İclal Aydın, Habertürk TV'de başlayacak yeni programını ve son kitabını anlattı.
İclal Aydın iş konularında “Hayır” demesiyle meşhur biri; “Hayır” demenin koruyucu bir kalkan olduğuna inanıyor. Yine de geçen hafta hayatının en hızlı “Evet”i çıktı ağzından. Yakında onu Habertürk’te bir gece programında izleyeceğiz. Beş yıl aradan sonra ilk kez... İclal Aydın’la Senin Adın Bile Geçmedi adlı güzel kitabını, medyanın can acıtan, onur kıran kalemlerinden biri olmama kararını ve yeni bir hayat kurmanın neleri göze almayı gerektirdiğini konuştuk...
İclal Aydın’ı hep çok olumlu duygularla andım fakat adı geçtiğinde hangi olumlu izlenim ilk önce gelir derseniz, ‘Heyecan’ derim... Hayata karşı hep heyecan duyan, o heyecanı güzellik ve iyilikle besleyen, büyüten, ayakta tutan, dahası alma kabiliyeti olan başkalarına da kolaylıkla bulaştırabilen bu müthiş kadın, “Galiba böyle şeyler yaradılışla ilgili, saçının rengi, burnunun şekli gibi; böyle doğuyorsun, içinde bir çekirdekle, bir enerjiyle...” diye anlattı güneşli bir sabah vakti yaptığımız söyleşide, “Yaşamım hiç kolay geçmemiş de olsa, senin heyecan adını verdiğin bu özelliğim sayesinde ayakta ve güçlü kalabildim.”
-Aşkla ilgili çökerten olaylar yaşadığınızda heyecanınıza ne oldu, onu nasıl geri aldınız?
Kitapta geçen hikâyeler birçok insanın hayatından kesitler içeriyor; benim, bu projede birlikte çalıştığımız Tolga Meriç’in, belki farkında değilsin ama, senin... Hayatımda hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağına inandığım, kendime acıdığım, sinirlendiğim, hayatı suçladığım, sonsuz bir hiçlik duygusuna kapılarak kıpırdamak istemediğim zamanlar yaşadım... Bir kez değil, defalarca yaşadım. Kiminin şiddeti daha yüksekti, kimi kolay atlatıldı. Acı da aşkın önemli bir parçası.
-Şu anda bir dönüşümün içindesiniz...
“Henüz tamamlanmamış bir süreçten söz edemem, yeni ve eğlenceli bir yolculuktayım” diyelim. Etrafımdakilerle daha sağlıklı ilişkiler kurabilmeye başladım. Şimdi fark ediyorum ki, daha önce hep kendimi anlatmaya, yaptığım işlerin doğruluğunu kanıtlamaya uğraşmışım. Yazdığım kitaplarda da böyle oldu. 2000’de çıkan ilk kitabım bir nevi fenomene dönüştü. Hayatımı 1990’dan beri yazarak kazanıyordum ama o sırada, başkalarıyla birlikte bunu ben de unuttum sanki. Atladığımız şey şuydu: Ben, yazıya ve kitap dünyasına duyduğum olağanüstü saygıyla çok çekingen davranırken, tevazum bana karşı olanların silahı haline geldi. Ne acıdır ki medya dünyasında iyi biri olmanın hiçbir önemi yokmuş, korkulan biri olman gerekiyormuş.
-Nasıl korkulan biri olunur?
Korkulanları hepimiz tanıyoruz zaten. Kalemin can acıtıcılığıyla, onur kırıcılığıyla... Bu keşfimi uygulamayı tercih eder miyim? Hayır. Bu yüzden ofisimi boşalttım ve yazılarımı dışarıdan yazmaya başladım. Artık sadece iyi işler yapmak, kızımı büyütmek ve kendimle kalmak istiyorum.
İKİMİZ ÇOK GÜZELDİK!
-Güzel bir kadındınız ama daha da güzelleştiniz, bunun için çaba harcadınız, kilo verdiniz mesela...Bu çaba kimin için, kendiniz için mi, geride kalanlara neyi kaybettiklerini hatırlatmak için mi, yoksa gelecek olana davetiye
manasında mı?
Hepsi. “Eskilerle alakası yok” diyemem. Her kadın geçmişindekiler onu kaybettiği için pişman olsun ister. Geçmişi geri alamayız, yaşadık ve unuttuk... Çaba gösterdiysem, bu en çok kendim ve gelecek olanlar içindir. Şimdi artık yeni bir ben ve yeni bir hayat kurma vakti.
-Derler ki, insan âşık olduğunda, gündelik dünyanın yanında ilerleyen yeni bir paralel evrene girermiş. Başka hiç kimsenin adım atamayacağı küçük bir evrenmiş bu; iki kişilik bir ülke, özel, cam fanus gibi korunaklı...
Kesinlikle. “İkimiz çok güzeldik” diye bir cümle herkesin canını acıtmaz mı? Bütün dünyaya karşı sadece sen ve o. Bir sürü saçmalığı da tam bu yüzden, o fanustaki korunaklı yaşamın sahici
ve uzun ömürlü olduğuna inandığımız için yapıyoruz.
-Cam fanus en kolay kırılan şeydir halbuki...
Kırılmazsa da havasız kalır o iki kişi içeride.
-Kaç kere kurulabilir öyle bir evren?
Aşk bir kerelik değildir. Yaşam birçok aşkı barındırır içinde. Aşkın insanın başına, şu hayatta sadece bir kez geldiği, geçerliliğini yitirmiş bir inanış. Şimdi artık seçeneklerimiz sınırsız, “Kalbini kıran olursa çabuk toparlanmanı sağlayacak bir başkasıyla karşılaşabilir, seni sevmeye gönüllü olanlar arasından birini seçebilirsin” diyor yeni teselliler. Aşkın şiddeti de değişti, sayısal varlığı da...
ACI ÇOK ŞEY ÖĞRETİR
-Aldığı yaralar ne öğretiyor insana?
Yaralı olunca kaplumbağa gibi, duyduğun her tıkırtıda kabuğuna çekiliyorsun, ya da kirpi gibi dikenlerini çıkarıyorsun. İnsanları okuma biçimin değişiyor. Eskiden sen karşındakinin hikayesini iyi niyetle tamamlar ve büyütürken, şimdi nesnel bakmaya çalışıyorsun, kendine daha acımasız oluyorsun. Görkemli aşk acılarının görkemli öğretileri olduğuna inanıyorum ben. Sevgili olarak değil sadece, insan olarak da... İltifat kabul edebilmek, ilgi kabul edebilmek bir beceriymiş aslında, anlıyorsun. Sevmeyi bilsen bile sevilmeyi bilmediğini görüyorsun ve sevilmeyi öğreniyorsun . Fazlalıkları çıkara çıkara içinde
-Ayrılığın iyi bir şey olduğunu hiç düşündünüz mü? Başa dönebileceğin, kendin olabileceğin ve bir kez daha çoğalabileceğin anlamına geliyor olamaz mı?
“Ayrılmak” hayatta yaptığım en iyi şeydir. Gülerek söylediğime bakma, bu beni kederlendiriyor aslında. Bir şehirden ayrılmamak, bir evden taşınmamak, bir kopuş yaşamamak için elimden gelen her şeyi yaparım halbuki.
Aşktan kardeşliğe ya da dostluğa geçiş aşaması insana acı verir. Sizinse böyle bir şansınız olmadı. Aşktan hızla inişe geçtiniz. Hangisini tercih ederdiniz?
Hiçbir türlüsü olmasa keşke, ama arkadaşlığa geçişi tercih ederdim. Çünkü seni mutsuz eden her duygu unutuluyor eninde sonunda. Yeni bir şeyi içeri alabilmek için yer açmak
zorundasın, kalbinde ve hayatında. Arkadaşlığa geçiş süreci uzun, sancılı ve canından bezdirici olsa da, gözyaşları aksa da, kalıcı olan o.
-Aşkta sizi irkilten şeyler yaptınız mı hiç; kalp çiğnemekten haz duydunuz mu mesela?
Beni irkilten çok şey yapmışımdır. Çok kalp kırmışımdır. Karşımdakini onun beni sevdiği kadar sevmemişimdir. Umulmadık bir anda çıkıp gitmişimdir. Ama hiç bile isteye kötülük, yani zalimlik
etmedim.
"Aşık olmak için içindeki vahşi sesi ehlileştirmek gerekiyor” diye yazmışsınız kitapta...
‘Erkeksileşiyorum’ belki. Öyle olunca aşık olmak da zorlaşıyor. İki erkeğin çok iyi arkadaşlığında olduğu gibi, eğleniyoruz birlikte, şahane vakit geçirebiliyoruz ama aşk uzaklaşıyor. Güvenli kucaklar vardır mesela, mükemmel insanlar... Tam aradığım kişi dersin, kalbine, ruhuna iyi gelir, şefkatli bir omuzdur, ama... Hep bir ‘ama’ vardır. O ‘ama’ yüzünden içindeki vahşi ses hiç susmaz. Belki de hayatının en büyük hazinesinin üzerini örtersin bu yüzden. Kendine yaptığın haksızlıktır o, karşındakine değil. İçimizdeki o vahşi sesler susmadığı sürece, mutlu aşka ulaşmak söz konusu değil.
-Hem mutlu aşk da yok zaten...
Yok. Aşkın süreçleri içinde mutlu olunan bir dönem var sadece. İyi sevişebiliyor ve anlaşıyorsanız, o mutlu hal iyi bir evliliğe, iyi bir beraberliğe evrilebilir. Ama tutkulu bir aşka değil, hayır. Bu yeni hayat biçiminin de bir parçası. Kariyer yapmak, erkeklerle eşit olmak, dünyaya meydan okumak, erkeksileşmek, “Hayır” diyebilmek, gerektiğinde yumruğunu masaya vurabilmek, ‘eyvallah’sız yaşayabilmek...
-Bunu yapar mısınız?
Yumuşak görünürüm ama bana yanlış yapılmasına izin vermem. Hainlik yapmam ama hainliğe de göz yummam. Eşitim olan biriyle çok iyi anlaşabilirim ama büyük aşk yaşayamam. Aşkın içinde bir tarafın boyun eğmesi, köleliğe gönüllü olması da var çünkü...
EŞCİNSEL AŞK AŞKIN EN SAF HALİ
-Aşkın en saf halinin ‘eşcinsel aşk’ olduğunu söylüyorsunuz kitapta...
Eşcinsel aşıkların güzel yanı, aşkı kimin bedeninde yaşadıklarına aldırmamaları. Aşkın ille bir kadınla bir erkeğin arasında yaşanması gerekliliğine inanmıyorum ben. Eşcinsel aşkta, güçlü yanları var aşkın, kavgasıyla, kıskançlığıyla, özlemiyle, gözyaşlarıyla, beklentisiyle, beklentisizliğiyle, gözden uzak oluşuyla, kabul görmeyişiyle...