İŞVELİ GÜZEL!

Gözde Kansu'yu, 'Dudaktan Kalbe' dizisinde işvesiyle erkeklerin başını döndüren, kurnazlığıyla da olayları lehine çevirmeyi başaran Nimet rolünde izliyoruz...

İŞVELİ GÜZEL!

Başarılı performansıyla adından söz ettiren güzel oyuncu, rolünün hakkını verdiğini 'Bana sürekli 'Sana gıcık oluyoruz ama seviyoruz' diyorlar' sözleriyle de ispatlıyor.

Gözde Kansu’yu, “Dudaktan Kalbe” dizisinde işvesiyle erkeklerin başını döndüren, kurnazlığıyla da olayları lehine çevirmeyi başaran Nimet rolünde izliyoruz. Başarılı performansıyla adından söz ettiren güzel oyuncu, rolünün hakkını verdiğini “Bana sürekli ‘Sana gıcık oluyoruz ama seviyoruz’ diyorlar” sözleriyle de ispatlıyor.

“Issız Adam”dan sonraki ikinci sinema filminiz, Yılmaz Erdoğan’ın BKM Mutfak oyuncularıyla çektiği “Neşeli Hayat” oldu. Öncelikle hayırlı olsun diyelim...

- Teşekkür ederim. Filmde bir-iki küçük sahnem var aslında. Ben de BKM Mutfak’ın eski çıraklarındanım. Sağ olsunlar ekipten ayrı bırakmadılar beni. Benim için çok değerli bir işti. İki sinema filminin de tadı damağımda kaldı.

“Dudaktan Kalbe” dizisi de çok değerli olmalı sizin için. Birçok dizide rol almanıza rağmen Nimet karakteriyle tanındınız...

- Evet... “Dudaktan Kalbe” çok keyifli bir iş. 71’inci bölümünü çekiyoruz şimdi. Tekrarlarını hesaba katmazsak bile, bu kadar hafta yayınlanan bir dizi haliyle izleyicide bir bilinirlik yaratıyor.

Dizide fettan bir karakteri canlandırıyordunuz. Seyirciyi “bu kadını sevsek mi sevmesek mi” ikileminde bırakmayı nasıl başarıyorsunuz?

- Nimet, aile baskısından kurtulmak için mutsuz bir evlilik yapmış. Sevgi boşluğu yaşıyor. Ama bıcır bıcır, kafası çalışan, kendine bakan bir kadın. Hayatta istediği şeyler yolunda gitmemiş. İnsanlar o fettanlığı, bastırılmışlığı ve bunun dışa vurumunu merak ediyor, bu yüzden de Nimet’i takip ediyor. Önemli olan da merak uyandırmak zaten. Bana sürekli “Sana gıcık oluyoruz ama seviyoruz” diyorlar. Her iyinin içinde kötü, her kötünün içinde de biraz iyi vardır.

O bakışlar, o hareketler de senaryoda yazmıyordur sanırım...

- Bu biraz da karakteri yorumla alakalı. Ben karakteri oynamayı değil, o karakter olmayı seviyorum. Romanın başında çok küçük bir kısımda Nimet karakteri var. Bu yüzden diziye başlamadan önce senaristler “İlk 13 bölümde Nimet var ama devamı için bir şey diyemeyiz” diye uyarmıştı. Rolün devam etmesi, çizgisine ve tutulmasına bağlıydı. Bu kadar bölüm oldu, demek ki sevildi.

BKM MUTFAK’TAN ÇOK ŞEY ÖĞRENDİM

Oyunculuğa nasıl adım attınız?

- Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi mezunuyum. Kandemir Konduk Tiyatrosu’nun sınavlarına girdim. Kazandım ve iki yıl boyunca “Medya Medya Nereye” isimli oyunda rol aldım. O bitince “Yeter Anne” dizisinin bir bölümünde Suna Pekuysal, Özkan Uğur, Derya Baykal, Ziya Kürküt gibi isimlerle oynama şansı buldum. Ahmet Günhan’dan şan tiyatrosu öğretisi aldım iki yıl. Ferhan Şensoy’un bir oyununda yönetmen yardımcılığı yaptım. Sonrasında orta oyuncularıyla birlikte kabare yaptım. Ferhan Şensoy ve Rasim Öztekin ile aynı oyundaydım. Onlardan eğlenme ve eğlendirmeyi öğrendim. Oradan çıktım, çocuk tiyatrosu yaptım.

Sonra sıra BKM’ye geldi...

- BKM’nin oyunculuk kursları açacağını duydum, bir yıl workshop’larına katıldım. BKM Mutfak’ta birkaç kez sahneye çıktım. Yılmaz Erdoğan ve ekibinden çok şey öğrendim. Ardından Tiyatro İstanbul geldi. Gencay Gürün yönetiminde Metin Serezli ve Kerem Atabeyoğlu’ndan komedinin matematiğini, kulis ve sahne ahlâkını öğrendim. Hep ekolleri tanımanın peşinden koştum.

Ekranda boy göstermeniz hangi yapımla oldu?
- 1995 yılında “Çiçek Taksi” dizisinin bir-iki bölümünde oynadım. Erol Günaydın ile karşı karşıyaydım. Doğru zamanda, doğru yerde, doğru insanlarla olmaya çalıştım hep. Hayat da bu yönde akıp gidiyor.

ÇAĞAN IRMAK’LA SPOR SALONUNDA TANIŞTIK

Eski bir Hürriyet gazetesi çalışanı olduğunuzu duydum, doğru mu?

- Pek sayılmaz. Hürriyet’in hayatımda çok önemli bir yeri var. Lise 1’inci sınıftayken yazı yazmayı çok seviyordum ve Hürriyet’te çalışan Elif Dağdeviren’e güzel bir faks çektim. “Masamın, masanızın yanında olmasını isterim” gibi cümleler yazmıştım. Sonra Dağdeviren ev telefonumu aradı ve Hürriyet Ege’de yazı yazma isteğimin kısmen de olsa gerçekleşebileceğini, beni görüşmeye beklediklerini söyledi. Gittim, beni çok güzel ağırladılar. Doğum günümü bile orada kutlamışlardı. Caz festivallerini, Cumhuriyet Balosu’nu takip etmiş, “En genç yazar gözünden” diye de yazmıştım. Onların bu ilgisi, bende yeni bir boyut açtı. Bir yıl kadar okuldan sonra ve hafta sonları oraya gittim.

Anlattıklarınıza bakılırsa şanslı birisiniz. Peki şansa inanıyor musunuz? Mesela Çağan Irmak ile spor salonunda tanışmanız şans mıydı?

- Bunların hepsi spontane gelişen durumlar. Tabii ki ben de hayal kırıklıklarına uğradım. Ama yine de iyiler üzerinden bakıyorum. Ben önce adamakıllı bir insan olacağım ve aklımı kullanmayı bileceğim ki, dilediğim şeyler olabilsin. Çağan Irmak’la hiç karşılaşmayabilirdik. Onu spor yaparken gördüm, kendimi tanıtmak istedim. Ama o anın heyecanıyla bunu yapamadım. Tam odadan çıkıyordum ki, voleybol maçına çağırdılar. Gerçekten başarısızdım, topu spor salonunun dışına, mezarlığa gönderdim. Orada gelişen ufak sohbetle de tanıştık.

Rolü de kaptınız...
- Orada yakalanan güzel bir arkadaşlık sonucu “Tanışalım, çalışalım” daha doğrusu “Beraber eğlenelim” teklifi oldu. Çekimlerde de çok eğlendik.

SILA OKUL ARKADAŞIMDI

“İzmir Tevfik Fikret Lisesi’nde okudum. Okul, başarılı eğitimiyle özgüvenimizi ve kendimizi geliştirmemiz için bizi çok destekledi. Sosyal etkinliklere derslerden çok önem verdik. Çok kıymetli dostluklarımız da yanımıza kâr kaldı. Sıla benim sıra arkadaşımdı. Hatta benim İstanbul’a taşınmama sebep olan kişi de kendisidir. Derslerde sürekli yanımda şarkı sözü yazar, bestelerdi. Zeynep Beşerler, Esra Eron, Begüm Kütük, Meltem Acar da benim okul arkadaşlarımdı.”