Onu her an, her yerde görebilirsiniz. Bir ünlünün cenasezinde en ön safta, bir nikah töreninde evlendirme memuru olarak, sabahın 6’sında eşorfmanıyla taksi duraklarını dolaşırken veya kiliselerde bir ayine katılırken... Siyaseti hayatının merkezi yapmış, hep burnunun dikine giden bir adam Mustafa Sarıgül. Nişantaşı’nı dünya markalarından biri haline getirmeye çalışırken Erzincan’ın Güngören Köyü’nde uğur böcekleriyle yaptığı muhabbeti de hâlâ beyninin bir köşesinde taşıyor.
Küçücük bir köyde kök salmış ‘sarıgül’ün, hayatındaki ilk dikeni neydi? - 6 yaşına kadar babamı hiç görmedim. O para kazanmak için İstanbul’un yolunu tutmuş, ben ise Erzincan’ın Güngören Köyü’nde gurbetteki babamı özlüyordum. Ne zaman dağlarda elime bir uğur böceği konsa, üfleyip “Uç uğur böceği uç, babama selam söyle” diyerek haber gönderirdim ona. Güvercin yok muydu sizin memlekette? - (Gülüyor) Çocukluk işte, onların uğuruna ve babama benden haber götüreceğine inanırdım.
Peder bey İstanbul’da ne iş yapıyordu? - Mahmutpaşa’da bir handa, Gök Triko’da çalışıyordu. 35 yıl da Sait Çiftçi’nin şoförlüğünü yaptı. Neyse, aldım tahta bavulumu, katır sırtında nahiyeye indim. Oradan da ver elini 50 kilometre uzaktaki İliç’e... Bekle Allah bekle tren gelecek diye. Kara tren gecikir, belki de hiç gelmez... - Aynen öyle, zaten hâlâ en çok o türküyü duyduğumda ağlarım. Düşünsene kara tren gelsin diye 5-6 saat beklersin, sonra düdüğünü duyarsın, bir sevinç doğar içine
OKULDA YAĞMUR KOVASINI BOŞALTMAKTAN DERS DİNLEYEMEZDİM Kavuşmak müthiş de, bir yandan da tekrar okula yazılmanız lazım... - Bak o konuda çok enteresan bir şey anlatayım. Seneler sonra İngiliz bir psikologla tanıştım. “Neden bu kadar agresifim, sinirliyim?” diye uzun uzun konuştuk. Sonunda adam her şeyi o kovaya bağladı. Da Vinci’nin şifresi gibi valla... Hangi kovaya? - Okuduğum sınıf bir barakaydı, yağmur yağdıkça çatı akardı. Çözümü de benim yanıma bir kova koymakta bulmuştu.
Çin işkencesi gibi... - Sorma... Şimdi düşünüyorum da o kova neden benim yanımdaydı, başkaları yok muydu? Neden onun yüzünden dersleri dinleyemedim? Bilinçaltıma öyle yer etmiş ki bu sorular, yıllar sonra “Benim yaşadıklarımı başkaları da yaşamasın” diye o barakadan sınıfı olan Şişli Talat Paşa İlköğretim Okulu’nu yıktım, 8 trilyon harcayarak bilgisayarlı, laboratuvarlı muhteşem bir bina yaptım.
Maddi durum diyorsunuz da hastalıktan olmasın o? - Ee tabii arkada oturursan dersle ilgilenmezsin. Bir yandan “Ne zaman kova dolacak?” diye bekler, bir yandan da Teksas Tom Miks okurdum. Rodi’nin başına gelecekleri düşünürken gün biterdi. Tanır mısın Rodi’yi? Tanımaz mıyım? Teksas’ın kankası... Başkan olduktan sonra okulları böylesine önemsemenizde herhalde bu yaşadıklarınızın büyük etkisi olsa gerek. - Olmaz mı? “Devlet okullarını özel okulların ayarına getireceğim” diye kendim
Okulu hallettik, ya sinirler? - İşte o konuda sınıfta kaldık, bir türlü üstesinden gelemedik. Öfke yönetimi ile ilgili dersler alıyorum ama nafile. Her şeyin en iyisini yapmak isteyince en ufak bir yanlışlığa bile acayip sinirleniyorum.
KAHVEDE OKEY OYNARKEN BABAMDAN TOKADI YEDİM Sizi daha fazla sinirlendirmeyelim, babanıza geri dönelim... - Lakabı Şoför Hakkı Baba’ydı. O olmasaydı bugün çok farklı noktalara savrulurdum. Hiç unutmam, lisede İlerici Gençlik Derneği üyesiydim, okuldaki bir boykotta öğrenci lideri olarak konuşma yapacağım. Babam bunu duyunca... Küplere mi bindi? - Tam aksine, “Böyle siyaset yapılmaz, yapacaksan CHP’ye gireceksin” dedi ve elleriyle götürüp beni partiye kaydettirdi.
Nutuk atarken mi? - Yok ,okey atarken (gülüyor). Bir gün ortaokuldaki arkadaşlarla okey oynuyorduk, babam birden kahveyi bastı, herkesin ortasında okkalı bir tokat... Nasıl kaçtığımı görmeliydin. Eve gittiğimizde öfkesi hâlâ dinmemişti. Elindeki şişeyi öyle bir fırlattı ki kesilen kolumdan her tarafa kanlar fışkırdı.. Haydaaa bu sefer de Şişli Etfal’e geldik, üç dikiş atıldı. Bu arada babam da bayılmış.
METİN OKTAY’I OMUZLARDA EVİNE KADAR TAŞIRDIK Babanız sevmez miydi futbolu? - Sevmez olur mu? Metin Oktay hayranı, hasta bir Galatasaraylı’ydı. Cumartesi günleri Ali Sami Yen’de üst üste iki maç oynanırdı. En ucuz yer olduğu için babamla açık trübünün alt duhuliyesine giderdik. Gelsin tezahüratlar... - (Gülüyor) Öyle coşkuluydu ki rahmetli, “Metin... Metin...” diye bağırıp yeri göğü inletirdi. Maçtan sonra hep birlikte Metin Oktay’ın çıkmasını bekleyip omuzumuza aldık.
Siz de onu kırmadınız? - Bir evladın en büyük görevi babasına verdiği sözü tutmasıdır. Ben de Gençlik Kolları Başkanı’yken Konya Mühendislik Mimarlık Üniversitesi sınavını kazandım. Bölgenin milltvekili Abdurrahman Köseoğlu, babama “Sarıgül Konya’ya giderse iyi bir mimar olur ama Gençlik Kolları’nda siyasete devam ederse binlerce mühendise ekmek verebilir” dedi.
Babanız belki de o ilk tokatı atmasaydı... - Orası öyle de, ilk tokatı ondan değil abimden yedim. Hayvanları bekleyip ahıra almam lazımdı, unutmuşum. Onlar da buğdayları yiyince tarlanın ortasında abimden feci bir dayak yedim. Bir tokat da yıllar sonra Tokat’ta gelmiş, Namık Binbaşı’dan? - Ooo, bunu kimse bilmez, sen nereden duydun? 83 yılında Tokat’ta askeriz, bir gece kebap yemek için kaçtık ama dönüşte yakalandık, enselenip içeri tıkıldık.
12 EYLÜL’DE ÖLÜM TEHDİDİ ALTINDAYDIK 12 Eylül’de ordunun elinden kolay kurtulamamışsınız... - Bu tarih yüreğimi acıtıyor, konuşmak bile istemiyorum. 12 Eylül sadece takvimde yazılı bir gün değil. O günler bütünüyle kabustu. Gençlik Kolları Başkanı’ydım. Hangi güne, hangi saate kadar sağ kalacağın, hatta eve dönüp dönmeyeceğin bile belli değildi. Hepimiz ölüm tehdidi altındaydık. Dahası ev de güvenli değil. Annem, babam, yakınlarım endişe içindeydi.
Sizi de aldılar mı? - Hemen ertesi gün göz altına alındım. Ordu Komutanı İsmail Akansel Paşa’nın Erzincanlı olduğunu öğrenince karşısına çıkıp şak diye bir topuk selamı çaktım; “1956 İliç, Kuruçay, Erzincan, Mustafa Sarıgül, Emredin Komutanım”. CHP Şişli Gençlik Kolları Başkanı olduğumu duyunca “Utanmıyor musun bu işlerle uğraşmaya?” demez mi?
TAKSİM’DE ECEVİT’İN MİLİTAN KORUMALIĞINI YAPTIM Eyvah başlıyor “Darbe günlükleri”... - Eyvah ki ne eyvah! Ben fiili değil ama soğuk işkence gördüm, çok ağır baskı yaptılar. Tabii bu işlerin bir de arka planı var, derin devlet meselesi... Darbenin ayak sesleri çok önceden duyulmaya başlamıştı.Ne gibi? - Mesela 1977 yılında Demirel çıktı, “Ecevit Taksim mitingine gitmesin, öldürülecek” dedi ama o bunlara inanmadı. Ben de o gece militan olarak Ecevit’in birebir korumalığını yapan 100 kişiden
Bugün durum zaten o noktada... - Başbakan bu konuda ciddi adımlar attı ama Türkiye’de tam demokrasiden söz etmek için önce yargılamaların adil olması lazım. Yurtdışındaki gibi delilden suça giden yeni bir yasa gerekli, suçtan delile giderek adalet sağlanmaz. Hiç mi doğru iş yapılmıyor memlekette? - AKP mutlaka bazı doğru işler de yapıyor. Ama temelde çözülmesi gereken sorunlar hâlâ çözülmedi. Bizim hedefimiz Pakistan, İran, Mısır değil ki; Almanya’nın, İngiltere’nin önüne geçmemiz lazım
VİTALİ HAKKO “ZATEN SEN ÇİÇEKSİN” DEDİ Sarıgül bir marka mı? - Önemli olan “Ben markayım” demek değil yaptığın işle markalaşmaktır. Mesela neden İstanbul’a gelen turistlerin yüzde 90’ı Şişli’ye gidiyor, neden yeni yılda dünya New York, Paris ile birlikte Nişantaşı’nı konuşuyor? Neden? - Çünkü dünya markalarının toplandığı bir semt Nişantaşı. Benim gibi gecekondudan gelen bir belediye başkanının dünya markalarının mağaza açmak için yarıştığı bir yaşam alanı yaratması çok önemli.
Vakko yok muydu daha önce Şişli’de? - Bir kere denemiş ama tutmamış. “A be kuzum ben kesinlikle gelemem, çünkü orada battım” dedi. “Ne harç, ne iskan bedeli alacağım, mutlaka orada olmanızı istiyorum” dedim ama kesinlikle ikna edemedim. Hata bendeydi, pazartesi sabahı 10’da gitmiştim. Pazartesi sendromuna mı tosladınız? - Tabii canım. O günden sonra zabıtalara da “Pazartesi sabahları esnafa ceza kesmeyin, sadece günaydın deyip hayırlı işler dileyin” diye emir verdim.
Aradaki buzları nasıl erittiniz? - O gün biraz yumuşattım, ertesi gün de elimde sarı güllerle tekrar ziyaretine gittim. “Bunlara gerek yoktu. Sen zaten çiçeksin, güzel hatrın için bir eşarp mağazası açacağım” dedi. Bu gün 11 mağazası var Vakko’nun Nişantaşı’nda...
ETHEM SANCAK’A SEVGİ VE SAYGILARIMI İLETİYORUM “Tuttuğumu koparırım” diyorsunuz... - Hep öyleydim. Düşünsene Türkiye’nin en genç milletvekillerinden biri olarak 31 yaşında Anayasa Mahkemesi’ne “Milletvekili adaylarını genel başkanlar seçmesin, ön seçimle gelsinler” diye müracaatta bulunduk. Teklifimiz kabul edildi ve tüm sistem değişti. Bizim bölgede 6 bin kişi oy kullanacak, CHP’den 1 kişi seçilecekti, o da ben oldum.
İnşallah kabul eder saygı ve sevgilerinizi... Peki rakiplerinizi nasıl saf dışı bıraktınız? - Bütün adaylar sırayla kürsüye çıkıp konuşuyor. En gençleriyim diye beni en sona bıraktılar, kürsüye çıkan da inmek bilmiyor. Ne nutuklar atılıyor bir görsen, iki saat bile konuşan var. Sıra bana gelince baktım millet yorgunluktan ölüyor, kürsü yerine bir iskemlenin üzerine çıktım, sadece iki dakika konuştum; “Milletvekili olmaya değil, sizin evladınız, gençlerin de abisi olmaya adayım” dedim.
MİLLETVEKİLİ OLDUĞUM ZAMAN ÇEKYATTA YATIYORDUM Sizinki de tam Aydın havası olmuş başkan.. - Çok içtendi ama söylediklerim. “Söz veriyorum. Ankara’ya geldiğiniz zaman artık otel odalarında yatmayacaksınız, sabah kahvaltıyı benim mütevazı evimde birlikte yapacağız” diye konuştum. Onlar Ankara’ya geldiklerinde sizin evinizde kalacaklar da, siz İstanbul’da nerede kalıyorsunuz? - İstanbul’da evim olmadığı için babamın Gayrettepe’deki evinde oğlum Emir ile birlikte salondaki çekyatta yatar
Kızmayın ama siz de iyi şov yapıyorsunuz? - Hayat herkesin görevleri ve rakiplerinin olduğu bir sahnedir ama burada sadece ürünlerin ve eserlerin varsa şov yapabilirsin. Yoksa kimse seni dikkate almaz. Ayrıca şov bu işin bir parçası olmasa sen benimle bu röportajı yapar mısın? Peki birçok siyasetçi Twitter’da şov yaparken siz neden yapmıyorsunuz? - Kendim tweet’lerimi yazacak vakit bulamadığım için, twitter kullanmayı bıraktım. Yandan değil candan olmam gerektiğine inandım her zaman.
BENİ DE TORUNUM YÖNETİYOR Şovunuzun gelecek bölümünde bizi neler bekliyor olacak? - Artık iktidardan başka hiçbir şey mutlu etmez beni ama yanlış anlama, kendimi değil düşüncelerimi iktidarda görmek istiyorum. (Mustafa Sarıgül tam siyasi bir söyleve başlamıştı ki aniden içeriye torunu Ayşe Naz girdi.) Türkiye’nin yönetimine talibim ama beni de yöneten biri var, torunum Ayşe Naz.... Ee dede olmak kolay değil... - Bana dede demiyorlar ki... Sağ olsun gelinim Fatoş bana torpil yaptı.
Büyükbabalar, dedeler kadar yaşlı olmuyor mu? Galiba yaşlanmaktan korkmaya başlamışsınız... - Asla, tam aksine bir aile olmanın huzuru var içimde. Ayşe Naz ve Azra bende kalsınlar diye onlar için özel oda yaptırdım, haftanın üç günü bendeler. Onlar gelince ev cıvıl cıvıl, her köşe neşe kaynağı. Böyle bir şey anlatılamaz.
GeceLERİM ÇOK ZOR GEÇİYOR Siz kapattınız mı aşk defterini? - Kesinlikle... Bundan sonra evlenmeyi düşünmüyorum, ben halkım, çocuklarım ve torunlarımla evliyim. Yapmayın, lafı bile var “Yalnızlık Allah’a mahsustur” diye... - Valla gündüzler sorun olmuyor ama biraz haklısın galiba, gecelerim çok zor geçiyor. Eve girdikten sonra dakikaları sayar, kitap falan okuyup uyumaya çalışırım. Denk gelirse seyrettiğim diziler de var.
O kadar zor zamanlar geçirmişsiniz ama siz hâlâ çok genç görünüyorsunuz. Nedir bunun sırrı? - Sabah altıda kalkarım İzzet ve her gün 5 kilometre koşarım, 350 hareket yaparım. Öğlen 12 ile 1 arası mutlaka uyurum. Saat 8’den sonra hiçbir şey yemem, gece 11’de de yatarım. Tam bir sporcu hayatı... Kıyafetler de hep jilet gibi maşallah. - Zamanım olmadığı için Façonnable ve Edwards’dan arkadaşlar gelip kıyafetlerimi kombinlerler. Ne giyeceğimi önceden belirlerler. Kendim sakal traşı olamadığım içi
Sabahları taksi duraklarına eşorfmanla gitmeniz de markaların tavsiyesi mi? - Sabahın 6’sında tabii ki eşofmanla dolaşacağım. Semti en iyi şoförler tanır. Ne de olsa baba mesleği... Hangi sokakta çukur var, kasis var, hepsini öğrenirim. Eğer taksici bir çukura düşerse senin hakkında iyi konuşmaz.
KAHVENİN TUVALETİNE GİRİP AĞLADIM Pat diye soracağım umarım sizi kızdırmam, Deniz Baykal ile hâlâ küs müsünüz? - Yok konuşuyoruz, ama beni çok üzdü zamanında. En çok da ne zaman biliyor musun? Bir gün Elazığ’da halkın arasında yürüyoruz, önce bir kahvede konuşma yapacağım, sonra CHP İl Merkezi’ne gideceğiz, ama arkadaşlardan birinin suratı beş karış... Felaket tellalı mı? - Bir de ben yanımdakilere hep “Sahadayken moralimi bozacak şeyler söylemeyin” derim.
Eee, siz ne yaptınız? - Öyle bir moralim bozuldu ki kahvenin tuvaletine girip ağladığımı hatırlıyorum. Bu nasıl demokrasi, kapı neden kapalı? Arkadaşlar “Başkanım rahat olun, bu durumu lehimize çevireceğiz” dedi. Kriz masası toplandı galiba... - Doğru İl Merkezi’ne gittim; “Genel Merkez’in talimatiyla bu kapıyı yüzümüze kapatanlar, yarın halkın gücüyle açtırmaya mecbur olacaklar” dedim. Sarıgül, Deniz Bey’den kaçtı dedirtmem çünkü o bir tek Allah’tan korkar.
OBAMA’YI BOŞVER SARIGÜL’E BAK CHP’ye girmeye sıcak bakıyor musunuz? İstanbul Belediye Başkanı adayları arasında sizinle birlikte Akif Hamza Çebi, Gürsel Tekin, Haluk Koç’un adları geçiyor. - Adaylık hiç kuşkusuz herkesin hakkı. Ancak bunları konuşmak için henüz erken, çünkü ben hâlâ Şişli’nin belediye başkanıyım. Hizmet yarışındayken adaylık yarışına girmem. Koltuk hırsım yok, hizmet hırsım var.
Bakıyorum dünya liderlerine bile kafa tutuyorsunuz, biraz egonuz şişik olabilir mi? - Yok ya ben mütevazı bir insanım, kimseye de kin tutmam ama CHP kurultayında beni sıkıntıya sokanları kolay kolay affetmem mümkün değil. Yazın Bodrum’dan dönerken duvarlara yazılmış “Çare Sarıgül” yazısı dikkatimi çekti. Yalnız Bodrum değil Türkiye’nin pek çok iline yayılmış durumda aynı slogan... “Çare Sarıgül” diyenlerin derdine çare olacak mı Sarıgül? - Bir gün mutlaka Türkiye yollarına düşeceğim...