“Elveda Rumeli”nin Zarife’si, “Balkan Düğünü”nün Galina’sı, şimdi de “Muhteşem Yüzyıl”ın Nigar Kalfa’sı… Hem bu kadar önemli prodüksiyonlarda yer al, hem de kamera korkun olsun! Ben bu işi anlamadım, gidip Filiz Ahmet’in gerçekten kamera korkusu var mı öğreneyim dedim. Evet, varmış!
Nerelerden gelip girdiniz bizim hayatımıza böyle?
- Bilmem, zorla koydular galiba.
Daha önce hep Üsküp'te mi yaşıyordunuz? Yoksa arada Türkiye'ye gelip gidiyor muydunuz?
- Orada yaşıyordum ama tabii Türkiye'de de akrabalarım var, 1950'lerde göç edenlerden.
Hep orada yaşıyordunuz da Türk izleyicisiyle tanışmayı nasıl başardınız peki?
- “Elveda Rumeli”nin ekibinde 15 senelik arkadaşım vardı. O dönemde Serdar abiler (Serdar Akar) mekan bakmaya geldi Üsküp'e, ben de yardımcı oldum. Öylece kadroya giriverdim!
Tiyatro eğitimi almışsınız, daha önce hiç düşünmediniz mi Türkiye'yle bağlantı kurmayı?
- Korkuyordum herhalde. Çünkü bir kamera alışkanlığım yoktu. Sürekli tiyatro yaptığım için kameradan hep korktum. Herhangi bir iş teklifi geldiğinde hep tiyatroyu bahane ediyor, “Oyunlar var” diyordum. Böyle söylerken “Elveda Rumeli”de oynamaya başladım! Zaten sonra dalga geçtiler benimle, “Sen Türkiye'ye gelmedin ama biz senin ayağına geldik” diye!
Kaderden kaçılmıyor değil mi?
- Evet. Demek tam zamanıymış. Doğru zaman o zamanmış.
Peki “Elveda Rumeli”yle yenebildiniz mi kamera korkunuzu?
- Sayılır! Bizim okulda da kamera önü dersimiz vardı. Hocamız “Çingeneler Zamanı” filminin baş kadın oyuncusu Sinolicka Trpkova'ydı. Onun dersine pek girmiyordum. Hep “Neden gelmiyorsun” diyordu, sevmediğimi söylüyordum. O da “Senin sevmen önemli değil, kamera seni çok seviyor. O yüzden derslere gel” diyordu. Artık kamerayla haşır neşir oluyoruz işte.
TOPUKLU AYAKKABIYA 15 DAKİKA DAYANIRIM
Haremde hayat nasıl?
- Gayet güzel.
İnsanlar sizi çok seviyorlar. Hakkınızda herhangi olumsuz bir eleştirinin olmaması avantaj mı, yoksa dezavantaj mı sizin için?
- Ben de hep olumlu şeyler duyuyor ve okuyorum. Mutlu oluyorum ama olumsuz şeyler de duymak istiyor insan. Çünkü olumsuz şeyler oyuncuyu motive eder.
Normalde “Ben buradayım” diyen biri değilsiniz; ne giyim kuşam, ne de makyaj açısından… Yine de sizin için “güzel” denilmesine ne diyorsunuz?
- Aslında ben kendini gizleyen biri değilim. Görülmesi gerekiyorsa görülüyor. Oyunculukta şansıma dönem dizileri oldu hep. “Elveda Rumeli”de sürekli başörtülüydüm mesela, çok makyaj yoktu yüzümde.
Makyaj, giyim, kuşam… Normalde sever misiniz bunları?
- Hayır genelde spor giyiniyorum. Ancak düğün olduğunda süsleniyor, topuklu ayakkabı giyiyorum. O da çok zor geliyor. Zaten yakın akrabaların düğününe gittiğim zaman bilirler. 15 dakika beni topuklu ayakkabıyla, elbiseyle görürler. Ondan sonra gidip arabada kıyafetlerimi değiştiririm.
Bu durumda iddialı bir kadın karakterini oynamak zorlar mı sizi?
- Tiyatroda 30'a yakın rolde oynadım. Hepsi de birbirinden farklı rollerdi. Bir kalıbın insanı değilim. O yüzden rahatlıkla oynarım. Sadece ezberlemekle de olmuyor tabii. Araştırmakla, gözlemlemekle, karakteri büyütmekle alakalı.
ÜSKÜP'TEKİ AİLEMİ ÇOK ÖZLÜYORUM
“Muhteşem Yüzyıl”ın beğeneni olduğu kadar, eleştireni de çok. Bozuluyor musunuz bu duruma?
- Biz ne yaparsak yapalım, yine de eleştirmek isteyenler eleştirecektir. ıçinde bulunduğumuz proje çok güzel bir proje. Eleştirileri düşünmüyorum. Görevim neyse onu yerine getirmeye çalışıyorum. Sonuçta kendimi İstanbul'da misafir olarak görüyorum. Bir de sürekli sette olduğumuz için dışarıyla kesiyoruz ilişkimizi. Eleştirileri de duymuyorum o yüzden. Arada boş zamanımız olduğunda arkadaşlarla sohbet, kahve, internet… Bu dünyayla alakamız kalmıyor neredeyse.
Aileniz Üsküp'te mi?
- Evet, çok özlüyorum onları. ıki ayda bir görüşüyoruz. ınternet var Allah'tan. Kamerayı açıp, birbirimizin yüzünü görüyoruz hiç değilse...
İlk kez mi ayrıldınız ailenizden?
- Makedonya'da çekim yaparken, onlardan 170 kilometre uzaklıkta başka bir yerdeydim. Ama yine aynı yer sayılır. Dayanamazsan taksiye biner giderdin. Ama bu kez öyle değil. Bir de ben sürekli onlarla yaşadığım için çok özlüyorum.
ELİMDE TEKST YOKKEN SUDAN ÇIKMIŞ BALIĞIM
Poz vermeye utanıyorsunuz, röportaj yapılırken çekiniyorsunuz, kameralardan korkuyorsunuz. Neden oyunculuğu seçtiniz?
- Tiyatroyu çok seviyorum. Bana rol ver yapayım. Ama elimde tekst yoksa sudan çıkmış balığa dönüyorum.
Ama iyi oyunculuk yanında şöhretle geliyor. O nasıl olacak peki?
- Özgürlüğün biraz kısıtlanıyor tabii... Makedonya'daki yaşam tarzım farklıydı, burada ister istemez değişiyor.
Burada mı, yoksa orada mı daha ünlüsünüz?
- Burada tabii. Orada magazin bu kadar önemli değil. Beni sadece tiyatrocular, tiyatroseverler tanır. Dizi muhabbetleri bizde yoktur. Yeni yeni bir şeyler yapmaya başlıyorlar. Bize de Türkiye'den diziler gelmeye başladı. Biraz heveslendiler dizi olaylarına.
Burada nasıl davranıyor hayranlarınız?
- “Elveda Rumeli” zamanında biri gelip elimi tutuyor, başka biri gelip bir şey söylüyordu. Ben “Acaba nereden tanıyorum” diye boş boş bakıyordum. Bir gün kuzenim “Niye bu kadar şaşırıyorsun, seni televizyondan tanıyorlar” dedi. Gerçekten ilk başlarda epey bir şaşırdım.
BÜYÜK YA DA KÜÇÜK ROL YOK BÜYÜK YA DA KÜÇÜK OYUNCU VAR
Başarılı prodüksiyonlarda yer aldınız ve her biri hanenize bir artı olarak eklendi. ınsan bir zaman sonra “Bundan sonraki mutlaka başrol olsun” der mi?
- Ben demem diye düşünüyorum. Tiyatroda da geçen sene başrolüm oldu. Ödüller bile aldım ama “Ben artık piştim, sadece başrolleri kabul ederim” demedim. Sonrasında zaten en küçük rolde bile oynadım. Benim dedem Üsküplü büyük tiyatro sanatçısı Lütfü Seyfullah'tı. Bana söylediği sözleri hiçbir zaman unutmam: “Büyük ya da küçük rol yoktur. Büyük ya da küçük oyuncu vardır!”
SARAYBOSNA'DA SAVAŞ ÇIKINCA İSVEÇ'E GİTTİM
Lisede tıp eğitimi almışsınız…
- Evet. Saraybosna'daki savaş döneminde biz ısveç'e gittik, üç sene orada yaşadık. Türk okuluna devam ettim. Memlekete döndüğümüzde artık Makedonca'yı iyi konuşamıyordum, Türkçe konuşuyordum. Liseye yazılacağım ama Makedonca eğitim veren bir okula gitsem, dilim çok iyi değil. Türkçe eğitim veren tek okul tıp okuluydu. Ben de oraya gittim.
Şurada bayılsam, ilkyardım yapabilir misiniz?
- O kadar yaparım tabii! Kaptık bir şeyler derslerde!
Savaştan sonra memlekete dönmek nasıldı?
- Küçük olduğum için o kadar etkilenmedim. 13 yaşındaydım.
Az bir yaş değil ama…
- Üsküp o kadar etki görmedi. Bir tek üç sene önce mi hatırlamıyorum iç savaş olmuştu. Bizim yaşadığımız yerden Balkanlar'daki patlamalar, yangınlar, bombalamalar görünüyordu. Tabii etkileniyorduk.