Türkiye, pazartesi akşamları ona kilitleniyor. Yolda yürüyemeyecek kadar ünlü olmak ne demek, sayesinde gördüm. İmirzalıoğlu, şimdi Deniz Gezmiş'i oynamak istiyor.
Yolda yürüyemeyecek kadar ünlü olmak ne demek, sayesinde gördüm. Fotoğraf çekimi için dolaştığımız Tophane sokaklarında her adımında durduruldu Kenan İmirzalıoğlu. Kimseyi kırmadı, geri çevirmedi, yüzünü asmadı. Onu görür görmez çığlığı basan genç kızlardan tutun, çekim yaptığımız Kılıç Ali Paşa Camii’nden çıkan cemaate kadar herkes ona bayılıyor.
“Ejder Kapanı”ndaki rolünüz, Akrep Cello adında bir cinayet masası müdürü. Nasıl bir rol bu?
Sıkı bir polis. Biraz kendi üslubu olan bir polis. Pek alışageldiğimiz bir tarz değil. Polisliğe eşkal tarifi çizerek başlamış. Bir taraftan da “Aslında benim ressam olmam lazımmış” diyor. Hiç Akrep Cello ismiyle bağdaşmayacak bir duygusallığı ve hassasiyeti var.
Duygusal bir adam ve devamlı vahşi cinayetler görüyor. Nasıl baş ediyor bununla?
Duygularını resme yansıtarak iç dünyasını rahatlatmaya çalışıyor. Gördüğü o kirliliği, vahşeti, karanlığı resme yansıtıyor. Uzmanlığı da pedofili. Çocuğu konuşturup ona tecavüz edenin resmini yapıyor.
“Ejder Kapanı” için bir öngörüde bulunmanızı istesem?..
Bu filmin gişesi ne olur bilmem, ama Türk sinema tarihinde polisiye filmler arasında en önemlilerden biri olur duygusu verdi bana.
Bu rolü oynamak istediniz, çünkü...
Çünkü bu rol görünenin altında çok daha büyük derinliği olan bir rol.Sorgulayan bir rol öncelikle.
Siz de kendinizi çok sorgular mısınız?
İş açısından çok sorgularım. Kişisel konularda pek buhrana düşmüyorum. Görüyorum ki, ailem insan olmayı bana çok doğru anlatmış. Empati kurmayı, başkasını da düşünmeyi, paylaşma duygusunu. Belki 6 yaşında piyano dersi, 8 yaşında yüzme dersi almadım; fakat bunları sonradan öğrenebilirsiniz. Bir çocuğun esas ihtiyacı olan insani değerleri çok iyi öğrettiklerini düşünüyorum. Birçok şeyi rahat göğüslüyorsam sebebi budur.
Uğur Yücel sözü olan işler yapan bir oyuncu ve yönetmen. Sizin de bir filmin içinde olma kriteriniz bu mu?
Bu bir buluşma diyebiliriz. Ben önce senaryoya, sonra da bu işi kimlerle yapacağımıza bakıyorum.
Uğur Yücel’le nasıl çalışılıyor. Çatışarak mı, ikna olarak mı, ikna ederek mi?
Çok konuşuruz, ikimiz de ikna oluruz. Hiç çatışmaya girdiğimizi hatırlamıyorum.
Duydum ki siz yönetmenler için ideal bir oyuncuymuşsunuz. Ne derlerse yaparmışsınız, koş koş, tırman tırman... Doğru mu?
Heyecanlanıyorum ben sette ve oyuncu asker gibi olmalı diye düşünüyorum. Yönetmen ‘Ke’ derken ben ‘nan’ı tamamlarım ve onun yanında olurum. Algılarım öyle gelişti.
Ben de konsantrasyonu çok yüksek bir oyuncu olduğunuzu düşünüyorum.
Tuncel Abi (Kurtiz) de hep öyle diyor. Çalışmadığım zaman IQ’mun düştüğünü hissediyorum; çalışırken gözüm, kulağım açılıyor. İlk başlarda aksiyon sahnelerinde böyle kontrollü değildim, ufak tefek kazalarım olunca kontrolü öğrendim. ‘Deli Yürek’te kaş yarmışlığım var. Suyun içinde öğrendim yüzmeyi.
“Ezel” çok matematiksel bir senaryo. Nasıl inandınız iyi bir iş olacağına?
Bana gelen bir ön çalışma ve üç bölüm senaryo vardı. Hasbelkader yazılmış iyi bir hikaye gibi durmuyordu. Evet tehlikeliydi, riski vardı. Bir taraftan da televizyon gerçeğinde düşününce, güzel bir dille anlatılınca açıklar da kapanıyor. Beş yıl önce çıkmış olsa bu başarıyı elde edemeyebilirdi.
Neden?
İnsanlar belli formatlardan sıkılmaya başlamıştı. Entrika, aşk, mahalle, mafya dizileri... “Ezel”de hepsi var, ama hiçbiri değil.
“Deniz Gezmiş’i oynamak istiyorum”
Ekşi Sözlük’te sizin Deniz Gezmiş’i oynamanızı temenni etmişler.
Uzun yıllardır ben de istiyorum. Deniz Gezmiş çok değerliydi. Yüreği vatan için çarpan biriydi. Bu adamlar idam edilmesiydi memleketin hali farklı olabilirdi. O dünyaya arkanı döndüğünde vicdan azabı çekiyorsun; ‘onlar 23 yaşında bunları yaşarken şimdi sen neredesin’ diye.
Tasavvufa da ilginiz varmış.
Evet. Üniversite zamanında Nietzsche’yi, Hegel’i, Camus’yü okuyorduk. Kendi kendime “Tamam da bu adamlar bu toprağın felsefecileri değil. Bu topraklar kimleri çıkarmış?” dedim. Bunun peşine düşerek Mevlana, Yunus Emre okumaya başladım.