Domus Academy, İtalyan modacı Roberto Cavalli’ye onursal master diploması verdi. Moda devi, törenin ardından Hürriyet’in sorularını yanıtladı.
Tarih, 17 Haziran 2013... Saat tam olarak ‘sabahın körü’... Telefonum ısrarla çalıyor... Açıyorum. Hattın öbür ucundaki ses: “Yarın Milano’ya gitmelisin. Domus Academy, İtalyan modasının dünyadaki en iyi temsilcilerinden Roberto Cavalli’ye onursal master diploması veriyor.” “Oğlum kafayı mı yedin? Anası babası gitsin adamın kep törenine. Benim modam iki kot, bir kareli gömlekten ibaret.
Ne yapayım Cavalli diploma alıyorsa?” diye saydırmaya başlıyorum. Ancak karşı taraf ısrarcı, “Cavalli törenden sonra konuşma yapacak, hemen ardından herkesin sorularını cevaplayacak” diye devam ediyor. O an iyice burnumdan solumaya başlıyorum tabii, “Bana özel röportaj vermeyecekse, iki-üç soruyu ona Twitter üzerinden de atarım” deyip kapatıyorum. Tarih, 18 Haziran 2013... Graham Bell’in bize hem lütfu hem de ‘laneti’ olan o alet yine çalıyor...
Numara tanıdık... Dün sabahki ‘uyandırma suçunun zanlısı’ canına susamış anlaşılan... Açsam mı açmasam mı? “Haydi İzzet aç şu telefonu” diyorum kendi kendime; “Belki de Armani’nin torunu anaokuluna başlıyordur, önemli olabilir.”
“Merhaba İzzet” diyor densiz arkadaşım. Daha ben “Yine ne var?” diye bile soramadan “Hemen uçağa atla, Milano’ya git. Cavalli’nin ajansı Hürriyet’te olduğunu duyunca seninle röportaj yapmayı kabul etti” cümlesini duyuyorum. Ve sonra ‘tık’. Kapanıyor telefon... Aynı kişiden bir mesaj geliyor: “Saat 5’te Domus Academy’de ol, seni orada Sabrina karşılayacak, bundan sonrası sana kalmış.” Mosmor oldum mu? Evet, oldum. Arkadaşım ‘zanlı’dan ‘şanlı’ konumuna yükseldi birdenbire.
VE CAVALLI DOMUS ACADEMY’DE Neyse efendim, işin en heyecanlı kısmı asıl o ikinci telefon görüşmesinden sonra başlıyor. Hemen bizim Sarp’la Semih’i aradım. “15 dakika içinde havaalanında olun” dediğimi duyan Sarp, “Helikoptersiz imkansız” dese de ben ve iki kişilik dev kadrom bir şekilde Milano uçağına yetiştik.
İtalya’ya ayak basar basmaz Domus Academy’nin yolunu tuttuk. Meğer bu okul sanat, tasarım, moda ve mimaride dünyanın en önde gelen yüksek lisans akademilerinden biriymiş de benim haberim yokmuş. Benim haberim yokmuş diyorum, çünkü etrafımda kime sorsam önce cehaletimi ayıpladı, sonra da bana okkalı bir ‘Domus nutuğu’ attı.
‘Panik atağa 5 kala’ bir vaziyette akademinin kapısından içeri girdik. Şöyle bir çevreme göz gezdirdiğimde Cavalli’yi dinleyeceğim için heyecanlanan tek kişi benmişim gibi geldi. Öğrenciler, akademisyenler, moda editörleri sakin sakin tören saatini bekliyordu. Zannedersin birazdan kapıdan içeri moda dünyasına damgasını vurmuş Roberto Cavalli değil de annelerinin terzisi girecek! Sonradan öğrendim ki Domus’da ayda bir kere global başarı yakalamış ünlü bir isim gelip öyküsünü buradakilerle paylaşı
Derken tören saati geldi çattı. Az önce sakin olmakla ‘suçladığım’ herkesin içi hafif hafif kıpırdanmaya başladı. Veeee Signore Cavalli içeri girdiğinde alkışlar desibel sınırını öyle bir aştı ki, bizim ‘celebrity’lere alışkın’ Domuslular bu moda devine saygıda kusur etmeyeceklerini hemen ispatlayıverdiler.
HAYVANLARA SAYGIDA KUSUR ETMİYORUM Diploması takdim edildikten sonra mikrofonu eline alan Cavalli “Keşke annem de bunu görebilseydi, çünkü zamanında hiç de iyi bir öğrenci değildim. Ama bakın, bu yaşta yine de diplomayı kaptım” diye söze başladı.
Salondakiler gülerken ben adama soracağım soruların sırasını yapmanın ve ne zaman yan yana kalabileceğimizin derdindeydim. Okula vardığımızda bizi karşılayan ‘her derde deva’ Sabrina beynimi okumuş olacak ki, yavaş yavaş yanıma yaklaştı ve kulağıma “Signore Cavalli konuşma bittikten hemen sonra sizinle görüşecek” diye fısıldadı.
“İstersen sakin ol, şimdilik Cavalli’nin ağzından öyküsünü dinlemenin keyfini çıkar” diye de ekledi. “Başüstüne”nin İtalyancasını bilmediğimden, kibarca “Grazie” diyerek moda dünyasına şaşaanın ne demek olduğunu defalarca kez öğreten bu zıpkın gibi ‘ihtiyar delikanlıyı’ dinlemeye başladım.
Cavalli ilk olarak pek çok kimsenin aklındaki soruyu yanıtlamayı uygun gördü. Leopar, zebra, yılan, çita, kaplan motiflerinden vazgeçememesi, her türlü tepkiye rağmen kürkü koleksiyonlarından eksik etmemesinin kendine göre geçerli bir sebebi varmış meğer.
Aşağıdaki satırlarda ünlü modacının söylediklerini bir hayvansever olarak aynen aktaracağım, diğer hayvansever arkadaşlarım ve başta sevgili iş arkadaşım Ömür Gedik’ten ricam, sadece bir elçi olduğumu hatırlamaları.
Mağazalarının kapı kollarına bile demir yılan figürleri koyan ünlü modacı, şöyle diyor: “Desenlerimi seçerken ilk tutkum çiçeklerdi. Özellikle orkide beni her zaman büyülemiştir. Hayvan desenleri, derileri ve kürklerini kullanırken aslında onlara saygıda kusur etmiyorum. Mesela yılan derisinden bir pantolon yapmış olmamın sebebi o hayvana olan hayranlığımdır. İnanıyorum ki bu ürünleri tasarlayanın da, giyenin de asıl amacı o hayvanın kimliğine, ihtişamına bürünmek istemeleridir.”
AMERİKA’DAKİ MAHKÛMLARIN ESKİ KOTLARINI TOPLADI Efendim Cavalli’nin dedesi Giuseppe Rossi, ünlü bir ressammış, annesi Marcella ise ‘ünsüz’ bir terzi.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanlar ve İtalya’daki partizanlarla bazı ilişkiler kuran babası Floransa’yı işgal eden Naziler tarafından öldürülmüş. Zor şartlar altında büyüyen modacı, tüm bunların onu daha güçlü yaptığını sürekli tekrarlıyor ve bakın neler anlatıyor...
“1957 yılında Floransa Sanat Akademisi’ne yazıldım. Aslında mimar olmak istiyordum.” Hepimiz bu cümlenin ardından sanatçı ruhunun geniş yelpazesinden bahsedeceğini düşünürken, Cavalli “Orada bir kıza aşık oldum” diyerek sağ gösterip sol vurmanın sadece boksörlere mahsus bir maharet olmadığını gösteriyor.
“Kızın ailesi onun bir doktor veya avukatla evlenmesini istiyordu. Bense fakir bir sanat öğrencisiydim” diye Türk filmi senaryosunu andıran hikâyesini anlatırken gönlünü kaptırdığı kızın daha sonra ilk karısı olacağını öğreniyoruz.
10 yıl süren evliliğinin ardından ikinci eşi Eva ile dünya evine girmiş bizim aşk tutkunu İtalyan. Güzellik kraliçesi olan Eva, zaman içinde moda evinin kreatif direktörlüğünü Cavalli ile birlikte yapmaya başlamış. ‘Haylaz’ modacı, “Önceleri Eva çok zevksizdi, ne de olsa Avusturyalı” diye espriyi patlatıyor ve konuşmasına kaldığı yerden devam ediyor.
Kötü bir öğrenci olduğunu tekrarladıktan sonra 60’lı yıllarda yavaş yavaş nasıl para kazanmaya başladığını anlatıyor:
“Bir arkadaşımın yaptığı süveterlerin üzerine desenler çizmeye başladım. Çizimlerim çok beğenilince kumaş baskısı konusunda araştırmalara giriştim. ‘Lüks hippi’ diye bir tarz benimsemiştim. Üzerlerine baskı yaptığım tişört ve kotlar genç İtalyanlar tarafından çok tutuldu. Derken Valentino’yla çalışmaya başladım.”
Salonda bir uğultu; “Valentino mu?” Signore Cavalli ‘acıyan’ gözlerle bizlere şöyle bir bakıyor, “O hemen aklınıza gelen Valentino’dan bahsetmiyorum. Deri ve süet tasarımında çığır açmış efsane Mario Valentino’nun yanındaydım” diyor.
Salondakiler kuyruklarını bacaklarının arasına sıkıştırıp ‘ihtişamın ustasını’ dinlemeye devam ediyor: “Valentino’yla çalışırken derinin üzerine baskı yapma fikri doğdu kafamda. Bildiğiniz gibi eldivenler çok ince bir deriden yapılır. Yaptığım denemeler sonucu kafamdaki fikrin hayat bulmasına şahit oldum. Derinin üzerine istediğim deseni basabiliyordum, ince deriden Gece elbisesi yapmak bile mümkündü. İnanılmaz bir andı.”
Roberto Cavalli’nin bu ‘Evreka anı’ndan sonra işleri iyice açılmış. Trendleri belirleyen ‘mucidimiz’, deriden sonra kafayı kota takmış. Kot kumaşının üzerine en iyi baskı ve işlemeleri nasıl yapabileceğini düşünür olmuş. Evet, tahmin ettiğiniz gibi yeniden deney zamanı gelip çatmış.
“Ucuza, çok miktarda kot pantolon bulmam gerekiyordu. Harıl harıl çalışmalara başladım. Sonunda ABD’deki bir hapishaneden, mahkumların giydiği eskimiş kot pantolonları İtalya’ya getirtmenin bir yolunu buldum. Gemilerle konteynerler dolusu ‘ikinci el’ kotlar gelmeye başladı. O eskimiş pantolonların kokusunu hâlâ unutamam.”
Cavalli’yi birazcık olsun tanıyanlar, o kokuşuk kotlarla yapılan deneylerin ne kadar faydalı olduğunu biliyorlardır muhakkak. Çünkü o pantolonlar sayesinde ünlü modacı, kot kumaşının üzerine baskı ve işleme yapılması için çok özel bir teknik geliştirmiş. Sonrası “Yürü ya kulum” hesabı.
İSTEDİĞİM TASARIM VE DEFİLELERİ YAPAMIYORUM “Yıl 1972. Floransa’daki Pitti Sarayı’nda inanılmaz ihtişamlı bir defileyle ilk kadın koleksiyonumu tanıttım” diye devam ediyor Cavalli. “Ertesi gün gazeteler ‘Pitti Sarayı gibi prestijli bir yerde kot giymiş mankenler nasıl çıkar?’ diye manşetler attı. Halbuki deriden kota her türlü kumaş kullanmıştım koleksiyonumda.”
70’ler ve 80’lere damgasını vurduktan sonra Cavalli bir duraklama dönemine girmiş. 90’lı yıllarda moda dünyasına yön veren minimalist akım için “çok ama çok sıkıcı” diyor Roberto Bey. Her ne olursa olsun ihtişamlı tasarımlarından vazgeçmediğini de üstüne basa basa söylüyor.
Bir ara Twitter’da neler oluyor diye telefonumu elime alma gafletinde bulunmuşken, Semih’in bana attığı dirsekle sanal dünyadan gerçeğe dönüş yapıyorum. “Son sözlerini söylüyor İzzet Bey, az kaldı, dinleyin” uyarısı üzerine tüm dikkatimi bir kez daha Cavalli’ye veriyorum.
Konuşmanın ‘yeni nesle öğütler’ kısmında Signore aynen şunları söylüyor: “Benim işim pek çok tasarımcınınkinden daha zor. Çünkü ben yenilenmekten beslenen bir adamım. Armani iyi bir modacı ama klasik bir modacı. Bir sonraki defilesi için benim gibi ‘Daha önce yapılmamış ne yapabilirim?’ diye fazla düşünmesine gerek yok.”
“İyi ki Giorgio Amca burada değil” diye geçiriyorum içimden. Ardından Cavalli beni çok şaşırtan şu açıklamayı yapıyor:
“Gençliğinizin ve özgürlüğünüzün kıymetini bilin. Belki şimdi nereye harcayacağımı bilemediğim kadar fazla param var ama sizler kadar özgür değilim. İstediğim pek çok sıra dışı tasarımı veya defileyi yapamıyorum. Çünkü sanatım bir meslek haline dönüştü. Ürettiklerimin satması, para kazandırması gerekiyor. Artık sadece kendimden değil, benim için çalışan 4 bin kişi ve onların ailelerinden de sorumluyum. Risk alacaksanız, hemen şimdi alın gençler. Sonra çok genç olur.”
HERKES, HAKKIMDAKİ HER ŞEYİ BİLİYOR Bir kez daha coşkulu alkışlar eşliğinde bitiriyor konuşmasını Roberto Cavalli. Takdir edersiniz ki ‘sahne’ sırası bana geliyor. Fakat adamın çevresi o kadar kalabalık ki ne yapacağımı bilmez durumdayım. Semih fotoğraf makinesi elinde stratejik bir konuma yerleşmiş bile. Kafamı bir çeviriyorum ki Sarp, dünyalar güzeli, şık bir kadınla sohbet halinde.
Bizimki cep telefonundan kadına bir şeyler gösteriyor, birlikte gülüşüyorlar. “Ulan Instagram fotoğraflarını tartışmanın zamanı mı?” diye bağıracakken, bizimki yanıma gelip “O kadın Cavalli’nin sağ kolu. İstanbul’a geldiklerinde iki kez ağırlamıştık onları. Fotoğrafları gösterince hatırladı, ortalık yatışsın, bize daha çok vakit ayıracaklar” müjdesini veriyor. Bir moda devinin ‘vefa’ örneği... Susuyorum...
Cavalli’nin etrafındaki ‘Çin ordusu’ dağılır dağılmaz yanına gidebiliyorum çok şükür. Karşımda benden daha da hiperaktif birini görmek şaşırtıcı. Tam ilk sorumu soracakken, o benden daha önce davranıyor. “Burcun ne?” (Hoppala) “Oğlak.”
“Benimki Akrep. Ama zaten sen bunu biliyorsundur. Hayatımın bu döneminde herkes hakkımdaki her şeyi biliyor oldu zaten. Ben söylemeden ‘Mr. Cavalli, siz akrepsiniz’ diyorlar. Ama kimse unutmasın, iğnemdeki zehirle herkesi yere sererim.” Gülüşüyoruz ve ben nihayet kendi sorularıma başlıyorum.
EN MÜKEMMEL TASARIMCI TANRI'DIR * İsmin şaşaa ve iddiayla eş anlamlı adeta. Beğenmek ve beğenilmenin insan için ne kadar önemli olduğundan bahsettin az önce. Peki senin en beğendiğin tasarımcı kim?
- Benden isim bekliyorsan maalesef hayal kırıklığına uğrayacaksın. Ama şunu kesinlikle belirtmek isterim ki; en beğendiğim ve tabii ki de en mükemmel tasarımcı Tanrı’dır. Bunu keşfettiğim an, Tanrı’yı kopyalamaya başladım.
* İnançlı bir insansın yani. - Ben ‘benim Tanrıma’ inanıyorum. * Anlamadım.
- Sırlarımı tutan, bana yardım eden, ilham veren, içimde yaşayan Tanrı’yı ‘benim Tanrım’ olarak görüyorum. Doğayla iç içe olduğumda Tanrı’yı tüm benliğimle hissediyorum. * İlhamını inancından mı alıyorsun yani?
- Kim bilir belki de hayvanlara, onların güzelliğine, desenlerine olan tutkum buradan geliyordur. Ben en mükemmel tasarımcının, Tanrı’nın yarattıklarına kendi yorumumu katıyorum bir nevi. Bu arada sen benim kedimin ismini biliyor musun?
* Belki inanmayacaksın ama burcunu da bilmiyordum, kedinin isminden de bihaberim. - (Gülüyor) Adı Pussy! Hemen aklına kötü şeyler getirme. Çok seksidir kendisi. Bir de dudaklarından öpmeye çekinmediğim minyatür maymunum var.
BRIGETTE BARDOT TASARIMINI GİYMESEYDİ BELKİ DE BUGÜNKÜ DURUMUM FARKLI OLURDU * Başarının sırrı sadece yetenek değildir herhalde diye düşünüyorum. Pazarlamanın etkisi nedir Roberto Cavalli olmanda?
- Şimdi istatistikleri gösteren bir şema mı çıkarmamı bekliyorsun sana burada? * Yok, o çok sıkıcı olur, bir-iki tane taktik versen yeterli. - (Gülüyor) Celebrity faktörü!!!!
* Canım daha ilk günden celebrity değildin. - Kendimden bahsetmiyorum ki. Herhangi bir tasarımcının kreasyonunun bir celebrity tarafından giyilmesinden daha büyük reklam olamaz.
* Jennifer Lopez, Britney Spears, Sharon Stone falan senin için çalışıyor o zaman. - (Gülüyor) Daha onlara gelene kadar kimler var...
* Kimler var, kimler var? - İsimlerin hepsini saymaktansa sana şöhretlerin etkisinden bahsedeyim. 70’li yıllarda Brigitte Bardot, Cannes Film Festivali’nin kırmızı halısına çıplak ayaklarla, henüz daha çok tanınmayan modacı Roberto Cavalli’nin bir tasarımını giyip çıkmasaydı, belki de bugün durumum daha farklı olurdu.
* Brigitte Bardot’nun yeri dolmaz senin için yani. - Asıl Cindy Crawford’un yeri dolmaz, en yakın arkadaşlarımdan biridir. (“Ben ne diyorum, o ne diyor?”un İtalyancası neydi?)
MODA DÜNYASI ARTIK SADECE PARA MAKİNESİ Floransa’da süveterlere baskı yaptığın günlerden beri, moda dünyasında neler değişti? - Moda dünyası artık sadece bir para makinesi olmaktan ibaret. Yaratıcılık maalesef ikinci plana düştü ama bu değişimde tasarımcılar kadar moda tutkunlarının da etkisi var.
O nasıl oluyor? - Eskiden bir kadın, bir modacının kreasyonunu üzerine giydiğinde etiketini saklardı ki aynı elbise ondan başka kimsede olmasın. Ne yazık ki bugün trendlerin kurbanı olup neredeyse herkes bir örnek giyinme savaşı veriyor.
GEZİ PARKI OLAYLARI SİZİN PROBLEMİNİZ * Türkiye’ye sık sık geldiğini bizzat biliyorum... - Evet, özellikle İstanbul çok keyif aldığım bir şehir.
* Son günlerde Türkiye’de yaşanan Gezi eylemleri için bir yorumun var mı? - O sizin probleminiz.
* Bu biraz sert olmadı mı? - Sert anlamak isteyen sensin. Bizim problemlerimiz bizi, sizinkiler sizi ilgilendirir anlamında söylemiştim. Dünyada özgürlüğümüzü yitirdiğimize inanıyorum.
* Nedenmiş o? - Kim bilir belki siyaset hepimizin kafasını karıştırıyordur ya da televizyon iyiden iyiye beynimizi yıkayıp duruyordur.
MODA DNA’MIN BİR PARÇASI * Senin gibi bir adam nasıl tahammül edebiliyor bu ‘mahkûmiyete’ peki? - Bana hayatta en çok zevk veren şey, helikopterime atlayıp 2 bin metre yukarıya çıkmak. Havadayken kendimi bir kuş gibi özgür hissediyorum. Bu arada helikopterin pilotluğunu da kendim yapıyorum.
* Modacı olmasaydı, ne olurdu Cavalli? - Moda benim DNA’mın bir parçası. O olmadan nefes bile alabileceğimi zannetmiyorum. Her güne “Daha yeni, yeni, yeni, yeni neler yapabilirim” diye başlıyorum.
* Sen “yeni yeni yeni” diye didinirken, senin her şeyin kopyalanır oldu... - İlk başlarda kopyalanmak beni mutlu ediyordu. Dünyanın her yerinde mağazaları olan hazır giyim zincirlerinin tasarımlarımı taklit etmesini anlayabiliyorum ama ünlü modacıların Cavalli’den kopya çekmelerinden nefret ediyorum.
* Başarı ve şöhretin karanlık yüzü... - Şan şöhret o kadar da kötü bir şey değil, abartmanın lüzumu yok. Mesela rezervasyon için bir restoranı aradığımda “Yerimiz yok” cümlesini duyduğum an “Ben Roberto Cavalli’yim” diyorum. Ee tabi onlar da hemen masa düzenlerini yeniden yapıyorlar
* Cavalli olmanın tek faydası bu mu? - (Gülüyor) Yok, bir de rahatsızlanırsam ben muayenehaneye gitmiyorum, doktor evime geliyor.
* Ben hâlâ tatmin olmadım. İki masa, bir doktor için yaşanır mı bu hayat? - Ünlü bir tasarımcı olmak dünyadaki en güzel kadınlarla tanışma fırsatı veriyor bana. Tasarımcı kimliğimin yanında insanlar benden ‘rock star’ olmamı bekliyorlar ve emin ol ki, eğlencenin zirve yaptığı bir partinin tüm sırları bende gizli.
* Neymiş o sırlar? - Yakın dostlar, güzel kadınlar, iyi müzik ve en kaliteli şampanya. * Cadılar Bayramı’nda Karl Lagerfeld kılığına girmek de o sırlardan biri mi? - (Gülüyor) Nasıl hatırladın şimdi o kostümümü?
KARL’IN SANATÇI OLMASI, SAÇMA SAPAN GİYİNMESİNİ GEREKTİRMİYOR * Unutulacak gibi değildi ki... Beğeniyor musun Lagerfeld’in tarzını? - Karl bir sanatçı ama bir sanatçı olması öyle saçma sapan giyinmesini gerektirmiyor.
* Gördüğüm kadarıyla gerçek hayatta da attığın tweet’ler kadar sertsin. - Kim, ben mi? Hayat görüşüm kendime inanmak, sevmek ve sevilmek üzerine kuruludur. Her insanın en iyi yanını görmek için çaba sarf ederim.
* Sevgilinin plajda seni hortumla yıkadığı görüntüler tüm dünya basınında olduğu gibi Türk gazetelerinde de yer aldı... - (Gülümsüyor) Tanıştığımıza çok memnum oldum.
SEVDİĞİM MÜZİSYENLERİN HEPSİ YAKIN ARKADAŞIM Kumaşlara şarkı söyleten adamın müzikle arası nasıl peki? - Ben çok şanslı bir adamım, çünkü neredeyse en sevdiğim müzisyenlerin hepsi yakın arkadaşlarım.
Kimler mesela? - Duran Duran, Beyonce, Lenny Kravitz...
ANLAYANA DİPNOT: İki seneyi aşkındır pek çok isimle röportaj yapma fırsatım oldu. Bu isimler arasında şöhretleri dünyaya yayılmış bazı ‘ithal’ ünlüler de yer aldı.
Nedense John Malkovich’le yaptığım röportajın ardından ünlü yıldıza “Sen” diye hitap ettiğim için bazı eleştirilere maruz kaldım.
“İngilizce’yi ana dilim gibi konuşurum” tarzında bir iddiam yok, sırf bu ‘eleştirmenlerin’ gönlü olsun diye etrafa sordum soruşturdum.
Türkçe’de karşıdaki tekil şahsa saygı ifadesinde kullanılan “siz” zamiri, İngilizce’de yokmuş.
Eğer olsaydı, emin olun ki sayın Cavalli’ye öyle hitap ederdim.