 10 sene önceye göre şimdinin izleyici ve dinleyici kitlesi hayli değişmiş durumda. Bir Y kuşağı var ki bizden çok başka. O kuşağı iyi gözlemliyor musun? - Eskiden halkla birlikte hareket etmek, toplumun arzularını eş zamanlı algılamak gerekirdi. Şimdi ise halkın bir beş adım önünde olman gerekiyor, çünkü kitleler çok hızlı hareket ediyor.
* Beş adım ön dediğin neresi? - Hem şarkı söyleyip hem film çekmeyi algılayamıyorlar işte. Onu algıladıkları zaman sen de yeni bir şeyler sunacaksın.
* Sinemaya müzik zaten iç içe değil mi? - Tabii ki. Geçen Çağan Irmak’la sohbet ettik, albüm yapacağını söyledi. Dünyada hem sinema hem de müzikle aktif şekilde uğraşan pek çok insan var, çünkü birbirini besleyen iki meslek bunlar. İkisi de sahne, ikisi de birbirine yakın duygular. Biri hikâyeyi dört kıtayla anlatırken diğeri daha uzun anlatıyor, o kadar...
* Sana karşı önyargılardan şikayetçiydin bir ara. Hâlâ öyle mi? - Artık bitti. Artık sadece hayata karşı önyargısı olanların bana karşı da önyargısı oluyor. Bir de kişisel yaşayan insanlar var. Bende o kişisel zevklerinin karşılığını bulamamışsa ona bir şey yapma şansım yok. Beni sevenlerle idare etmek zorundayım.
* İtiraf et, sen birilerine karşı önyargılı olmadın mı hiç? - Hiç önyargım yoktur. Hayat o yargıladığın, kınadığın şeyle seni bir sınar, allak bullak olursun. Bundan korktuğum için kimseyi yargılamam, haddime değil.
* Özcan Deniz sinemasını birkaç cümleyle anlatır mısın bana? - Üç filmle (aradan özgün bir senaryo olmayan “Evim Sensin”i de çıkarırsak, iki filmle) böyle bir tanımlama yapmak olmaz. Bunu yedi sekiz film sonra bana sorarsan daha sağlıklı cevap verebilirim.
* Hedeflediğin bir şey var mı Özcan Deniz sineması adına peki? - Müzikleriyle, insan ilişkileriyle öne çıkan filmlere imza atmak istiyorum. Filmlerim prodüksiyon ağırlıklı olmaktan çok insan ilişkilerindeki derinlikle, senaryoyla konuşulsun.
* “Su ve Ateş”te canlandırdığın karakterden bahseder misin biraz... - Kendisine dayatılan hayatı yaşamak zorunda kalan bir adamın, kendi kimliğini bulduğu noktada kopan kıyameti anlatıyor bu film. Bu, birçoğumuzun yaşadığı bir şey aslında... * Yönettiğin filmlerin başrolünde hep kendin mi oynayacaksın?
- “Evim Sensin”in DVD’sinin kamera arkasında “İnşallah bir sonraki filmimde oynamayıp sadece çekeceğim” diyorum. Bu filmde de “Beni oynatmayın, şunu rahat rahat çekeyim” dedim. Çünkü hem oynayıp hem çekmek yorucu. Ama oynamam yönünde ısrar vardı. Açıkçası ikna olabilecekleri bir başka Haşmet de bulamadık. Mecburen oynadım. Ama oynamayacağım filmler de olacaktır.
* Sevdanın rengi ne renk? - Kırmızı, hatta bordo... Sevda, içinde depresif bir şey barındırır. Aşık olunca yemeden içmeden kesilirsin, uykuların kaçar, kıskanırsın, aklın hep ondadır, işe güce konsantre olamazsın, onunla kavga edersin. Bütün duyguların yükselir. Böyle etkileri olan bir şeyin rengi kan rengidir.
* Zararlı diyorsun yani aşk için... - Zararlı ama güzel... * Dön desen kime dön dersin? - Kimseye dön demem. * Kal da demezsin o zaman... - Demem. Onun kalmasına uygun şartlar yaratırım, kalırsa kalır...
* Nasip olmayan bir şey oldu mu hayatında? - Her şeyi nasip etti Allah. * “Sen yarim idun” dediğin? - O bana kalsın...
* Şarkıların büyücüsü kim? - Sezen Aksu. * Beni affet diyeceğin? - Allah...
* “Su ve Ateş”ten yola çıkarak soruyorum; ömür boyu aynı insana aşık olunur mu? - Ömür boyu aynı insana aşık olunur mu bilmiyorum ama ömür boyu aynı insanla yaşanır. * Kaçamaklarla mı diyorsun yani?
- Yok canım, bunun örnekleri çok. Kaybettiğimiz bir şey var, eskiden biri öldüğünde eşi de ölürdü ardından. Kocasını kaybeden nene beş ay sonra ölüyor mesela... Çünkü tek bir eşi var. Kan damarları ona bağlı. Biri öldüğü an diğerinin nabzı duruyor.
* Bizde yok böyle şeyler galiba... - Kendi lokal çevremize baktığımızda yok ama bir yerlerde vardır mutlaka. * Ya sen? - Şu anki hayat ritmi içinde bunu yaratmak zor. Aşk zor, ilişkiyse kurulabilir.
* İstiyor musun böyle bir ilişki? - Tabii. Sonuçta ben de bir çocuğum, ailem olsun istiyorum. Böyle bir dünyanın üretkenliğimi de artıracağını düşünüyorum. Yeter ki aşık olduğum bir kadın ve ondan çocuğum olsun. Bir ilişkim ve çocuğum olsun diye zorla kuracağım bir ilişki yerine aşkla beslenenini arıyorum.
* Kimse çıkmıyor mu karşına yahu? Sen mi zorsun yoksa? - Ben de zorum, karşımdakiler de zor oluyor
* Başroller arasındaki aşk dedikoduları meşhurdur. Yasemin Allen’la böyle bir dedikodu çıkar mı dersin? - Magazinin nasıl fanteziler kuracağını bilemem ama gerçekte öyle bir şey yok.
* Filmin adı neden “Su ve Ateş”? - Bir karakter, suyun saflığını temsil ediyor. Ve bir gün ateşe değiyor, kimyası bozuluyor. Diğer yanda sert, yakıcı bir adam. Ateş suya dediğinde ne oluyorsa o oluyor işte...
* “Daha lahmacun yiyecek seviyeye gelmedik” repliği şimdiden herkesin dilinde... - O, kızla çocuğun şık bir mekânda çok mesafeli, dikkatle birbiriyle konuştuğu bir sahne. * Öncesinde de arkadaşı, Yağmur’a “Niye yemek öncesi bu kadar özeniyorsun, nasıl olsa lahmacun yiyeceksiniz” diyor.
- Önyargılara, “sadece lahmacun yer, çiğköfte yoğurur” düşüncesine karşı bir mesaj oldu o cümle... Erkek “Lahmacun yiyecek seviyeye gelmedik” derken daha o kadar yakın olmadıklarını anlatmaya çalışıyor. “Lahmacun yiyecek samimiyetteysek zaten iş bitmiştir” diyor.
* “Su ve Ateş”te en zorlandığınız sahneler hangileriydi? - Londra’daki sahnelerde zorlandık. Bilmediğimiz bir ortamdı sonuçta. Buna rağmen 11 günde 40 sayfa çektik.
* Filmde çok sert bulduğun için çıkardığın bir sahne varmış. Hangisi o? - Doğum sahnesi... Babanın kızını doğurtturduğu sahne hard core bir sahneydi. Seyirciyi rahatsız etmemek adına attım o sahneleri.
* Neden başrol Yasemin Allen oldu? - Sarışın ve esmer kontrastı olmalıydı. Ayrıca Yasemin’in özünde bir heyecan var. Zaten ilk tanışmamızda “Sana yalvarıyorum bu heyecanı koru, sette kullanacağım” demiştim.
* Başrolü paylaştığın kadın oyuncular hep çok konuşuluyor ve iyi işlerde yer almaya devam ediyorlar. - Bu onların kabiliyetleri. Ben sadece onlarda olanı silkeleyerek ortaya çıkarmaya çalışıyorum.
* Oyuncularda hangi özelliği arıyorsun? - Film yapma arzusu, enerjisi olan insanın filme çok şey kattığını düşünüyorum. Ondan istediklerinizi uğraşarak alabiliyorsunuz. Ama belli konuma gelmiş biriyle uğraşmak zor.
* Küçük yaşadığını dile getiriyorsun sürekli. Küçük yaşamak ne demek? Neden böyle yaşıyorsun?
- Büyük yaşarsanız üretkenliğiniz azalır. Gösterişli yaşamayı sevmiyorum ben. Minimal hayat da bir şey kazanmamak anlamına gelmiyor ayrıca. Ben de tabii paramı harcıyorum, satın alıyorum. Ama sadece bunlarla var olmak istemiyorum, üretkenliğime odaklanmalıyım. İnsanların konsantrasyonu garajımda kaç otomobil ya da kaç evim olduğu üzerinde olmamalı, ürettiklerimle ilgilenmelerini tercih ederim.
* Hayatını işine adamış bir halin var... - Hayatımla işim iç içe. Ben yaptıklarımı iş olarak görmüyorum. Film için Londra’da üç hafta kalmak müthiş bir tatildi benim için. Gezdik, yedik, içtik, acayip bir deneyim yaşadık.
* Sen çalışırken mutlu olanlardansın demek ki... - Çok küçük yaşta okulu bırakıp çalışma zorunluluğu yüklendi üzerimize. O zamanki çalışma duygusuyla şimdiki farklı. O zaman ağır işçiydik, şimdi ise hayatımı yaşıyorum. Çünkü sinema benim hayatım. Müzik benim hayatım.
* Şarkıcılıktan sinemaya, yönetmenliğe geçiş bir sınıf atlama mı sence?
- Asla değil. Sinema neyse müzik de aynı kalitede bir iş. Hatta müzik bazı durumlarda daha yüksek duygular yaratan, daha kıymetli bir meslek. Çünkü seyirciyle birebir kontak kuruyorsunuz. Sinema onun yannda hafif bile kalıyor.
* Albüm var mı yakında? - 2014’te eski şarkıları cover yapmak gibi bir planım var. 20 senelik şarkılar yeni teknoloji ve sound’la buluşmayı hak ediyor.
* İtiraf edeyim, sen müziği bırakacaksın diye ödümüz kopuyor. Çünkü sesin, yorumculuğun, şarkıların farklı. Var mı böyle bir olasılık?
- Yok. Öyle bir planım yok. Şimdilik ikisini de bir arada götürebiliyorum, hâlâ konserler veriyorum. Hatta yılbaşında Kıbrıs’ta konserde olacağım. Hâlâ albüm yapma planlarım var. Sadece klip çekme konusunu artık antipatik buluyorum.
* Neden? - Klip kanallarının küçümseyici tavrından mutsuzum. Yaptığım müziğin ve duruşumun bunu hak etmediğini düşünüyorum. O yüzden klip çekmeme kararı aldım.