İzzet Çapa yazdı! Mustafa Keser: Mendilim benden daha meşhur

Kelebek yazarı İzzet Çapa, Mustafa Keser ile röportaj yaptı.

İzzet Çapa yazdı! Mustafa Keser: Mendilim benden daha meşhur

İşte Çapa'nın Mustafa Keser ile yaptığı, çok konuşulacak o röprotaj:

Şarkı söylenecekse en kralını o söyler. Espri yapılacaksa en gırgırını o patlatır. Rol kesilecekse de en afilisini yine o oynar. Elini attığı her işte farkını ortaya koyan bir sanatçı o! Kolay mı Mustafa Keser olmak. Mektepli olmayan bir konservatuvar hocası duruyor karşımda. Hani 10 parmağında 10 marifet var derler ya, işte tam öyle bir büyük sanatçı. Bu yüzden de lafı hiç evirip çevirmeden muhabbete başlıyorum. En nihayetinde hepimiz Mustafa Keser’in askerleri değil miyiz?

*Haydi al o meşhur mendilini eline de abi, başla çocukluk yıllarından anlatmaya...
- Mendilin konuyla ne alakası var şimdi?

*Yahu espri olsun diye söyledim...
- O işi bana bırak! Yeri gelince espriyi ben yaparım.

*Tamam tamam kızma ben sustum, sen al sazı eline...
- Elazığ-Maden’de doğdum. Özellikle baba tarafından sanat kabiliyeti çok üst düzeyde bir aileden geliyorum.

İzzet Çapa yazdı! Mustafa Keser: Mendilim benden daha meşhur

*Peder de mi sanatçıydı?
- Babam çok iyi bir mobilyacıydı. Mobilyacı dediysem, o zamanlar milletin alıp Amerika’ya götürdüğü kemanlar yapacak kadar da nadide ve ince bir sanatkârdı.

*Musiki merakı babadan miras desene...
- Gayet tabii. İnan zaman zaman kendime soruyorum “Babam 60 sene önce, Maden’de nereden bulup da nota öğrenmiş?” diye. Ama öğrenmiş herif işte! Bir de ud çalan arkadaşı rahmetli Haydar Usta’mız vardı; ikisi beraber bir meşk ederlerdi ki sorma gitsin! Ben de onları dinleye dinleye daha küçücük yaşta musiki aşığı oluvermişim. İlk konserimi kaç yaşımda verdim biliyor musun?

Vallahi bilmiyorum, nereden bileyim?
- 5 yaşında 5! Üstelik öyle eften püften bir konser falan değildi yanlış anlama. Atatürk’ümüzün Şark Bülbülü mahlasıyla taçlandırdığı Celal Güzelses’ten Elazığ Valisi’ne kadar pek çok önemli davetli vardı.

*5 yaşında çocuk ninniden başka ne bilir ki Allah aşkına?
- “Derdimi Anlatırdım Issız Geceler Aya”yı, Selahattin Pınar’dan “Kalbim Yine Üzgün Seni Andım da Derinden”i söylerdim oğlum ben.

*Helal olsun, nereden öğrendin o yaşta bu şarkıları?
- Dinleye dinleye babamdan öğreniyordum herhalde. Kendimi bildim bileli müzik var hayatımda. İlkokuldayken babam çalabilmem için bir tane çeyrek keman yapmıştı bana. Allah rahmet eylesin, bizim kocakarı “Çocuk aklını çalgıya verir, okumaz” diye ortaokul bitene kadar saklamıştı o ufak kemanı benden. Malum şimdiki gibi çocuğunun elinden tutan, soluğu plak şirketinde almıyordu o zamanlar.

*Ortaokul bitince mi izin verdi annen keman çalmana?
- Ne izin vermesi? Maden’de lise olmadığı için beni Sivas’a yolladılar. Ulu Önderimiz’in kongre yaptığı 4 Eylül Lisesi’nde okuyordum. Baktım orada karışan görüşen yok, daha okulun ilk döneminde bir kolumda cümbüş, bir kolumda ud, bağlama derken 3 ayda hepsini çalmayı öğrendim. Kocakarı beni görünce “Ulan ben öğrenmesin diye 15 sene çalgıları sakladım, bu 3 ayda öğrendi” diye saçını başını yoldu, sonra da bu konuda peşimi bıraktı.

*Sen de müzik uğruna okulu mu bıraktın yoksa?
- Bizim kazada herkesin iki üniversite bitirir dediği Mustafa Keser liseden sonra okulu bıraktı bırakmasına da bunun nedeni müzik değil bazı ailevi sebeplerdi.

*Maddi imkansızlıklardan mı gitmedin üniversiteye?
- Yok yahu, anne tarafından 7 köy sahibi bir ağa torunuyum, babam da bizim kazanın en varlıklı adamıydı. Fakir bir aile değildik ama başka nedenlerden çok çile çektim. Anlattırma şimdi bana, televizyonda ajitasyon yapan arkadaşlar gibi bunları tek tek sıralamanın bir manası yok.

*Eee “Okumayacağım” deyince evdekilerin tepkisi ne oldu?
- Vallahi tam ne yaptılar bilemiyorum çünkü ben aynı filmlerdeki gibi topladım valizimi, kaçıp İstanbul’a geldim. Düşünsene daha 18-19 yaşlarındayım. Nasıl bir cesaretse bendeki artık! Neyse kolumda bağlamam, elimde bavulumla indim Haydarpaşa’ya.

*Valizinde hayallerin...
- Saz çalarım, keman çalarım, şarkı türkü söylerim diye organizasyon bürolarını geziyordum kapı kapı. Gecede 6-7 tane işe gidiyordum. Halimi bir görsen... Düğünlerde solist arkasında çalıyorum, oradan çıkıp pavyonda şarkı okuyorum falan.

*Sen konservatuvar eğitimi almadın değil mi?
- Yok yahu ne eğitimi.

*Ama konservatuvarda ders veriyorsun...
- Yaa bak işte Türkiye’de böyle başka bir örnek daha yoktur. Bu pavyondan, oradan buradan çıkan kara cahil adam kendini yetiştirmiş ve üniversitede hocalık yapacak kadar bilgi sahibi olmuş!

*Vallahi helal olsun. Gel biz İstanbul’daki ilk zamanlarına geri dönelim...
- İlk bir seneyi oradan oraya koşturarak geçirdim. Bayağı da bir muhit edinmiştim kendime, çok iyi sanatçıların arkasında çalmaya başlamıştım ki annemle babam apar topar gelip beni aldılar ve askere yolladılar.

*Senin kocakarıdan kaçışın yok anlaşılan...
- Nereye kaçayım? Anamdan babamdan kaçsam askerden kaçamam ki!

*Böylece Mustafa Keser müziğe ara verir...
- Yok canım ne ara vermesi? İzmir’de geceleri kaçar o gazino senin bu pavyon benim çalışırdım sivil olarak. Aklım fikrim tezkereyi alınca İstanbul’a dönmekteydi fakat baktım İzmir’de de iyi bir muhit edinmişim, orası da büyük şehir deyip kalmaya karar verdim.

*Yeni bir serüven daha...
- Vallahi öyle. Askerlik bitince resmen bir don bir gömlek başladım hayata. Bizimkiler boşanınca da, gidip anamı ve bacımı Maden’den alıp İzmir’e getirdim.
Hey gidi günler hey, bir beyaz gömleğim bir de beyaz pantolonum vardı. Gündüzleri Çiğli Havalimanı’nda sivil memuriyete giderken de, geceleri sahneye çıkarken de onları giyerdim... İşte o günlerde “Ben bu ülkenin en büyük müzik adamlarından biri olacağım” diye hedef belirledim kendime. Dikkatini çekerim, şöhretli ya da zengin olacağım demiyorum, müzik adamı olmak istiyorum.

50 YILDIR HER GÜN EN AZ 5 SAAT MÜZİK ÇALIŞIYORUM

*Okula gitmeden nasıl başaracaktın peki bunu?
- 50 yıldır her gün en az 5 saat müzik çalışarak! O zamanlar Zeki Müren’in arkasında çalıyorum, program bitince müzisyenler nereye giderse ben de peşlerine takılıyorum. Adamlar hatıralarını anlatırken bile bir şeyler öğreniyorsun. Oturup yanlarına pür dikkat konuşmalarını dinlerdim. Müzik bilgimin yüzde 50’si işte o değerli adamların sohbetlerinden gelmiştir.

*Para kazanıyor muydun bari?
- Oğlum bırak parayı, bilgi kazanıyordum. Memuriyetin yanında taksicilik, minibüsçülük, marketçilik yaptım ama müzik hep hayatımda birinci planda yer aldı. Manolya Bahçesi’nde Zeki Müren sahneden iner inmez kapının önüne çıkar “Taksi lazım mı abicim?” diye müşteri kovalardım.

*Ne zaman uyuyordun abi?
- Ben kendimi bildim bileli günde en fazla 2 saat uyurum. Sakın unutma; “Başarı için ömürlerinin bir bölümünü bedel olarak ödemeyenler, başarısızlığın bedelini bir ömür boyu öderler!”

*En sevdiğin sanatçı Selahattin Pınar sanırım...
- Eskilerin hepsini severim. Onların arasında bir tane bile kötü bestekâr yoktur. Aynı makamda 100 tane eserleri vardır ama hiçbiri birbirine benzemez. Şimdi piyasada bestekârım diye dolaşan güruhun 50 tane eseri varsa, farklı makamlardan bile olsalar hepsi birbirinin aynısı. Çünkü ellerinde malzeme yok adamların. Üç tane tahtayla mobilya üretmeye çalışıyorlar.

*Senin zamanının pavyonlarından bahsetsene biraz...
- O zamanlar pavyon dediğin yer öyle filmlerde gösterildiği gibi kötü mekanlar değildi. Faslın, sazın, musikinin en ağababası pavyonlarda yapılırdı. İzmir sosyetesinden adamlar eşlerini alıp musiki dinlemeye gelirdi. Konsomasyona çıkan hanımların varlığı dışında pavyonların Maksim Gazinosu’ndan hiç farkı yoktu, hatta oradan daha iyi müzik icra edilirdi.

*Bildiğim kadarıyla arabesk müziğe inanmıyorsun...
- Yahu mesele inanıp inanmamak değil ki, bizim müziğimizde arabeskin olmadığını söylüyorum sadece. Türk müziğinde klasik ve halk müziğinden başka tür yoktur, bu kadar basit ve net. Nokta.

*Nasıl yani?
- Bizde arabeskmiş, popmuş, özgünmüş, bilmemneymiş diye türler yoktur kardeşim. Adamlar bir sürü saçmasapan müziğe kafalarından isim koymuşlar. Arabesk dediğin, Türk’le Arap müziğinin karışımı, rezalet bir Türkçe ve yorumla harmanlanmış bir şeydir. İşin içine ne kadar rezillik dahil edersen o kadar arabesk olur!

*Sana müzik ansiklopedisi gibi adam diyenler var...
- Ben Yüce Tanrı’nın özel imalatı bir adam değilim. İyi kötü biraz zeki ve her şeyden önemlisi çok çalışkanımdır.
Allah’ın bizlere verdiği bazı lütuflar vardır, fakat sen sesini, kabiliyetini bilgi ve beceriyle süslemezsen bunlar bir b..a yaramaz. Güzel sesli ama vasıfsız bir adam olarak hayatını devam ettirirsin.

*Yalnızca ses yetmez diyorsun yani...
- Bu işi yapacaksan sesin zaten güzel olmalı. Nota, usûl, musiki bilir misin? Sen asıl bunlardan bahset.

*Yanlış anlama ama bir tık da ukalasın galiba...
- Hayır kesinlikle değilim. Benim hakkımda kimse böyle bir şey söyleyemez. Yüzde 1’imiz etmeyen adamlar burunlarından kıl aldırmazken, kalkıp da bana ukala derlerse “Orada durun” derim.

*Bir Mustafa Keser daha gelir mi bu ülkeye?
- Arkama baktığım zaman kimsenin geldiğini göremiyorum açıkçası. O pop denilen müziği yapan gençlerin çoğu konservatuvarın Türk müziği bölümünden mezun ama Türk müziği okudukları falan yok. Hâl böyle olunca gelecekten nasıl ümitvari olmamı beklersin?

*Tarkan Türk müziği okuyunca çok beğeniliyor ama...
- Radyodaki en kötü okuyan arkadaşım bile Tarkan’dan 10 kat daha iyi Türk müziği okur! O sadece popçuların arasında en iyi okuyan olabilir. Kimse yanlış anlamasın, burada Tarkan’ın şahsına hakaret ettiğim falan yok, sadece gerçekleri konuşuyorum. Yıllar önce gazetecinin biri “Hocam Zeki Müren’in Türkçe’si çok iyi değil mi?” diye sormuştu, ben “Hayır değil” deyince de kıyamet kopmuştu.

*Zeki Müren’in Türkçe’si nasıl iyi olmaz?
- Yahu ben konuşmasından değil şarkı söylerkenki Türkçe’sinden bahsediyorum. Sanki kelimenin sonunda üç tane r varmış gibi “Birrr demet” diye okurdu rahmetli. Bu da doğru bir şarkı lisanı değil açıkçası.

*Bunları duyan Zeki Bey köpürmüş müydü?
- Müzeyyen Abla beni Pembe Köşk Gazinosu’na götürdüğünde rahmetli de Lunapark’ta çıkıyordu.
Boy boy çiçekler yaptırıp üç defa beni dinlemeye gelmişti. Bu olay patlak verince “Ah Keser’ciğim, ah güzelim keşke söylemeseydin. Halk bunu anlamaz. Niye kendini zor duruma düşürüyorsun?” demişti. Dikkatini çekerim, kendisi bile bana “Yanlış söyledin” demedi.

*Ne alıp veremediğin var şu pop müzikle peki? Millet bayılıyor...
- Yahu deminden beri anlatıyorum Türk müziğinde sadece iki tür vardır diye. Dinlemiyor musun yoksa kafan mı basmıyor?

*Abi seni dinliyorum dinlemesine de, bu kadar popçu varken nasıl böyle bir müzik yok denilebilir anlamadım doğrusu...
- Eskiden o müziğe Türkçe sözlü batı müziği denirdi. Doğrusu da budur zaten. Tamamen Batı sound’u ve altyapısının üstüne güzel bir Türkçe’yle sözler yazılırdı. Şimdi maalesef üzerine nece olduğu belli olmayan birtakım şeyler yazılıyor.
Eskiden kimse şimdi olduğu gibi “Seni seviyorum” yerine “Seni siviyorum” demezdi. :)

*Nedir şu elinden hiç düşürmediğin mendilinin hikayesi?
- HBB’de program yaparken klima yoktu, baktım içerisi hamam gibi oluyor, eve gidince bizim hanıma “Gelecek hafta cebime bir mendil koy da terimi sileyim” dedim. Ben hatundan terimi silmek için havlumsu bir mendil istedim ama hanım Mardinli ya sen kalk iğne oyalarıyla mendil yap. “Ulan bu ne? Bize yakışır mı?” diye çıkışırken baktım mendil bizden daha meşhur olmuş, “Hatun sen oyaya devam et” dedim. Yoksa öyle image maker meselesi falan yok ortada.

*Sen yalnız şarkıcı değil showman’sin de aslında... Dans ediyorsun, fıkralar anlatıyorsun, pek de alışık olmadığımız bir sahne adamısın doğrusu...
- Teatral kabiliyetim de Allah’ın bana bir lütfudur. En güldüğüm tiyatroculardan rahmetli Gazanfer Özcan her sene bütün ekibini toplayıp “40’ar liramız var, geliyoruz” diye telefon açardı. Ben de “Estağfurullah hocam, seninle nasıl para konuşurum, sen gel de ne istersen bırak, git” derdim. Neyse ben tabii üstadı görünce sahnede şovu iyice abartırdım. “Sen tek başına kabare, müzikal oynuyorsun. O meşhur stand up’çılar gelsin de nasıl stand up yapılır görsünler” demişti bir keresinde. Şaka maka benim dükkan tam 20 yıldır açık kalan tek mekandır herhalde Türkiye’de.

*Senin için 128 GB’lik iPod gibi adam diyorlar. Repertuvarda kaç şarkı var?
- Ulan manyak mıyım ben, oturup da kaç şarkı bildiğimi sayayım. Ama mevcutlar içerisinde en fazla bilenlerden biriyim diyebilirim. Ezberi kuvvetli bir adam olarak tanınmak çok da hoşuma gitmiyor. Benim çok şarkı bilmemi 10’a, 20’ye katlayacak sanat kariyerim var. 20 küsur yıl Devlet Sanatçısı olarak görev yaptım. Meşhur bir laf vardır; “Eşek aynı eşek, çulu değişti”...

Yıllarca bu işe emek vermiş, radyoda, TRT’de görev yapmış biriydim, bir anda yumurtadan çıkmadım.

*Mustafa Keser’in kıymetinin bilindiğini düşünüyor musun?
- Ben kendi değerimi bilirim, gerisi de umurumda olmaz. Fakat tabii sağ olsun mesela İnci Çayırlı bir programda Murat Bardakçı’ya karşı çok güzel laflar etmiş benimle ilgili. Bardakçı’nın musikiyi çok iyi bildiğini inkar edemem, hatta bilgisi karşısında secde ederim. Fakat zaman zaman bazı ukalalıkları, kendini beğenmişlikleri var. Sonuçta bilmekle icra farklı şeyler. Onun çaldığı tamburu ben bilmem neremle çalarım. Kendisinin bildiğinin 10 katı kadar benim icraatım var.

*Ne güzel, Bardakçı’nın programında bile senden bahsediyorlar...
- Bardakçı “Türk sanat müziği okuyan kalmadı” deyince İnci Hanım da “Bir dakika Mustafa Keser var” diye cevap vermiş. Bunun üzerine Murat, bak Murat diyorum, çünkü ukalalığından ötürü ona saygı göstermiyorum, “O mendilli mi?” diye sormuş. Sayın Çayırlı “Öyle mendilli falan diyerek küçümseme, musikiyi en az senin kadar bilir ve Allah’ına kadar da okur” diye devam etmiş. Neyse zaten bir keresinde de aynı adam Münir Nurettin’den sonra klasik üslûbun bittiğini iddia etmişti. Yahu böyle bir şey olabilir mi? Yaşayan efsane Alaattin Yavaşça’yı, Bekir Sıtkı’yı yok sayan birinden ne bekleyebilirsin ki?

İzzet Çapa yazdı! Mustafa Keser: Mendilim benden daha meşhur

*Gezi Olayları sırasında “Mustafa Keser’in askerleriyiz” diye bir söylem çıkmıştı. Ne diyorsun bu işe?
- Hemen o gün gazeteciler üşüştü başıma “Nedir bu?” diye. Vallahi dedim ben de bilmiyorum. Sonra baktım bir delikanlı Facebook’ta mı, Twitter’da mı bir yerde “Mustafa Keser ki büyük Atatürkçü’dür, hiçbir programında Ulu Önder’i dilinden düşürmez. O Mustafa Keser ki dinini imanını bilir. Umresini yapmıştır” falan diye Mustafa Keser’in askerleriyiz demiş. Bunu duyunca nasıl hoşuma gitti anlatamam.

*Film ne alaka abi? Albüm yapmıyorsun ama bir anda sürpriz yapıp “Düğün Dernek 2”de karşımıza çıktın.
- Sağ olsun Necati Akpınar kardeşimiz racona uygun bir şekilde teklif getirdi, biz de kabul ettik.

*Racona uygun teklif nasıl oluyor?
- Nasıl olacağını boşver de nasıl olmayacağını anlatayım ben sana. Geçen gün biri “Filmde oynar mısın?” diye telefonuma mesaj atmış. Ulan karşında Mustafa Keser var. Biraz adap bil! Dağda çoban mıyım ben ki mesajla iş teklifi yapıyorsun? Konser için mesaj atanlara da asla geri dönmüyorum. Belki ekmeğimden oluyorum ama umurumda değil. Telefon diye bir şey var ulan, aç öyle yap teklifini. Bak, Necati kardeşim ekibiyle beraber elinde çikolatasıyla çiçeğiyle kalktı Silivri’ye geldi. Ben de kabul ettim.

*Nasıl bir karakteri oynuyorsun filmde?
- Ne karakteri oğlum, kendimi oynuyorum.

*Oh ne rahat...
- Rahat mahat değil! Kendimi oynadığım için “Ulan acaba bu bana yakışır mı?” falan diye zorlandım biraz. Aslında daha komik olabilirdim.

*Abi ben senin bölümlerini seyrettim, gayet de komikti...
- Sağ olasın, Allah yüzümüzü kara çıkartmaz inşallah.

*Nasıldı gençlerle çalışmak?
- Yönetmenden Rasim’e (Öztekin) kadar herkes ellerinden geldiğince hürmette kusur etmediler, saygılarını sundular, yeri geldiğinde ceketlerini iliklediler Allah razı olsun. Yoksa bazen öyle gençler çıkıyor ki karşıma, utanmadan “Ben sizi çok takdir ediyorum” diyorlar. Ulan çocuğum yaşında herif, sen kimsin de beni takdir ediyorsun? “Sizi çok seviyoruz hocam” desin amenna, daha oturduğun yer kurumamışken nasıl Mustafa Keser’i takdir edebilirsin?

*İlk sinema filmin mi bu senin?
- 65’te İstanbul’a kaçıp geldiğim zamanlarda Yeşilçam Sokağı’nda bir handa kalıyordum. Bir gün Göksel Arsoy’la Sevda Ferdağ’ın “Son Darbe” filmi için bağlamacı aramaya geldiler. Ben de rolü kaptım haliyle. Yayınlandığı zaman günde iki film değişen Maden’de tam üç gün vizyonda kalmış film. Sinema günahtır diyen 70’lik ihtiyar kadınlar bile Keser’in oğlu ne yapmış diye merak edip seyretmeye gitmişler. Anam artist oğlu çıkacak diye en önde oturmuş ve sardırıp sardırıp beş kere oynatmış benim olduğum sahneyi. Neyse uzun lafın kısası periyodik olarak 50 yılda bir sinema filminde oynuyorum.