ÇİĞDEM ÖZER (İZZET ÇAPA MART 2013) “Kimine saz vermiş çalar eğlenir/ Kimi zevk içinde güler eğlenir/ Veysel gözyaşları siler eğlenir/ Yeter gayrı yumma gözün kör gibi...” Aşık Veysel deyince kimi “Kara Toprak”ı, kimileri “Uzun İnce Bir Yoldayım”ı baş köşesine koyar. Ben ise onun bu mütevazı ama müthiş bir hayat felsefesi içeren dörtlüğünü hatırlarım.
Tek bir kitap okumadan, bir gün bile okula gitmeden hayatı özümsemiş ve asıl önemlisi kendisinden sonraki nesillere müthiş bir miras bırakmıştır. O, derdin değerini bilen, derdi derman olarak gören bir toprak adamıydı... Soy ve mezhep ayrımcılığına karşı çıkmış, gözleri görmese de geleceği belki de çok net görebilmiş bir barış elçisiydi. Onun mirasını yaşatmaya çalışan ise bir “plaza kadını” olan torunu Çiğdem Özer...
Aşık Veysel’in hayal bile edemeyeceği bir ortamda, finans dünyasında “sazını eline alıyor” Çiğdem Özer... Değişen dünyada, kerpiç damlı Sivrialan Köyü’nden kapitalist dünyaya yön veren Sabancı Center’ın en tepelerine uzanan bir yaşam öyküsü onunki...
Akbank Genel Müdürlüğü’nde Yönetim Kurulu Başkanı Suzan Sabancı Dinçer’in asistanı, modern Sivaslı bir İstanbul kadını o... Sivaslılığından kütüğünü İstanbul’a taşıma gereği duymayacak kadar gurur duyan, güncellenmiş ama söylemi devşirilememiş Avrupai bir Anadolu kızı... Dedesinin dünya görüşünü bir miras gibi algılamıyor; onun felsefesine inanmış ve bu felsefenin sözcüsü olmuş. Ölümünün 40. yıldönümünde gizli kalmış yönleriyle bir de torunundan dinleyelim büyük ustayı...
İstanbul’da doğdun da neden kütüğün hâlâ Sivas’ta? - Aşık Veysel’in en küçük kızının en küçüğü olarak İstanbul’da doğdum ve evet haklısın kütüğüm hâlâ Sivas’ta. O bana Sivaslılığımı hatırlatan bir sembol ve kütüğümü İstanbul’a aldırmayı hiç düşünmedim. Aile bağlarınız çok kuvvetli demek ki... - Evet kalabalık ve birbirine bağlı bir aileyiz, dedemin altı çocuğu var ve onlardan doğan en az beşer, altışar çocuk daha...
Desene bir nevi Aşık Veysel aşireti... - (Gülüyor) Evet, küçük bir aşiret sayılırız. Hayatlarımız başka yönlere akmış olsa da ritüellerine bağlı bir aileyiz, her temmuzda köyümüz Sivrialan’da düzenlenen Aşık Veysel Festivali’nde bir araya gelmeye çalışırız.
Kaç yaşındasın? - Neredeyse dedemin kader çarkının değiştiği yaştayım. İnanır mısın kader çarpışmalarına? - Neden olmasın? Aşık Veysel ilk şiirini 39 yaşında yazmış, o zamana kadar usta malı satmış. Usta malı satmak? Ticari bir cümle gibi dursa da altında pek derin şeyler varmış hissi veriyor...
- Bizim oralarda başka ozanların deyişlerini, türkülerini söylemeye “usta malı satmak” derler. Dedem de yıllarca Karacaoğlan, Dadaloğlu, Dertli ve Yunus’tan türküler söylemiş. Desene günümüz moda kelimelerinden “cover”ın Anadolucası, “aşıkçası”... - Aynen öyle vallahi... Peki nasıl oluyor da bu “ilham” uğramıyor 39 yıl boyunca Aşık Veysel’e?
- Sivas, aşığı bol bir yerdir. Kim bilir belki “evren” pişsin diye sona saklamıştır dedemi... Denen o ki dönemin Sivas Milli Eğitim Müdürü Ahmet Kutsi Tecer’miş, aşığın hayatını değiştiren... - Şöyle anlatayım... Ahmet Kutsi Tecer “bütün aşıkları toplayıp Sivas’ta bir aşıklar bayramı yapalım” demiş vaktiyle, dedemi de çağırmışlar. Fakat dedem katılmak istememiş kendince sebeplerle.
Aşık Veysel’siz aşık bayramı olur mu zaten... - Ama o zaman Aşık Veysel değil ki... Köyünde sade bir vatandaş olarak saz çalan bir insan. Belinde ipten kuşağı, ayağında lastik pabuçları, sırtında köy kıyafetiyle gitmiş, çalmış, söylemiş, sonunda bir de para ödülü kazanmış.
Yoksulluğuna ilaç olmuştur o para. - Maalesef olmamış. Benim gönlü güzel, gönlü zengin dedem “Siz bana kıymet verdiniz, buraya çağırdınız. Ben bu parayı hak edecek bir şey yapmadım” demiş ve kibarca reddetmiş ödülü. Bundan çok etkilenen Ahmet Kutsi Tecer dedemden Cumhuriyet’in 10. yılı için bir şiir yazmasını istemiş.
Ve galiba “Cumhuriyet Destanım” böyle doğuyor? - Evet, “Türkiye’nin ihyası Hz. Gazi” mısraları ile hayatının akışı değişir Aşık Veysel’in... Aşığın kaderini Ahmet Kutsi mi, Atatürk mü değiştiriyor bilemedim...
- Aslında her ikisi de... Ama galiba en çok Atatürk... O zamanlar böyle bir medya ağı yok, televizyon kanalları yok, Ankara’da çıkan Hakimiyet-i Milliye gazetesinde “Aşık Veysel’in Cumhuriyet Destanı” üç gün üst üste yayınlanınca, şiir bir anda herkesin diline düşmüş.
Atatürk’le anıları var mı hatıratında? - Büyük yaraya parmak bastın... Dedem o günlerde günümüz deyimiyle pek bir popüler oluyor. Birçok programa davet ediliyor. Bir gün Mesut Cemil Bey, Tokatlayan Han’daki İstanbul Radyosu’na çağırıyor Aşık Veysel’i... Dedem de yol arkadaşı küçük Veysel’le iştirak ediyor davete. Mesut Cemil Bey “Aman aşıklar, çok güzel söyleyin, bütün dünya sizi dinleyecek” diyor.
Daha o zaman başlamış “70 milyon bizi izliyor” tantanası desene! - (Gülüyor) Galiba öyle, bizimkiler bunu gerçek sanınca asıl komedi başlıyor. Aşıkların türküleri avaz avaz söylemesiyle Mesut Cemil Bey stüdyoya zor atıyor kendini ve “Aşıklar, mikrofonlar patlayacak” diyor. Bu sefer şaşırma sırası dedeme geliyor ve “Bütün dünya sizi dinleyecek demediniz mi?” diyor. İşte dedemin teknolojiyle ilk tanışması böyle oluyor.
Atatürk bu avaz avaz türküleri Ankara’dan duymadı herhalde? - Olur mu canım... Dolmabahçe’de radyodan dinliyormuş programı Atatürk, “Bulun bu aşıkları, bana getirin” demiş. Han, hamam, otel, her yer aranmış, tüm karakollar seferber edilmiş ama nafile, bir türlü bulunamamış dedem. Çünkü bir hemşehrisinin evindeymiş.
Veysel Şatıroğlu’nun içine düşen aşk ne zaman inlemiş tellerde? Ne zaman aşık olmuşlar sazıyla birbirlerine? - Malum, köy yerinde tek geçim kaynağı çiftçilik... 7 yaşında gözleri kör olan dedem için böyle bir ihtimal zaten yok. Oğlunun kaderine çok üzülen babası, dedem biraz büyüyünce onu köy odalarındaki sazlı sözlü sohbetlere götürmeye başlıyor. “Mustafa Abdal Tekkesi’nden bir kırık saz alayım.
Yıldırım aşkı değil yani... - Köy yerinde saza şeytan icadı, saz çalana da başkasının karısına aşka düşüp de çalıp söyleyen adam gözüyle bakılıyor o zamanlar. Dedem her şeye rağmen sazıyla buluşuyor, ustalaşınca köy enstitülerinde ders vermeye bile başlıyor. Hatta o dönemle ilgili çok matrak bir hikayesi var.
Matrak ve Aşık Veysel aynı cümlede bile olmadı sanki? - Olmaz mı? Dedem hem espritüel hem de hazır cevapmış. Çifteler Köy Enstitüsü’nde Raşit adında bir sanat öğretmeni varmış. Her gördüğünde dedeme “Aşık, bana bir şiir yazmazsan sazının sarı telleri kırılsın” diye takılırmış.
“Elin adamına şiir mi yazılırmış” der gibi duydum aşığı! - O da “Durup dururken adama şiir mi yazılır?” dermiş zaten. Bir gün Raşit öğretmen, dedemin elini tutup cebine götürmüş “Aşık, bak hiç param yok, meteliksizim, buna göre bir şeyler düşün” demiş.
Aşığın da bir planı var herhalde bu kadar “şiir tacizine” karşı. - Yokmuş ama evren malzemeyi yollamış (gülüyor)... Bir gün şehirden köye dönerken Raşit’in otomobili bozulmuş. Yakın bir köyden bulduğu büyükbaş hayvanlara aracı bağlayıp bizim köye dönebilmiş...
Kaç beygir olmuş bu durumda otomobil? - (Gülüyor) Bir beygir, bir eşek, bir öküz, bir de otomobil... Bunu duyan dedem döşeniyor beklenen şiiri “Sabah sabah bana çatma, ne istersin bay Raşit, ceplerinin dibi delik, nedir sendeki bebelik, ne sarhoşluk ne semelik, sanki içmiş mey Raşit” diyor ve şöyle de bitiriyor: “Raşit çoktur adın gibi, hiçbir tat yoktur tadın gibi, yontulmadık odun gibi uzatmışsın boy Raşit...”
Görmüyor ama boyu posu biliyor maşallah... - Zaten Raşit öğretmen de sormuş dedeme “Sana parasızlığımı söyledim ama boyumun uzun olduğunu nereden bildin?” diye... Vallahi ben de merak ettim... - Dedemde cevap hazır, “Konuşurken sesin yukarıdan geliyordu” demiş Raşit’e...
Bizi düşündüren adam güldürüyormuş da meğer... - Bak bir hikaye daha var seni güldürecek... Bir gün Sirkeci’de Yaşar Kemal ile dedem kol kola tramvaya yetişmek için koşarken bir lokantada yemek yiyen Rıfat Ilgaz onları görüyor ve “Bak şu Allah’ın işine. Bizim Yaşar tek gözle iki adamı koşturuyor” diyor. Biliyorsun Yaşar Kemal’in de tek gözü görmüyor...
Neredeyse hiç görmemiş birinin dünyayı görenlerden daha iyi algılaması ve anlatması çok enteresan... - Düşünsene, radyodan başka hiçbir iletişim aracının olmadığı zamanlar... Okula gidememiş, hiç kitap okumamış ama dünyayı her şeyiyle bilmiş ve öyle gönüle hançer şiirler yazmış ki... Aslına bakarsan ben dedemi “Mevlana” gibi seçilmiş biri olarak görüyorum...
Bir modern çağ filozofu diyebilir miyiz Aşık Veysel’e? - Kesinlikle... Soy ve mezhep ayrımcılığına karşı çıkmış, hep sosyal görüşlü biri olmuş, anlayacağın kimse onun için “öteki” olmamış. Gözleri görmemiş ama Allah’ın en önemli parçası olan insana hep insanca bakmış. Mesela hiç Alevi kimliğini ortaya çıkarmamış, çünkü ayrılıkçı düşüncelere karşı her zaman kale gibi durup baş kaldırmış. O günlerden bugünü görmüş diyebiliriz.
Ne olur dedeni tanıma fırsatı bulduğunu söyle bana... - Ne yazık ki o kadar şanslı olamadım. Ben doğmadan 2 yıl önce ölmüş dedem... Ama onunla aynı kanı taşımaktan ve torunu olmaktan çok mutlu, onurlu ve gururluyum. Zaten Aşık Veysel sadece benim değil hepimizin dedesi... Bir keresinde maaile tatildeyken bir şezlong sohbetine kulak kabarttım. Aaa ayıp değil mi?
- (Gülüyor) Canım gencin birinin “Ben Aşık Veysel’in torunuyum” dediğini duyunca merak ettim işte. Ne demek gencin biri? Tanımadın mı kuzenini? - Sorun da orada zaten. Köye çok gidip geldiğim için tüm akrabalarımı tanırım fakat genci tanımadım ama dönüp de bozmadım çocuğu. Akşam tüm yeğenlerim ve gençler buluşmaya karar verince ben de katıldım onlara. Çocuk harika saz çalıyordu... Aynı dedem gibi...
Acaba sen tanımıyor olabilir misin akrabanı? - Yok canım, sonra anlattı gerçeği... Küçükken bir kaza sonucu gözlerinde geçici körlük oluşmuş. Annesi de tipik zeki bir Anadolu kadını; vermiş oğlunun eline sazı, “Sen Aşık Veysel’in torunusun, onun gibi saz çalacaksın, türkü söyleyeceksin” diye diye hem oğlunu iyileştirmiş hem de saz çalmasını öğretmiş.
Kader onu Aşık Veysel’in torunu yapmış desene... - Çocuğu yanaklarından öptüm, bütün yeğenlerimi gösterip “Hepimiz Aşık Veysel’in torunlarıyız ama sen hepimizden çok daha layıksın bu sıfata” dedim. Bir ozanı, bir filozofu ancak anladıkça ve anlattıklarını taşıyan bir yaşama sahip oldukça yaşatabiliriz...
Koca bir ozanı yaşatmak büyük kelam, neler yapıyorsun dedeni yaşatmak için? - Aşık Veysel ile ilgili her projenin mutfağında mutlaka olmaya çalışıyorum. Ayrıca Sivas Platformu’nda yönetim kurulu üyesiyim ve Sivas Vakfı’nda Kadın Komisyonu’ndayım. Bu sene de 21 Mart’ta ,40. ölüm yıldönümünde yine törenle anacağız Aşık Veysel’i.
Ne gibi etkinlikler planlıyorsunuz bu yıl için? - Her yıl olduğu gibi Gülhane Parkı’nda dedemin heykelinin önünde sade bir aile töreni yapacağız. 21 Mart Perşembe günü saat 11:00-13:00 arası yapılacak törene tüm Aşık Veysel dostları, onu sevenler gelecek. Bir arada türküler söyleyeceğiz, aşıklar atışacak, hakkında hikayeler anlatılacak. Başka törenler de olacak tabii ki, onlara da katılmaya çalışıyoruz.
Tüm bu etkinlikler yeterli mi sence? - Herkes gönlünden kopanı yapıyor. Benim bu konuda tek temennim artık devletin bu işi ele alması. Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Ömer Çelik duruma bir el atsa hiç fena olmaz aslında. Mevlana yılı gibi Aşık Veysel yılı da düzenlenmeli bence...
Yıldan önce şarkılı, türkülü, bol sanatçılı bir geceyle başlanılabilir mesela.... - Kalan Müzik’le böyle bir Aşık Veysel gecesi planlıyoruz zaten. Kasım ayına yetişecek inşallah. Takdir edersin ki asıl işim bu olmadığından zaman çakışmaları yaşıyorum ama elimden geldiğince yetişmeye çalışıyorum.
Sivrialan Köyü’nden Sabancı Center’a nasıl geldin hemşerim? - Evet, birbirine çok uzak dünyalar; biri karnımı doyuruyor, diğeri yani dedemin mirası ise ruhumu... İkisini birbirine karıştırmaz ve dengelerseniz tadından yenmez olur...
Nedir mesleğin tam olarak? - 1996’dan beri Akbank Genel Müdürlüğü’nde Yönetim Kurulu Başkanı Sn. Suzan Sabancı Dinçer’in asistanıyım, ayrıca yönetim kurulu özel büro yöneticisiyim.
Akbank’tan ve Aşık Veysel’den arta kalan Çiğdem neler yapar mesela? - Birçok kişisel gelişim kursuna gittim. NLP, meditasyon, diksiyon, fotoğrafçılık, Latin dansları gibi... Bayağı aktifmişim meğer, bak şimdi konuşurken anladım! Düzenli olarak spor yaparım, açık havada yürümeyi çok severim, balık tutarım, tenis oynarım, yurtiçi ve yurtdışı seyahatlerine çıkarım, yemek yapmaya bayılırım. Bir de vazgeçilmezim tabii ki müzik, ama genlerden dolayı önceliğim türküler...
Ben çok Avrupai bir Anadolu kadını görüyorum karşımda; deforme olmamış, güncellenmiş. Peki insanlar Aşık Veysel’in torunu olduğunu duyduklarında nasıl tepki veriyorlar?
- Son yıllarda medyada görününce insanlar beni tanır oldu tabii, halbuki daha önceleri pek paylaştığım bir şey değildi. Mesela üç yıllık bir arkadaşımla sohbetimiz sırasında “Sana dedemden bir şiir okuyayım” deyip Aşık Veysel’den iki mısra paylaşınca arkadaşımın yüzündeki şaşkınlık ve hayranlık görülmeye değerdi.
Yakın arkadaşlarınla da paylaşmıyordun yani? - Evet pek çoğu bilmezdi. Ama beni yaşayan, bir süre sonra anlıyordur nereden geldiğimi. Her ne kadar çağın gerekliliklerini ve sosyal hayatı kaçırmıyor olsam da ne derler bilirsiniz, “Otu çek, köküne bak”...
Tüm torunlar senin gibi mi peki? - O duyguyu yeni yetişenlere de vermeye çalışıyoruz. Birlik ve beraberlik duygusuna ancak paylaşarak erişebilirsiniz. Biz kocaman masalar etrafında hafta sonu toplanıp yemekler yiyen kalabalık İtalyan aileleri gibiyiz, müthiş bir aşçımız da var... Annem...
Peki bu İtalyan ailesinde Veysel’in izinden giden var mı? - Ailede piyano çalan da, keman çalan da, resim yapan da, tiyatro mezunu olan da var ve tabii ki dayım Bahri Şatıroğlu çok iyi saz çalar. Ama istisnasız hepimiz saz aşığıyız ...
Fazıl Say’ın Aşık Veysel’in mezarı yanında piyano başına geçtiği özel anda orada mıydın? - Maalesef yoktum ama sonra tüm görüntüleri izlemek için toplattım. Fazıl Say, Sivas’a konsere geldiğinde “Ben Aşık Veysel’in ayağına giderim ve mezarının başında çalarım” demiş sağ olsun... Sivrialan’a kadar gelmiş. Fakat pek de kolay değil mezarın başına piyanoyla gitmesi.
O niye? - Dedem ölmeden önce doğduğu yere gömülmeyi vasiyet etmiş. Sivrialan aslında adıyla tezat dümdüz bir yer fakat dedemin mezarı köyün tepede kalan nadir bir köşesinde.
Orada mıymış doğduğu ev? - Evde falan doğduğu yok. Annesi koyun sağmadan dönerken sancılanıyor, tepedeki taşlık yolda doğum yapıyor, hatta göbeğinin bağını bile kendisi taşla kesiyor. Dolayısıyla doğduğu o tepeye gömülüyor dedem de. Tabii oraya piyanoyu taşımak bir mesele.
Bağlasalarmış bir beygire... - (Gülüyor) Artık bir şekilde piyano tepeye çıkarılmış ve Fazıl Say, mezarı başında Veysel’in “Kara Toprak”ını piyanosuyla çalmış. Muhabirler köylülere “Beğendiniz mi?” diye sorduğunda ise “Pek bir benzetmiş Kara Toprak”a demiş içlerinden biri. Düşünsene ne kadar naif ve güzel bir yorum...
Veysel yaşasa hoşuna gider miydi türkülerinin bu hali? - Bence çok hoşuna giderdi, türkülerin özü bozulmadıkça çağa uyumlanmaları, yeni nesillere ulaşması açısından çok doğru adımlar. Mesela kasımdaki projede şiirlerden birini Ceza’nın yorumlamasını çok isterim.
Anlamadım, bildiğimiz rap’çi Ceza mı? - Ta kendisi, hem de aklımda onun yorumlaması için hikayesi çok güzel bir şiir var. Neymiş o güzel hikaye?
- Komşularından biri dedemin baltasını ödünç alıyor ama daha sonra adam ısrarla baltayı geri vermiyor. Verirsin vermezsin derken, komşu baltanın sapını çıkarıp sadece demirini veriyor dedeme. Bunun üzerine Veysel “Irıza mı senin adın/ Nittin baltayı baltayı, 15 pangonotu yedin/ Nittin baltayı baltayı/ Baltayı aldın da sapını nittin” diye döktürüyor. Düşünsene Ceza bunu yorumlarsa Aşık rap’çileri de fetheder.
Telif ücreti alıyor musun dedenin eserlerinden? - O işleri Hasan Saltık takip ediyor. Zaten büyüklerimiz hayattayken bizim telifle falan ilgilenmemiz ayıp adledilir. Tüm aile büyükleri hayatta mı? - Annemler altı kardeş, şükür ki hepsi hayatta. Dedemi tanıma şansına sahip olamasam da anneannemi tanıyabildim. O da çok tatlı ve enteresan bir kadındı. 105 yaşında vefat etti.
Maşallah dedenden kalanı da yaşamış... - 22 yıl önce kaybettik onu. Gülizar anneannem, o yaşında bile sigara içerdi. Hiç unutmam 3-5 eteği üst üste giyerdi. Saygıya dair çok mühim şeyler öğrendim ondan. Bir ziyaretim sırasında “Bu gece seninle kalmak istiyorum, aynı odada uyuyalım” dedim. “Yok kızım, sen git babanın evinde yat” dedi
Neden, çok sevmez miydi seni? - Yok canım, saygıdan... Baba tarafıma ayıp olmasın diye öyle demişti. Çok severdi beni... Ölüm döşeğinde, onca torunu olmasına rağmen “Çiğdem sen mi geldin?” diyerek kapatmış gözlerini...
Aşık Veysel, nasıl aşık olmuş Gülizar anaya? - Bundan önce sana bir hikaye anlatmak isterim; şimdi çıkar dünyaları üzerine kurulu sentetik aşklar zamanında gençlerin kulağına küpe olsun Güzel betimleme... Şair gibi anlatım genlerde var tabii... Haydi anlat bakalım...
- Köyün en güzel kızıyla evlendirilmiş dedem... Yol arkadaşlıkları aileleri tarafından tayin edilmiş iki insan. Hayat sürprizlerle dolu, gel zaman git zaman evdeki hizmetli Hüseyin’e kayıyor gönlü güzeller güzeli Esma’nın. Aşk bu, insanın gözünü karartır.
Aşıklar bir gün kaçmaya karar veriyor ve Esma çocuğunu ve dedemi bırakıp kaçıyor. Ama Veysel de aşık ve kaçacakları gece görmeyen gözlerine rağmen her şeyi hissediyor. Neyse, bizim kaçaklar Samsun’a vardıklarında Bafra civarında soluklanmak için bir çeşmenin başında duruyorlar. Bitkinler, açlar, ceplerinde bir kuruş para yok. Esma çoraplarını çıkarıyor ve bir bakıyor ki içinde bir tomar para...
Aşık Veysel mi koymuş parayı? - Evet yaban ellerde kurda kuşa yem olmasınlar diye... İşte bazılarımızın gönlü zengin... İnan tüylerim diken diken oldu...
- Hikaye burada bitmiyor aslında. Hüseyin’le Esma günün birinde perişan vaziyette köye dönüyor. Bu arada dedem ve Esma annenin çocuğu da ölüyor. Dedem o zaman çok meşhur, “Esma’ların bir ihtiyaçları var mı?” diye sorduruyormuş devamlı akrabalarına. O kadar içi acımış ki, bir şiir yazmış “Zalim, kafir, yetim koydun kuzumu/ Çocuğunu geride bırakıyor, zalim kafiri Hüseyin” diye.
İnanılmaz bir hikaye, dağıldım... - Dedem ölüm döşeğindeyken helallik almak için kapıya kadar geliyor Esma anne, ama “İçeri girmeye yüzüm yok” deyip vazgeçiyor... Gelelim Gülizar anneye... - Bir dostu dedemi Zara’ya davet etmiş. Orada üç ay kalmış Veysel... Yalıncak Baba Tekkesi’ne uğramış. Anneannem de orada yaşayan bir ailenin kızı...
Yani Gülizar anne için kader ağlarını örüyor... - Gülizar anne rüyasında dedemle evlendiğini görüyor ve bunu babasıyla paylaşıyor, babası da “Bu adam senin kısmetin kızım” diyor ve evleniyorlar.
Bu sefer Veysel mutluluğu buldu de bana lütfen... - Hem de bir ömür boyu... Çok eğlenirlermiş beraber, dedem çok takılırmış ona... Hatta şöyle bir şiiri bile var: “Nice ağu içtim dost eliyle/ Kafa çatlak gözü perdeliyle/ 43 yıl eğlendim bir deliyle...
Adının “Çiğdem der ki ben alayım” türküsüyle bir alakası var mı? - O da bir rüyayla ilgili. Annem bana hamile kaldığında önce doğurmak istememiş, çünkü beşinci çocuğuymuşum. Bir gece dedemi rüyasında görmüş, dedem ona bir elma vermiş. Annem bunu hayra yoruyor ve şu an biz bu röportajı yapabiliyoruz (gülüyor)... Erkek olsam adım Veysel olacakmış ama kız olunca tabiata aşık olan dedemin en sevdiği türküden dolayı ismimi Çiğdem koyuyorlar.
Aşık Veysel’in bu kadar ilginç bir hayat öyküsü olduğunu tahmin edemezdim. Keşke bütün bunları usta bir yönetmenin elinden beyazperdede izleyebilsek... - Zamanında Metin Erksan’ın çektiği “Karanlık Dünya” diye bir film var aslında. Sivrialan’daki buğday başaklarının boyu kısa çıkınca ülke topraklarımız verimsiz görünüyor gerekçesiyle yasaklamışlar!
Peki böyle bir proje yeniden gündeme gelse, hangi yönetmen olsun istersin? - Ferzan Özpetek gibi dünyaca ünlü bir yönetmen harika olur mesela... Aşık için de ben bir öneride bulunmak isterim. Tuncel Kurtiz’e ne dersin? - Neden olmasın, tadından yenmez.
Gençlik yıllarında herkes Metallica, Madonna dinlerken sen türkü mü dinledin? - Lise yıllarıma kadar evde hep türkü dinlenmesine rağmen ben yabancı müzik dinlerdim. Ne zaman ki akıl kemale erdi, türkü dinlemem gerektiğini anladım. İnsanın özünü kavramasını sağlayan bir müzik türünden bahsediyoruz aslına bakarsan. Her ay türkü geceleri düzenliyorum.
Cazcılardan rock’çılara birçok insanın dedenin türkülerini yorumlamasına ne diyorsun?
- Yaşadığımız gümbür gümbür çağda böyle girişimleri çok hoş buluyorum. Mesela Tarkan desen dünyaca ünlü bir pop sanatçısı... Onun sesiyle Veysel, genç dinleyiciyle buluştu. Keza Fazıl Say gibi bir klasik müzikçiden veya Esin Afşar gibi bir cazcıdan dedemin eserlerini duymak, Aşık Veysel’i farklı müzik zevkleri olan insanlarla buluşturuyor.(Hürriyet)