Komiser Ozan karakteriyle Salı akşamı ekranda

Salı günü başlayacak '20 Dakika' dizisinde komiser Ozan karakterine hayat veren Fırat Çelik, modada geriye dönüşün olduğunu söylüyor ve "Şimdi moda geriye dönüş. Aşkta da eski romantik aşklar moda olacak. Sokakta aşkla el ele tutuşan insanlar göremez olduk. Bunlar bizim suçumuz değil ama sistemin dışında kalınca da marjinal oluyorsun" diyor.

Komiser Ozan karakteriyle Salı akşamı ekranda

Son üç aydır nereye gitsem karşıma Fırat Çelik çıkıyor. Sürekli etrafında insanlar var ve masalarından kahkaha sesleri yükseliyor. Ortak tanıdıklarımız Fransa'dan üç yıl önce gelmesine rağmen Türkiye'ye çok rahat uyum sağladığını söylüyor. Ne yalan söyleyeyim ben de "Acaba nasıl biri" diye merak ediyordum. '20 Dakika' dizisinde oynayacağını öğrenince de yollarımız kesişti ve röportaja oturduk. Fırat, ilk tanıştığınızda kendisini gizlmeye çalışıyor, ama samimiyetinizi gösterdikçe o da kalkanlarını indiriyor. Biz önce sohbet ettik ardından da onun Almanya'da başlayan, Fransa'ya uzanan ve Türkiye'de devam eden hayatında kısa süreli bir yolculuğa çıktık. Ortaya zeki, isteklerinin farkında olan ve hedefine kilitlenmiş bir maceraperest çıktı.

Marlon Brondo kitabında zihninde kalan ilk kareyi anlatır. Pek, ben sana hayatının karesini sorsam...

5 yaşındayım. Oturduğumda ayaklarım yere bile değmiyor. Babam Almanya'da, annem, ablalarım, kız kardeşim ve ben trendeyiz. İspanya'ya gidiyoruz. O kare hayatımın en önemli anıdır.

Neden?

Detaya girmeyeceğim. Ama annemle bakışmamız, ablamın elimi tutması anını hiç unutamayacağım. Çünkü biz eski hayattan yepyeni bir hayata başladık.

Almanya'da doğmuşsun, sonra Türkiye'ye gelmişsiniz. Son olarak da Paris'e yerleşmişsiniz. Senin Avrupai bir tipin var. Paris'te bu sana avantaj sağladı mı?

Ailem çok zorluk çekti ama senin sediğin gibi ben tipim nedeniyle hiç zorluk çekmedim. Hatta tiyatro camiasının içine girdiğimde herkes bana "Adın Fırat Çelik ve sen bu isimle nasıl bu küçücük camiaya girdin" dedi.

Delikanlılık dönemlerinde aklında hiç oyunculuk yokmuş ama adam olacak çocuk kendini hiç mi belli etmedi?

Oyuncu olmak gibi bir hedefim yoktu. Ama çocukken "Bakın ben bir şey yapacağım ve hepiniz güleceksiniz" diye ortaya atılırdım. Ön planda olmak isterdim. Ama onun oyunculuk olduğunu bilmiyorudm. O nedenle barmenlik de yaptım, modellik de... Ama mutlu olmamadım. Bir gün arkadaşlarım "Tiyatro yapsana" dediler. Ben de can sıkıntımı gidermek için kursa başladım. Ama hayatımı yönetmen Thierry Harcourt değiştirdi.

Aynı mahallede oturuyormuşsunuz...

Evet ama ben yönetmen olduğunu bilmiyordum. Selamlaşıyorduk ama bir gün "sen ne iş yapıyorsun?" dedi. Ben de "Oyuncu olmayı deniyorum" cevabını verdim. Bana "Burada bir yanlış var. Ya oyuncusundur ya da deneme. Ben senin gözlerine baktığımda yaşanmışlık görüyorum ama sen her şeyi saklayıp bize artistlik yapmaya çalışıyorsun. 20 yaşındasın, mavi gözlüsün. Kızlar seni beğeniyor. Ama kendini tanımıyorsun" dedi.

O anda ne hissettin?

Hayatımı bilmemesine rağmen çok özel bir şey söyledi. O adam hayatımı değiştirdi. Bana projesinden bahsetmedi. 1.5 yıl boyunca benim üzerime çalıştık. Düşün Oya, bir adam geldi bana elini uzattı ve ben de cesurca elini tuttum. Hangi projede oynayacağımı bilmeden çalıştık. Dünyada ilk kez 'Otormatik Portakal' tiyatroya aktarıldı. Prömiyere Kevin Spacey bile geldi. Öyle bir şey yaşadım ki, inanılır gibi değildi. Eskiden barmenlik yapıyordum, şimdi Kevin Spacey'nin karşısında karakter canlandırdım.

1.5 senelik çalışmanızda kendini bulma yolculuğun nasıldı?

Benim için önemli olan 2- 5 yaşları arasındaki Fırat'ı bulmaktı. Onu bulduktan sonra hayatım kolaylaştı. Ondan sonra anne-babamdan ayrıldım. Çünkü Fırat olmam gerekti. Ama sancılı bir süreçti. Tanımadığın bir insana özel hayatını anlatmakzordu. Hiç tanımadığın birinin karşısında duygusal anlamda çırılçıplak kalıyorsun. Bu korkunç bir şey. Ama sahnede de seyirci karşısında çırılçıplak olman lazım.

Sonra 'Welcome' diye bir filmde oynuyorsun ve İstanbul Film Festivali'ne geliyorsun. Bir anda hayatın değişiyor...

O da büyülü bir filmdi. Bir Türk karakter vardı. Ama ben Türkçe bilmiyordum. İstanbul'a festivale geldim ve Çağan ırmak izlemiş beni. Most Production'ı arayıp "Siz bir proje hazırlıyorsunuz. Şu anda karşımda bir çocuk var. Kim olduğunu bilmiyorum ama tip olarak sizin karakterinize çok uygun" demiş. Ben hiçbir şey bilmeden Fransa'ya döndüm. 10 gün sonra bana telefon edip "İstanbul'a gelir misiniz. Bir teklifimiz var" dediler. Kış Masalı ve Türkiye maceram böyle başladı.

Fransa'da tiyatro ve sinemada iyi kariyer yapmaya başlamışken Türkiye'ye gelmen ilginç. Sen bir maceraperest misin yoksa bu bir kaçış mıydı?

Maceraperestim. Ama Avrupa sisteminden sıkılmış da olabilirim. Kendime ben de anlam veremiyorum. Sadece "Ben gitmek istiyorum" dedim ve üzerine düşünmedim. Ben rüzgarın beni götürdüğü yere giderim. Beş sene sonra başka bir yerde olabilirim.

'Kış Masalı'na geldin ama ömrü kısa sürdü. "Ne yaptın ben" demedin mi?

Bazı şeylerde tecrübesizdim. Yeni bir ülke, yeni dil ve kendimi teslim ettim. Ben projeyi iki sene sürecek diye biliyordum. 11 bölümde bitince tabii ki "Ne yaptım ben" dedim. Ama Türkçe'mi geliştirdim. Ama dizi bitince Paris'e döndüm ve anneme "Yapamayacağım" dedim. 8 ay kaldım. Kısacası gelir gelmez piyasanın içine girdim. Orada her şeyi, o tabloyu gördüm.

O nasıl bir tablo?

Kaos var. Ben o kaosun içinden çıkıp olgunlaştım. Paris'te alıştığımız bir hayat var. Her şey elinizin altında ve hayatı siz kontrol ediyorsunuz. Yeni bir ülkeye geldiğinizde elinizde hiçbir şey kalmıyor. Bu çok zor bir şey. Ben o kaosun içine ani girip ani çıktım. Çok hızlı geçti her şey. O nedenle her rengi, her insanı da gördüm. Neyin doğru olduğunu, kiminle çalışmak istediğimi biliyorum. Bir de kurtlar sofrası olan bir camianın içine girmek de zordu. Artık kimse beni kandıramaz. Kimse beni şaşırtamaz. Şimdi tabloyu uzaktan izlemeyi seviyorum. Seyiciyim. Mesleğim olduğu için bazen mecburen giriyorum ama alacağımı alıp koşar adım çıkıyorum.

Seni Paris'ten ne döndürdü?

Kerem Çatay aradı ve 'Fatmagül'ün Suçu Ne' için döndüm. Dizi bitince tekrar Paris'e ailemin yanına gittim.

'20 Dakika' teklifi geldi?

Menajerim "Ay Yapım, '20 Dakika' diye bir projeye başlıyor. Haberin olsun, çok fazla uzaklaşma" diye mesaj attı. Ay Yapım için oyuncu seçimi çok önemli. O nedenle çok vakit alır. Farmagül'de de çok iyi bir oyuncu seçimi yapmışlardı. Benim oynayacağım kesin değildi. Sonra benim olduğum belli oldu.

Bu defa bir cinayet büro elemanı olan komiser Ozan'ı oynuyorsunuz. Behzat amirime rakip mi bu Ozan?

O tarzda bir adam değil. Daha sakin, kendinden emin, mesleğine âşık bir adam. Özel hayatına bir süre girmeyeceğiz. Bu rol için cinayet büroya gittim. Upuzun bir soru listesi hazırladım. Üç gün sorularıma cevap verdim. O görüşmelerden sonra karakter kafamda netleşti. Tatlı, sert bir başkomserle tanıştım. Onu gözlemek iyi geldi.

Set başlayalı dört hafta oldu. Bu sezon yayınlanmadan yayından kaldırılan diziler bile oldu. Peki, 20 Dakika bize ne vaat ediyor?

Çok iyi bir iş geliyor. Kerem Deren ve Pınar Bulut çok iyi yazmışlar. İlk üç bölümü okuduğumda nasıl bittiğini anlamadım. Benim için iyi bir işte olmak çok önemli. Ozan karakteri de şahane yazılmış.

Fırat, artık biraz aşk konuşalım diyorum.

Aşk diye bir şey yok. Çalışıyorum.

Bizler Yeşilçam filmleriyle büyümüş, aşkı Kadir İnanır ve Türkan Şoray'ın yaşadığı gibi zanneden çocuklarız. Ama bugünün aşkları izlediklerimziden farklı değil mi?

Hayat ve jenerasyon değişti. Her şeyin suyunu çıkardık. Her şeyi çabuk tükettik ama bu bizim suçumuz değil. Sistem bunu dayattı. Bence artık herkes mutsuz. Duygusuz ilişkiler yumağı yaşanıyor. İlişki ve aşk konusunda geçmişe dönmemiz lazım. Duygularımızı yaşayamıyoruz. Şimdi moda geriye dönüş. Aşkta da eski romantik aşklar moda olacak. Sokakta aşkla el ele tutuşan insanlar göremedik. Sistemin dışında kalınca da marjinal oluyorsun.

Beren de Tuba da kaprissiz

- Epeyce kaslanmışsın. Şimdi kaslı ve kendine bakan oyuncu modası var değil mi?

Oyuncu vücuduyla değil, mesleğiyle para kazanır. Açıkçası benim ekranda izlediğim oyuncunun görüntüsü umrunda bile değil, çünkü bana nasıl duygu geçirdiği önemli. Ama bu sektörün içind eolan ve bu kadar yoğun çalışma şartlarının içind eolan biri olarak kenime bakmalıyım. Çünkü mesleğimi uzun yıllar yapmak istiyorum. O yüzden spor yapıyorum, sigara içmiyorum, beslenmeme dikkat ediyorum.

- Türkiye'de Beren Saat ve Tuba Büyüksütün dendi mi akan sular durur. İki önemli kadın oyuncuyla da rol aldın. İkisini kıyaslasan ortaya ne çıkar?

Beren'i çok iyi tanıyorum. Onunla iki sene çalıştım. Ayrıca dışarıda da görüştüğüm ve çok sevdiğim bir arkadaşım. Tuba ile yeni çalışmaya başladık. Ama onu da çok sevdim. Ben çok şanslıyım. Yaptığımız iş zaten çok zor. O nedenle sette de kaprissiz insanlarla çalışınca hayat kolaylaşıyor. Bu sette herkes arkadaş, dost. Sıfır kapris var. Fatmagül'de de öyleydi. Beren de kaprissizdi. Kısacası Beren de, Tuba da kaprissizler.

HT MAGAZİN / Özel Röportaj-Oya DOĞAN