İzzet Çapa yazıyor...

İşte İzzet Çapa'nın bugün Kelebek'te yer alan yeni yazısı...

İzzet Çapa yazıyor...

LOKUMLU OSCAR ÇANTASI

23 yıldır film çekiyor ama belki de pek çoğumuz onu Gladyatör olarak tanıdık. Oscar’ı kaptı, film üstüne film yaptı, sonra da ‘Akıl Oyunları’nın John Nash’i olarak kazındı hafızalarımıza.

Yeni Zelanda’nın medar-ı iftiharı Russell Crowe’dan bahsediyorum tabii ki...

Hani şu İstanbul’u pek bir seven, Kültür Bakan’ı Ömer Çelik’le görüşen, Cem Yılmaz’a filminde rol teklif eden, çoğumuz gibi bu huysuz ve tatlı şehrin trafiğinden “İllallah” deyip bunu da Twitter’da paylaşan ‘milli Hollywood yıldızımız’dan...

Mayıs ayında attığı “İstanbul sihirli bir şehir. Az önce kahve falıma baktırdım, anlaşılan ‘Man of Steel’ filmim çok başarılı olacak” tweeti Daily Telegraph’a bile haber olan Crowe, meğer buraya gelmek için bir sebep daha bulmuş kendine.

‘Man of Steel’in dünyadaki gişe hasılatının 500 milyon doları aştığını düşünürsek Russell’ın falına bakan abla bu işi biliyor belli ki!
Malum adamın burada çevresi geniş, sormuş soruşturmuş; işadamlarından, sanatçılara, sosyetik hanımefendilerden politikacılara kadar pek çok ismin vazgeçemediği Etiler’deki meşhur medyum Şuşu’yu tekrar görmek istemiş.

Tabii hemen organizasyon yapılmış, Şengül nam-ı diğer Şuşu’yu gidip alması için özel arabalar gönderilmiş ve Oscarlı oyuncu sevgili ‘kahiniyle’ bir araya gelmiş.

Ne mi sormuş? Bizim oyuncularla çekilecek filmin başarılı olup olmayacağını ve 2015’te bu filmle Oscar alıp alamayacağını...
Cevabı mı? O da bende kalsın artık!

Dualarla Oscar
Bizim çiçeği burnunda Oscar aday adayı ‘Kelebeğin Rüyası’ filminin yapımcısı ve yönetmeni Yılmaz Erdoğan mini bir dünya turunda şu aralar.

Önce Dubai’ye, oradan da Russell Crowe ile buluşmak için Sidney’e uçmuş.

‘Kelebeğin Rüyası’nın Oscar macerası için tüyo mu alacak, yoksa Çanakkale Savaşı sonrasını anlatan ‘The Water Diviner’ adlı yeni filmlerini mi konuşacaklar, artık o kadarını bilemem oturduğum yerden...

Leyleği havada görmüş olmalı ki, Dubai-Sidney-New York- Los Angeles-İstanbul hattında mekik dokuyacak olan Erdoğan’ın en büyük problemi ise eşi Belçim ve oğlu Rodin’in şu aralar Los Angeles’ı mesken tutması.

6 yaşındaki Rodin her sabah tam 7’de koşa koşa FaceTime’ın başına geçip babasıyla konuşmadan güne başlamıyormuş.

Malum Küçük Prens’in yeri sabit, ama Yılmaz sürekli değişik zaman dilimlerinde...

Hal böyle olunca fedakar baba dünyanın neresinde olursa olsun Los Angeles saat diliminde yaşamak zorunda kalıp o diyarlarda güneş doğarken Rodin’le konuşmak için FaceTime’ını açıyormuş.

Babalık dediğin ne saat farkı tanıyor, ne de mesafe anlaşılan.

Yılmaz yerçekimi ile alay edercesine dünyanın dört bir tarafına uçarken Belçim de Los Angeles’ta boş durmuyor tabii...
O da filmin tanıtımı için anlaştıkları Quinn Studios ile çalışmaları yürütüyor. Şirketin başında bulunan efsane oyuncu Anthony Quinn’in gelini Valentina Quinn, Belçim’in bu günlerdeki en büyük destekçisi...

Bu arada Sedef İybar ve Zeynep Madra da Akademi Üyeleri için tanıtım filminin de içinde olduğu 2500 adet hediye çantası hazırlamış.

Üzerine kristal bir kelebeğin konduğu bu çantalarda lokum, Kiva Han’dan Türk kahvesi, Atasay’ın özel olarak tasarladığı nazar boncuklu, üzerinde kelebek olan bileklik ve Vakko’dan yine kelebek desenli eşarp varmış. Çanta değil kelebekler vadisi anlayacağınız...

İşin en ilginç yanı da şu; Atasay’ın bilekliklerini ve Vakko’nun eşarplarını itinayla paketleyen beş hanımefendi aralarında bir ritüel gerçekleştirmiş.

Hazırladıkları her paketi Kelebeğin Rüyası’nın Oscar’ı kazanması için dua etmeden kapatmıyorlarmış.

Muhaliflerin ‘Badiresi’
“Burası, devletin en yüce kurumudur, devlete meydan okunacak yer değildir. Lütfen bu hanıma haddini bildiriniz!”
Rahmetli Bülent Ecevit, 2 Mayıs 1999 günü Meclis kürsüsünden bu sözleri adeta haykırdığında ortalık birbirine girmiş; Meclis’e başörtüsü ile yemin etmeye gelen Merve Kavakçı apar topar salondan kaçmak zorunda kalmıştı. Hatta salona Kavakçı’yla kol kola giren Nazlı Ilıcak’ın da başına gelmeyen kalmamıştı. DSP-MHP-ANAP koalisyonu kurulmak üzereydi; ‘başörtüsü’ en derin yaralarından birini o gün almış, devlet tarafından resmen lanetlenmişti.

Aradan 14 yıl geçti... Açılımlar, demokrasi paketi falan derken Ak Parti hükümeti Meclis’teki başörtü yasağını kaldırıverdi.

Hacca giden kadın milletvekilleri şimdiden türbanla Meclise girmeye hazırlanıyorlar bile...

Türkiye’nin bunca yıllık sorunu bu kararla ortadan yok olacak mı bilemem ama bazı siyasileri zor duruma düşüreceği kesin.

Ecevit kasketi giyip ‘Karaoğlanlığa’ soyunan Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu durum karşısındaki tavrını çok merak ediyorum mesela...

Ustasını takip edip sesini çıkarsa bir, çıkarmasa bin dert... Eğer susarsa, CHP’nin tabanındaki bazı kişilere ters düşecek. Karşı çıkarsa, bu defa da ‘Yeni CHP’ politikasına ters düşüp seçimlere 5 ay kala CHP’nin eski söylemleriyle başbaşa kalacak...

Peki ya 14 yıl önce o gün MHP başkanlığı koltuğunda oturan Devlet Bahçeli? Acaba yine o olaydaki gibi suskun kalıp sadece başını öne eğmekle mi yetinecek?

Öyle ya da böyle devlet başörtüsü ile artık barışıyor. Asıl mesele ise iki muhalefet liderinin bu badireyi nasıl atlatacağı?

BEN OLSAM
ABD’li casusların Beyaz Saray’dan temin ettikleri bilgilerle telefonlarını dinledikleri 35 dünya lideri arasında olduğu kesinleşen Almanya Başbakanı Angela Merkel, Obama yönetimine güveninin zedelendiğini söylemiş.
BEN OLSAM hiç bozuntuya vermeyip, yalandan görüşmeler yapar, Obama’yı bir güzel işletirdim.