* Eskiler derler ya; kimsiniz kimlerdensiniz Nazlı Hanım? - Ailem Selanikli. Evlad-ı fatihan torunuyum. * Tercümesini rica etsem... - Anadolu’nun ileri gelen ve yabancı topraklara göç eden ailelerine verilen bir sıfat bu. Atalarımız Selanik’e yerleşmiş zamanında, topraklarını kaybedince de buraya dönmüşler. Selanikliyiz dediğimizde özellikle evlad-ı fatihan olduğumuzu da belirtiriz hep.
* Neden “özellikle”? - Çünkü Selanikli kelimesini duyunca bazı kimseler bizi Sabetayist olarak algılıyor. Yanlış anlaşılmasın, insanlar tabii ki Sabetayist de olabilirler. Ancak benim atalarım Anadolu’dan göç etmiş Müslüman Türkler. * Siz nerede doğdunuz? - Ankara’daki Dağlar Apartmanı’nda... * Evde mi doğdunuz?
- Annem, abim Ömer’i de beni de evde doğurmak için ısrar etmiş. * Neymiş sebeb-i ısrarı? - Hastanede çocuklar karışır diye korkuyormuş. Aslında ne kadar cahilce bir hareket. Doğum sırasında bir komplikasyon çıkabileceğini hesaba katmamışlar. * Bebeklerin karışması da “komplikasyon” değil mi? - (Gülüyor) Annem son derece otoriter bir kadındı. Çok sıkı bir disiplin altında büyüttü bizi. Babam siyasetle uğraştığı için genellikle evde olmazdı. Evin yönetimini tamamen anneme bırakmıştı.
* Varlıklı bir ailenin çocuğusunuz besbelli. - Öyle ima ettiğiniz gibi zengin bir ailenin kızı değildim. Babam genel müdürlük, müsteşarlık, milletvekilliği ve bakanlık yapmış yüksek düzeyde bir memurdu. * Ee daha ne olsun?
- Bunlar zengin olduğu anlamına gelmez. Gelirimiz benim ve abimin tahsiline yetecek güçteydi. Abim, babamın makam arabasının yıllarca şoför Sami Efendi’ye ait olduğunu sanmıştı. İlkokul dersen, abimle beraber yürüyerek gider gelirdik. Üniversiteye gitme yaşım geldiğinde de döviz imtihanını kazanıp Lozan’a gittim zaten. * Dame de Sion’un koridorlarında biraz turlayalım.
- Oradaki günlerim tek kelimeyle korkunçtu. Malum son derece disiplinli bir rahibe okulu orası. * Madem öyle, neden Twitter isminiz bile NotreDameDeSion?
- Twitter’a girdiğimde “Nazlı Ilıcak” isimleri kabul görmedi. Besbelli başkaları almıştı. Bu yüzden NotreDameDeSion’u kullandım. Okulda zor günler geçirmemde leyli (yatılı) okumam ve ailemden ayrı kalmamın etkisi büyüktü. Düşünsene, o yaşta böyle bir ayrılık acısının travmasıyla boğuşmak zorunda kalmıştım.
* Siz de dokununca içine kapanan küstüm çiçeği mi oldunuz? - Aslında tersi oldu. Normalde utangaç biri olan ben, okulun duvarları ardında tam bir canavara dönüşüyordum. İnanmazsan 27 Mayıs döneminde derslere giren askerlik hocasına sorabilirsin. * Siz anlatsanız...
- 60’ta darbe olduktan sonra, sinemalarda Yassıada ile ilgili bazı propaganda filmleri gösterilmeye başlandı. Mahkeme sahneleri montaj yapılarak perdeye yansıtılıyordu, Menderes ve arkadaşlarına hakaretler yağdırılıyordu. İşin en garip tarafı bu filmlerin okullarda da oynatılmasıydı. * Üniversitelerden mi bahsediyorsunuz? - Dame de Sion’dan bahsediyorum. Liseye siyasetin girdiği nerede görülmüş? Devlet eliyle üretilmiş bu filmler korkunç bir dönemin göstergesidir.
* Yakalanmaktan korkmuyor muydunuz? - Dedim ya, okuldayken bir canavara dönüşüyordum. Haksız kazanç sağladıkları gerekçesiyle devletin, demokratların paralarına el koyduğu dönemde filmleri yuhalamaktan da öteye gitmiştim.
* Sizin de paralarınıza el konulmuş muydu? - Bizim zaten paramız yoktu. Ama darbe sonrası, Menderes’in çiftliğinin satılacağı haberleri yayıldı. Bunu duyar duymaz yardım için kolları sıvadım tabii ki. * Ne gelir ki elinizden o yaşta?
* Eyvah! - Eyvah tabii... Bir hafta okuldan uzaklaştırma cezası aldım.
* Dame de Sion’un duvarları arkasındaki hayat ne zaman son buldu? - Babamın tutuklanıp Yassıada’ya gönderilmesinin ardından annem İstanbul’a döndü. Hâl böyle olunca artık yatılı okumama gerek kalmadı. Babamın özgürlüğünü kaybetmesiyle ben özgürlüğe kavuştum anlayacağın.
İroninin de böylesi... - Hem de nasıl. Darbe beni özgür bir genç kız yaptı adeta. * Dame de Sion rahibe okuluydu dediniz az önce, Hıristiyan din eğitimi de gördünüz yani?
- Tabii ki hayır. Müslüman öğrenciler o derslere girmezdi. Bizim tek gördüğümüz bahçedeki kiliseye ellerinde İnciller’le girip çıkan hocalar, boyunlarında haçlarıyla rahibelerdi. Bir de felsefe dersine giren papaz vardı tabii.
* Bir Müslüman olarak zorlanmadınız mı bu ortamda? - Aksine, dine saygı duymayı rahibelerden öğrendim. Okulda Yahudi’sinden Rum’una birçok gayrimüslim öğrenci de vardı. Hepimiz arkadaştık. Ama tabii o dönem farklı bir dönemdi.
* Ne açıdan? - Toplum içinde bazı şeylerin ayıp olduğu maalesef öğretilmiyordu bize. “Gavur” kelimesi çok rahat sarf edilebiliyordu. Benim ağzımdan asla çıkmazdı böyle bir sözcük. Hatta 12-13 yaşlarındayken “Sadece Müslümanlar cennete gidecek” cümlesini şaşkınlıkla karşılar, hemen itiraz ederdim. Kendilerini Tanrı’ya adamış, özel hayatlarından vazgeçip karşılık beklemeden bizi yetiştiren rahibelerin cehenneme gidecek olmasını aklım almıyordu.
- Yalan değildi aslında, bu konudaki fikrim ilerleyen zamanlarda değişti. Darbe sonrası siyasete ilgi duymaya başladım. Ardından Demokrat Partililer’in üniversitede okuyan çocuklarıyla tanıştım. Onların duruşundan etkilendim. “Ne okuyorsunuz?” diye sorunca “Siyasal” cevabını aldım ve “O zaman ben de siyasal okuyacağım” dedim. Annemle babam da destekledi ve üniversite eğitimim için beni Lozan’a gönderdiler.
* Aman İstanbul’dakiler duymasın. - İstanbul’a geldiğim bir sefer anneme konuyu açtım. “Bir şey itiraf etmem gerekiyor” dediğimde suratındaki ifadeyi hiç unutmam. O kafasında “Eyvah başına kötü bir şey geldi” diye binbir senaryo yazarken “Demokrat Parti’ye ihanet ettim, solcu oldum” deyiverdim.
* Düşüp bayıldı mı? - Ne annemin ne de babamın bu konuda beni ciddiye aldıklarını sanıyorum. Aradan birkaç gün geçti, babamdan bir çift pabuç istedim. O da “Türkiye’de herkesin bir çift pabucu olunca sana da istediğini alacağım” dedi. Bunun üzerine baktım bu solculuk pek bana göre bir şey değil, döndüm hemen kararımdan.
* Dönüp dolaşıp evliliğinize gelmek istiyorum. Nasıl tanıştınız Kemal Ilıcak’la? - Tanıştırıldık. Biz 1969’da görücü usulü evlendik. Kendisinin eski Demokrat Partililer’den pek çok tanıdığı vardı. Şehirli, iyi bir ailenin kızıyla evlenmek istediğini söylediğinde partiden bazı bakanlar yardımcı olmuşlar.
* İlk akıllarına gelen siz mi olmuşsunuz? - Benden evvel bir başka kızı istemeye gitmişler. Kemal bakmış, kız naylon örtülü bir masada yemek ikram ediyor. “Ben köylü, o köylü, biz bu İstanbul’da ne yaparız?” demiş ve vazgeçmiş. Yanlış anlaşılmasın, köylüleri aşağıladığı yok, sadece kafasında başka bir şey hayal etmiş. Yoksa köklerine çok bağlıydı.
* Leyla Umar annenizin Kemal Bey’e “Kızımla evlenirsen çok mutlu olurum” dediğini söylemiş bir rivayete göre. - Annemin bu sözleri sarf ettiğini sanmıyorum. Kemal bir tepsi baklavayla geldi, beni istedi ve görücü usulüyle evlendik. Hepsi bu.
* İlk görüşte aşk yani... - Bir çeşit mantık evliliğiydi bizimkisi. Hiçbir zaman “Kemal bana aşıktı, ben de Kemal’e aşıktım” diyemem. Lütfen bunu cımbızla çekip manşete taşımayın.
* Maddi durumunuz nasıl? - Gayrimenkullerim var ama eğer çalışmazsam geçimimi sağlayamam açıkçası. * Sanki hiçbir şeyden korkunuz yokmuş gibi hayata karşı dimdik duran bir kadınsınız.
- Korkularım olmaz olur mu? Kedi ve köpek başta olmak üzere hemen her hayvandan korkarım. Bu yaşıma kadar kedi başı okşadığımı hatırlamam. * Tek korkunuz bu mu? Hakikaten mangal yürekliymişsiniz.
- Sağlığımın bozulması da korkutur beni tabii ki. Bir de gün gelir kalemim fazla sivri olur da bu sebepten gazetedeki işime son verilir diye endişelendiğim olabiliyor. Bir gazeteci için yazmamak en acı şey olmalı.
Gazetecilik kariyerinize dönüp bakınca hiç böyle endişelerle hareket etmiş gibi görünmüyorsunuz. - Zaten açıkçası böyle bir şeyin başıma geleceğine de fazla ihtimal vermiyorum. Hem eskisi gibi de değilim artık, dedim ya yumuşadım.
* Size göre Türkiye’de basın özgürlüğü var mı? - Uygulamadan, otosansürden, Tayyip Erdoğan’ın duygusal yapısı ve konuşmasından, patronların tedirginliğinden kaynaklanan kısıtlamalar var. Herkes istediğini istediği gibi yazamıyor. Mesela Hasan Cemal’in yazı yazmaması bu ülke için büyük kayıptır, çok yazık.
* Peki ya hapis yatan gazeteciler için yorumunuz? - Hapis yatanların hepsi gazeteci kimliklerinden veya muhalif olduklarından dolayı orada bulunmuyorlar. Mustafa Balbay, Tuncay Özkan gibi isimler Ergenekon denilen terör örgütü kapsamında askerle işbirliği yaptıkları iddiası sebebiyle yargıla-nıyor. Asıl düşünce özgürlüğü yüzünden hapis yatanlar Öcalan’a sahip çıkmış ve lehine sloganlar atmış olan Kürt gazeteciler. Her dönemde yargı onların yakasına yapışmış.
* Siz daktilonuzun tuşlarına vururken başım belaya girer diye korkmuyor musunuz? - Hayır daha ziyade iktidarı tutan bir gazeteci olduğum için patronumun başına bir şey gelir mi diye korkmuyorum. * Patron demişken, sizin patronluk yaptığınız dönemle bugünkü gazete patronları arasında çok fark var mı?
- Kemal, Tercüman’ı çıkardığı dönemde çalışanlarıyla çok yakın ilişkisi olan bir patrondu. Bugünkü patronlarda aynı yakın ilişkiyi göremiyorum. Bir istina vardır, o da Aydın Doğan. O; köşe yazarlarından yazı işlerine kadar çalışanlarıyla son derece samimi...
* Ufukta yeni bir estetik operasyon var mı? - Bu da nereden çıktı şimdi? İhtiyacım mı var? Bence yok. * Bence de yok. Sahi siz kaçlısınız?
- Sorma şu soruyu artık, her yerde yazıyor, kızıyorum. 44’lüyüm. Bir yere konuşmaya gitmeden önce özgeçmiş istiyorlar haliyle. Bizim sekreter de hemen yazıveriyor “1944 Ankara doğumlu” diye. Yahu kızım dedim “Biz onu gençken yazıyorduk, unut artık şu 44’ü. Mecbur muyum bütün salona yaşımı bildirmeye!”
* Emin Şirin’le olan ikinci evliliğinizden bahsedelim. Kaç yıl evli kaldınız Emin Bey’le? - 9-10 yıl kadar. * Boşanma sebebinizin siyasi fikir ayrılıkları olduğu söylenir.
- Hayır, beni aldattığını tespit ettim ve hemen boşanma kararı verdim. Evlilik uyum ve güven üzerine inşa edilen bir anlaşmadır. Bunlar ortadan kalktıktan sonra artık beraber yaşamanın bir anlamı kalmıyor. Kısaca çekiver kuyruğunu gitsin. * Nasıl tespit ettiniz aldatıldığınızı?
- O milletvekili seçildiğinde doğal olarak sürekli birileri arıyor, telefonuna mesajlar bırakıyordu. Bir gün gelen mesajlara baktım ve durumu fark ettim. * Yanılmıyorsam Emin Bey, Ergenekon davasında yargılanıyor. - Öyle bir ilişkisi olduğunu hiç sanmam. Akıllı bir insandır, gidip de Ergenekoncu olmaz.
* 2007’de milletvekili olmanızı askerin engellediği konuşulur. - Teşkilat beni istiyordu aslında ama sanırım Tayyip Bey uygun görmemiş. * Üzüldünüz mü bu duruma?
- İçimden “Ben bu kadar severken bu grup beni sevmiyormuş meğer” dedim. Kırıldım ama AK Parti aleyhine dönmedim. Başbakan beni idare edilemez, ele avuca sığmaz biri olarak görmüş olabilir. * Size göre Başbakan, Nazlı Ilıcak’ı seviyor mu? - Sevgiden ziyade bana güvendiğine inanıyorum.
* Kırsekili Ali Çavuş’un oğlu Kemal ile Fransız kolejli Nazlı arasında uçurumlar yok muydu? - Kemal öyle muhafazakar olup da başkalarının hayatına müdahale eden biri değildi. İftarını açarken bile masasında içki içenlere ses çıkarmaz, mazlum mazlum bir köşede oturur iftar saatini beklerdi.
* Başkalarının hayatına müdahale etmemesini anladım da size de mi hiç karışmazdı? - Hayır kesinlikle karışmazdı. Ama inançları çok kuvvetli bir adamdı. Mehmet Ali bazı şeyleri babasından miras olarak almış. O da orucunu hiç kaçırmaz, namaz kılar, içki içmez.
* Bu dediklerinizi okuyanlar arşivlerdeki dansözlü görüntüleri hatırlatacaklar. - Bu konuda sakınacak hiçbir şeyim yok. Mehmet Ali orada 18 yaşında. Ben o karede yokum; zaten o mekanda değildim. Benim önümde viski ve elimde tef olan, Mehmet Ali’nin de dansöz oynattığı iki ayrı fotoğraf bir arada yayınlanıyor. “Annesi çalıyor, oğlu oynatıyor” gibi bir izlenim veriliyor. Ayrıca gece kulübünde bir dansözle her zaman karşılaşılabilir. Ortada fuhuş yok bir şey yok.
* Peki o zaman niye devamlı ortaya çıkıyor bu naftalin kokan fotoğraflar? - Bunlar bir nevi karalama kampanyası. Ben şimdi AK Parti’yi destekliyorum ve sözde muhafazakar bir yapının içine girdim ya... Halbuki burada beni karalayacak bir şey yok. Zamanında Emin Çölaşan da “Viskici Nazlı” deyip dururdu bana.
* Viskici misiniz Nazlı Hanım? - Yahu ben hiçbir zaman içki içtiğimi reddetmedim ki. Hâlâ içiyorum ama öyle aşırı miktarlarda değil. Mehmet Ali ise 90’ların başından beri ağzına alkol sürmemiştir. Yalnız burada şunu belirtmek istiyorum, fazla düşkün olmamama rağmen içki konusunda getirilen veya getirilmesi planlanan yasakları açıkça eleştiriyorum.
* Bambaşka bir konuya atlayıverdik. - Herkesin hayat tarzı kendisine. İsteyen içkisini içebilmeli. Bunun zararını görecekse kendisi görecektir. İçki Müslümanlık’ta günah olabilir ama başka dinlerde böyle bir şey söz konusu değil. Çıkan bazı haberlerden açıkçası rencide oluyorum.
* Süleyman Demirel’le aranızda bir soğukluk olduğu söyleniyor... - Benim tarafımdan bir sorun yok, artık düşüncelerimiz örtüşmüyor. Onun da bana karşı bir tepkisi olduğunu sanmam. Bu son davalarda Süleyman Bey’den farklı bir çizgide durmam onu sevmediğim anlamına gelmez.
* Bilinçli olarak aranıza mesafe koymadınız, öyle mi? - Aramızda sadece fikir farklılıkları var. Bana göre yanlış yaptı 28 Şubat’ta. Askerin yanında fazla durdu. Ancak çok zor dönemlerde çok önemli işler de başardı. Üniversite imtihanı değil bu neticede. Yanlışlar doğruları götürmez.
* Nazmiye Hanım ile aranız nasıl? - Çok hasta biliyorsunuz. Hastaneye yatırdılar. Bu durum Demirel’i çok üzüyor. Yalnız kaldı bir anlamda, çok geleni gideni olmasına rağmen kimse hayat arkadaşının yerini tutmuyor.
* Bu zor günlerde hiç ağladığına şahit oldunuz mu Demirel’in? - Öyle şakır şakır ağlamak diyemeyeceğim ama çok mahzun ve üzgün olduğunu söyleyebilirim.
* THY’de uygulanan yasak için ne diyorsunuz? - Ekonomik nedenlerle bazı seferlerde içki ikramının kaldırıldığı söyleniyor. Oysa THY kâr eden ve güzel işleyen bir müessese. Bu durumu olumsuz karşılıyorum.
Bu yasaklar sizi endişelendiriyor mu? - Kesinlikle hayır. Türkiye’de seçim yoluyla bazı zihniyetlerin değiştirilebileceğine inanıyorum. * Seçim yeni bir yol değil ki...
- Tabii ki değil ancak seçilerek dahi gelseniz azınlıkta kalan insanların hayatlarına müdahale edemezsiniz. Mesela seçimle gelip “Resmi nikahı kaldırıyorum, sadece imam nikahı kıyılacak” diyebilir misiniz? Hayır. Bir alternatif sunulduğu takdirde dini nikahlara da karşı değilim.
* Anahtar sözcük ‘alternatif’. - Tabii... Seçenekler sunulduğu müddetçe bunda laikliğe aykırı bir durum yok. Ama “Herkes başını bağlayacak, kimse içki içmeyecek” demek büyük yanlış olur.
* Var mı böyle bir durum? - O noktalara kadar varmasa da sınırlayıcı bir ideolojinin olduğunu görmek lazım. Ancak bu bizi giderek sıkıştıran bir mengene haline gelemez.