İzzet Çapa, bir sürü yeteneği olan bir adam. Bu ülkenin eğlence sektörüne adını altın harflerle yazdırdı. Bitmez tükenmez bir yaratıcılığı var. Bir de ona hiçbir şey yetmiyor, röportaj da yapıyor, televizyon programı da... Ayşe Arman, Çapa ile Elele dergisi için bir araya geldi, hem “paşa”nın müstakbel eşi oldu, hem kendisiyle uzun bir söyleşi yaptı.
* Türkiye’nin bir dönem efsane mi desem, simge mi desem, en baba markalarından Çapamarka ailesindensin. Köklü ve tantanalı bir geçmiş insana nasıl bir zenginlik katıyor?
- Köklü ve tantanalı bir geçmiş, seyahat dönüşü, havaalanına ekstra bagajla gitmek gibi bir şey. Biletin kesilirken bedelini ödüyorsun! Bir yandan da düşünüp duruyorsun “Bu kadar şey almaya gerek var mıydı?” diye...
* Peki Çapamarka olmak havalı bir şey mi?
- Hem de nasıl... Korna gibiyizdir... Sıkıştırılmış hava...
* En çok neyin, hangi özelliğin Çapamarka?
- Soyadım Çapa, ben de bir markayım çok şükür. Al sana Çapamarka!
* Genetik mirasın, daha çok annenden mi babandan mı?
- Boyumun kısalığını annemden aldım. Gel istersen buna “genetik miras” değil, “genetik borç” diyelim. Keşke reddi miras yapma hakkım olsaydı...
* Anneni anladık, babana hangi özelliğin benziyor?
- Babamdan da kıvrak zekamı almışım.
* Baban Bedii Çapa da, kendi çapında bir efsane. Yedi kez evleniyor. Çok çapkın bir adam. Sen babanı takdir mi ediyorsun, yoksa Celal abin gibi eleştiriyor musun?
- Bugünlerde çok moda olan “kendin için yaşa” mottosunu, babam daha o zamanlar benimsediği için, onu takdir etmemem mümkün değil. Çapkınlığına gelince, o yönde kendisi özel bir çaba sarf etmemiş, çok yakışıklıymış, kadın zoruyla Kazanova olmuş adam, hiç rahat bırakmamışlar Peder Bey’i.
* Ölümüne yakın zamanlarda, hastalanınca, siz çocuklarına “Yedi kere evlendim, beş kere daha evlenmeden ölmem. Merak etmeyin!” demiş. Gerçek mi, şehir efsanesi mi?
- “Düzineyi tamamlamadan hiçbir yere gitmem” demişti. Söylediği bu laflar şehir efsanesi değildi, babam bir efsaneydi sadece.
ÖLMÜŞLERİNİN RUHU İÇİN AYAKKABIMI BAĞLAR MISIN
* Çapa ailesi aynı zamanda kavgalarıyla da ünlü geniş bir aile. Bu durum seni nasıl etkiledi?
- Bizim ne kavgamız biter ne sevdamız. Maaile, aksiyon bağımlısıyız galiba. Hiçbirimiz, söyleyeceklerimizi içimizde tutmayız. Birinin diğeriyle sorunu varsa, yalandan yere etrafa gülücükler saçıp plastik ilişkiler yaşamak yerine, organik kavgalar edip sonradan barışırlar. Ailemin bu tutumu bana hem dobralığı hem de hayatı çok ciddiye almamayı öğretti diyebilirim.
* Babasına hayran çocuklardan mıydın? Sende nasıl izler bıraktı?
- Babama hayran değil aşıktım! Nasıl bir insan olmam ve olmamam gerektiği konusunda her şeyi ondan öğrendim. Mükemmel bir adam mıydı? Tabii ki değildi, ancak günahıyla sevabıyla adam gibi adamdı.
* Eski Türk filmlerindeki gibi, Hulusi Kentmen tarzı zengin, şaşaalı, sosyetik, ünlü ve dikkat çeken bir aileye mensup olmanın sendeki izleri ne oldu? Şımarık bir çocuk muydun mesela ya da müsrif?
- 16 yaşında beni doğuran annemin ilk göz ağrısı, 46 yaşındaki babamın son evladıydım. Benim şımartılmam, mamalarımın Çapamarka pirinç unu kullanılarak yapılması kadar doğal bir durumdu bizim evde!
* Ayakkabılarını hep başkasının bağladığı doğru mu mesela?
- Kaba motor becerilerim, ayakkabı ve kravat bağlayabilecek kadar gelişmemiş maalesef. Sırf bu yüzden kravat hiç takmıyorum ama tabii ki ayakkabısız dolaşmam mümkün olmadığından, bağcıklı pabuç giydiğimde ya bağları açık bırakırım ya da yakın bir arkadaşıma, “Ölmüşlerinin ruhu için ayakkabımı bağlar mısın?” derim.
BEŞİKTAŞ FIRLAMASIYIM ÇARŞI RUHUNA SAHİBİM
* Hayatın, Türk filmi olabilecek nitelikte miydi?
- Her Türk’ün hayatı bir Türk filmi olabilir. Benim hayatımdaki mantıksız cümbüş ve kaosu düşünürsek Bollywood’da da şansımı deneyebilirim.
* İstanbul’un neresinde büyüdün? Nerenin fırlamasısın? Mahallenin altını üstüne getirir miydin?
- Beşiktaş fırlamasıyım. Çarşı ruhuna sahibim anlayacağın. “The Omen” filmlerindeki ufaklık Damien gibi bir çocuktum. Dışarıdan baktığında dünya tatlısı ana kuzusuydum ama her haşarılığın arkasındaki görünmez güçtüm.
* Karakter olarak çete üyesi mi, çete reisi mi?
- Ne üyeyim ne reisim, tek başına bir çeteyim!
* Bir zamanlar kendine “komünist” dediğin doğru mu? Neler yapıyordun?
- 1 Mayıs gösterilerinde ben, Dev-Sol gösterilerinde ben, her köşe başında ben. Ayrıca o dönemlerde parka-postal giymeyen neredeyse yoktu. Kimi bir ideolojiyi temsil etti, kimi modayı takip etti.
AŞK BENİM İÇİN SIRTAĞRISI GİBİ BİR ŞEY
* Gelelim aşka. Nasıl yaşadın ilk aşk deneyimini? Ne kadar ve nasıl iz bıraktı sende?
- 50 yaşında adamım, dün ne yediğimi zor hatırlıyorum, ilk aşk deneyimimi nasıl anlatayım şimdi? Hem gençken insan ıslak rüyayı bile aşk sanıyor, şimdi dönüp baktığımda, “Harbi sende kafa yokmuş İzzet” diyorum çoğu zaman...
* Aşk, en ketum olduğun konulardan biri... Senin için ne kadar önemli?
- Aşk, benim için sırt ağrısı gibi bir şey, röntgenlerde görünmez ama onun orada olduğunu bilirsin. Bu lafı da kim etmişti hatırlamıyorum ama beni çok iyi tanıdığı kesin.
* Bir de evlendin... O, nasıl bir maceraydı?
- “Bir erkek evlenmeden önce yarım kalmıştır, evlendikten sonraysa biter” diye bir laf vardır. Benimki de o hesap işte.
* Annenin tepkisi ne oldu?
- Sevinçten intihar etti... Şaka şaka, karalar bağladı tabii ki ve gerçekten intihar etti.
* Ne kadar süre evli kaldınız?
- Aşağı yukarı dört sene karşılıklı birbirimize Stockholm sendromu yaşattık. Geceleri kalkardık, ben makarna, karım da helva yapardı, oturur bir güzel onları yerdik. Dört senenin sonunda Baskül Ailesi’ne dönmüştük.
* Eski eşin, şimdi ne yapıyor?
- Kendisi çok meşhur bir modaevinin sahibesi.
* Okuldan atılmanı, parlak bir işadamı olmanı gerçekten de hocan Deniz Gökçe’ye mi borçlusun?
- Evet. Deniz Gökçe’nin dersinden kalınca okuldan atıldım ve meyhaneci oldum. Yıllar sonra Deniz Hoca’yı gördüğümde “Hocam, size çok şey borçluyum. İyi ki dersinizden kalıp okuldan atılmışım, masa başında çürüyecekken meyhaneci oldum, sayenizde para kazanıyorum!” dedim zaten...
11 YAŞINDA RÖPORTAJ YAPMAK İÇİN ECEVİT'İN KAPISINDA BEKLİYORDUM
* Rahat mı battı gazeteci oldun? Hep içinde yatan aslan mıydı?
- 11 yaşında röportaj yapmak için Bülent Ecevit’in kapısında bekliyordum. Hep içimde olan bir tutkuyu hayata geçirebilmenin hafifliğini ve huzurunu yaşıyorum. Belki hayatımı kazandığım iş değil bu, ama hayatımı renklendiren iş olduğu kesin...
* Bu kadar değişiklik peşinde koşman, bir tür kendini arama operasyonu mu?
- Saklambaç oynamayı çocukken bile sevmezdim. İnsanın amacı, kendini bulmak değil, kendini yaratmak olmalı.
YATAK ODALARI KONUSUNDA MUHAFAZAKARIM
* Oray Eğin’le epey tartıştın. Cinsel yönelim konusunda rahat mısın? Konuşmaktan, tartışmaktan hoşlanmıyor musun?
- Ayşeciğim, cinselliği memlekette en iyi konuşan sensin. Seninkini herkes biliyor da, ne değişiyor? Ne kadar marjinal görünsem de yatak odaları konusunda muhafazakârım. Ne başkasınınkini merak ederim, ne kendiminkini kamuya açarım.
CELAL SÜSLÜ BURJUVA BEN KALDIRIM ÇİÇEĞİ
* Üç kardeşin kişilik özellikleri ne kadar farklı. Hanginiz aristokrat, hanginiz burjuva, hanginiz sokak çocuğu?
- Ahmet her zaman aristokrat bayrağını taşıdı, Celal kesinlikle süslü burjuvadır, bense ailenin kaldırım çiçeği oldum hep. Birbirimizin arasında 10’ar yıl yaş farkı var, sanırım jenerasyonlar aristokrattan sokak çocuğuna doğru inmiş.
* Birbirinizi kıskanır mıydınız?
- Eskiden Celal’i acayip kıskanırdım, Celal de belli etmezdi ama Ahmet’i kıskanırdı. Anlayacağın bizim ailede kıskançlık, ağabeyden kardeşe geçen bir makam...
* Her açtığın mekan farklı bir konsept oluyor. Yaratıcılığını mı test ediyorsun?
- Millet evindeki koltukların yerini değiştirir, ben de mekanımın konseptini değiştiriyorum. Yepyeni bir dükkan açmıyorum, var olan mekanlara makyaj yapıyorum sadece.
* Çok para kazanabildin mi? Ailede havan iyi mi?
- Çok para kazandım, tüm kazandığımı işime yatırdım. Celal’in ise göbek adı “cukka”dır, onun havasının yanından kimsenin geçmesine imkan yok. (Hürriyet)