Dört yılını verdiği ‘Muhteşem Yüzyıl’dan sonra ne yapacağı konuşulan Halit Ergenç hayat, oyunculuk, aşk ve Bergüzar Korel’le evliliği üzerine ilk kez Ayşe Arman'a konuştu.. İşte Hürriyet Gazetesi'nde yer alan o röportaj...
Ve huzurlarınızda Halit Ergenç... O uzun sakallardan kurtulmuş, rahatlamış. Karşımda üzerinde ‘invisible’ (görünmez) yazan tişörtüyle oturuyor.
Belli ki bu aralar ‘görünmez’ olmak istiyor. Oğlu Ali’yle telefonda çektikleri videoları gösteriyor, benimle buluşmaya gelmeden evde birlikte dondurma yapmışlar, onu anlatıyor.
Dört yıl boyunca sürekli sette olduğu için, oğlu ve eşi Bergüzar Korel’le görüşemediği zamanların acısını çıkarıyor.
Hangi dizide oynasa reyting rekorları kırıyor. Yapımcıların gözdesi. ‘Zerda’, ‘Aliye’, ‘Binbir Gece’, ‘Muhteşem Yüzyıl’...
Tahtaya vurun, bütün işleri tuttu. Ama o hiçbir şeyi kendine yontmuyor. “Neticede bu bir ekip işi. Sadece benim iyi olmam kaç yazar, herkesin iyi olması lazım!” diyor.
Muhteşem Yüzyıl bitti. Şimdi ne yapacaksın herkes merak ediyor... -İnanır mısın ben de bilmiyorum. Bildiğim acayip hafiflediğim, rahatladığım. Sakaldan da kurtuldum! (Gülüyor.)
Bir yıl dizide oynamak istemediğini söylemişsin. Yoruldun ve dinlenmek mi istiyorsun? -Aynen...
Yoksa strateji mi yapıyorsun? -O da var...
Yoksa karın ve oğlunla ilgilenmek için vakit mi yaratmaya çalışıyorsun? -Hepsi aslında! ‘Muhteşem Yüzyıl’ benim en uzun süren işim oldu. Her oyuncuya nasip olmayacak bir şey. Yaşamış bir karakterin 42 senesini canlandırdım. Süleyman üzerine resmen doktora yaptım.
Bu aynı zamanda insanı hırpalıyor mu? -Hırpalamaz mı? Ama işin doğası bu. Dizi olsun, tiyatro olsun, bir başkasının duygularını ortaya çıkarırken kendine ait gerçek duygulardan yola çıkıyorsun.
Bilinçli bir şekilde belli birtakım duygulara ve olaylara gidiyorsun. Seni acıtmaması, yormaması mümkün değil.
Ben Süleyman’la onun bütün iç hesaplaşmalarını yaşadım. Evlatlarını öldürmesinin muhakemesinden hayattaki tek varlığını kaybetmesine, hatta ölüm hissine kadar. Oyuncu koçu Amerikalı bir hoca vardı. Workshop yapıyordu.
Arkadaşlardan biri sordu: “İçimizden bir karakteri çıkarırken hep bu kadar zorlanmak zorunda mıyız?” O döndü dedi ki, “Size tam da bunun için para ödüyorlar. Siz meşhur olduğunuz için mi para ödüyorlar sanıyorsunuz?” Benim işim kendimi Süleyman gibi hissetmekti, öyle de yaptım.
Kurtulman ne kadar zaman aldı? -E kolay olmadı. Ne psikolojik ne de fiziksel olarak. Dört senedir birlikteydik. Bir karakteri çok uzun süre canlandırdığın zaman sanki aynı ayakkabıyı sürekli giyiyormuş gibi, bazı noktaların hareketsizleşiyor.
Bazı alanlarda oyunculukta elastikiyetini kaybediyorsun. Hem fiziksel hem de psikolojik egzersizler yapıp, tekrar kendi merkezime geri dönmem lazım. Fiziksel olarak da küt diye eskiye dönemiyorsun. Sakallarımı bile üç kademede kesebildim. Sonunda tamamen kesip Bergüzar’ın karşısına çıktığımda, “Dört senedir görüşmemiştik, özledim seni aşkım” dedi. Sıkıca sarıldı bana.
Ali peki? -Çok çok şaşırdı. Sevinç yaptı. Çığlık attı. “Bak baba sakalını kesti. Bak babanın çenesine, ne kadar küçük!” diye herkese gösteriyordu. Sakalsız halimi hatırlamıyor, 10 aylıktı.
Yeni sezonda bölüm başına 150 bin lira gibi bir parayı reddetmişsin? Doğru mu? -Tabii ki değil! Böyle paralar yok! Bunlar şehir efsanesi. Yeni açılan kanallarda bu işe yapımcı olarak giren işadamları geçmişte birtakım starlara astronomik rakamlar ödediler ama o işler başarısız oldu.
Oyuncu tabii ki iyi bir para alacak. Ama iş sadece oyuncuyla bitmiyor, bir dizi sadece oyuncunun sırtında yükselmiyor, saçmalık böyle düşünmek. En üst çalışanından en alt çalışanına kadar yaptığın işin hakkını vermek zorundasın ki, o iş tutsun. Kısacası, parayı homojen olarak dağıtmak zorundasın.
Zaten bu aralar hiçbir teklifle ilgilenmiyorum. Birkaç ay nadas durumum var. Bergüzar’la ikimiz birden çalıştığımızda öyle sabahlarımız oluyordu ki, “Hadi sevgilim, inşallah iki gün içerisinde görüşebiliriz” deyip ayrılıyorduk. Şimdi o günlerin acısını çıkarma zamanı!
Seni sürekli evde görünce delirmeyecek mi Bergüzar? -Yok delirmez! Hoşuna bile gidecek.
Oynadığın dizilerin bu kadar tutmasının sırrı ne? -İşime saygım var. Sır varsa budur. Bence hayattaki en kıymetli şeylerden biri iş, diğeri eş. Bütün geleceğimizi belirler. İkisine de saygım var ve layık olmaya çalışıyorum.
“Kadınların beğendiği, yakışıklı adamsan, oyunculukta da yırtarsın!” Formül bu mudur? -Yok ya fizik bir yere kadar, belli bir noktadan sonra herkes işi nasıl yaptığına bakar. Kimse kimseyi gözünün, kaşının güzelliği için tutmaz. Kaldı ki ben yakışıklı da bulmuyorum kendimi.
Kadınlar senin velinimetin mi? -Bergüzar benim velinimetim!
“Dingin, sakin, derin, mütevazı, efendi, ağırbaşlı...” İnsanlar senden söz ederken bu sıfatları kullanıyor. Hoşuna gidiyor mu? -Kimin hoşuna gitmez? Sakin ve dingin bir yanım var ama içimde fırtınalar yaşadığım da doğru. Ben de herkes gibi hayatı ve kendimi çözmeye çalışıyorum.
Çocukluk? -Ooo derin mevzular! Kolay bir çocukluk geçirmedim. Canını sıkmayayım şimdi, bir sürü travma. Yokluk, parasızlık. Annemle babam ben ilkokula başladığım gün boşandılar fakat babam bir türlü evden gitmedi. Her gün kavga, kıyamet.
Bir de benden iki yaş küçük, zihinsel engelli bir kardeşim var, zordu yani hayatımız. Babam 3-4 ay ortalıkta olmazdı, sonra yine çıkar gelirdi. Şehir tiyatroları emeklisiydi. Besteci ve söz yazarı bir adam.
“Şimdi Şeytana Uyduk, Bin Kere Perişan Olduk” gibi hepimizin bildiği besteleri var. Benim için ailedeki mutsuzluğun merkeziydi babam. Çünkü sürekli sorumsuz davranıyordu, annemi üzüyordu. O yüzden ondan da, temsil ettiği hayattan da uzak durmak istedim.
Gittin ‘gemi inşaat’ okudun... -Evet. Çünkü teyzelerimin kocaları işletmeci ve mühendisti. Onlar benim için ‘iyi model’lerdi. Yeter ki babam gibi sanatla uğraşmayayım.
Fakat ikinci yılın ortasında üniversiteye gitmemeye başladım. İnsan genlerinden kaçamıyor, müzik çağırdı beni, konservatuvarın opera bölümüne girdim. Sonra müzikale geçtim.
İşte o zaman Haldun Abi’yle (Dormen) yollarımız kesişti, beni oyuna çıkardı. “Ben müzikalciyim” dedim, “Hayır!” dedi, “Sen, şarkı da söyleyebilen oyuncusun!” O gün, bugündür oyunculuk yapıyorum.
Oynadığın karaktere zarar verebilir diye reklam tekliflerini kabul etmezmişsin... -Evet. Çünkü hayatıma çabuk gelen her şey, çabuk gitti. Ben çabuk gelen paraya da inanmam. Birisi bana reklam teklifiyle geliyorsa, o aslında yaptığım iş sebebiyle geliyordur.
Mesela ‘Muhteşem Yüzyıl’da oynadığım için. İyi de bu reklam dizinin ortasında çıkacak. E saçma değil mi? Süleyman’a zarar vermeyecek mi? Çok fazla şey yapıp da bulandıramıyorum kendimi. Kimse de “Yapma!” demiyor, bunlar benim kendi tasarruflarım.
Takıntıların var mı? -Var. Mükemeliyetçiyim. Bir de takma adım var: “Boş Bardak.”
Nasıl yani? -Bardağın dolu tarafını değil de, boş tarafını görüyormuşum, bunu kastediyorlar. Herkes mesela güzel bir şey yaptığı zaman büyüsüne kapılır, mutlu olur ya, benim içimi bir korku kaplar.
İçimden bir ses, “İyi güzel de, şöyle de yapabilirdin! Şunu da ekleyebilirdin!” der. Kendimle ilgili memnun olmam mümkün değil. Hayata ve kendime dair korkularım var. Eğer yaptığım şeyin çok iyi olduğuna ikna olursam sanki her şey bir anda dağılacakmış gibi geliyor.
Elde ettiğin şeyleri kaybetme korkusu... -Evet bu. Hep bir tedirginlik içindeyim, o yüzden “Boş Bardak” diyorlar! Ama bu iş de nankör bir iş. Dizi iyi gider, “Vaavv çok iyisin, süpersin, senden iyisi yok!” İşler kötü gitmeyegörsün, hemen topa tutarlar!
Herkes zannediyor ki ben hayatımda sadece ‘Zerda’, ‘Aliye’, ‘Binbir Gece’, ‘Muhteşem Yüzyıl’ yaptım. Yoo, ben insanların adını bile hatırlamadığı, hüsranla sonuçlanan pek çok işte de oynadım. “Halitçiğim sana 10 bölüm yazacağız” diyorlardı, ertesi gün arayan yoktu.
Yani senin hep pırıltılı ve konforlu bir hayatın olmadı... -Deli misin? Benim hiçbir zaman param yoktu. Dört ay evde oturup iş beklediğimi bilirim. Bir parça peynirle bal atıyordum ağzıma. Dans dersi verip üç kuruş para alıyordum, kiramı ödedikten sonra da para kalmıyordu.
Bütün İstanbul’u bisikletle gezdim. Konservatuvara da bisikletle gidiyordum. Bütün bir sene okuldaki kantine ne kadar para vereceğimi hesaplardım. Bilgisayar operatörlüğü yapıyordum. O parayla kantin paramı çıkarır, geri kalanıyla Mavi Kart alırdım. Anlayacağın para konusunda hep dikkatliydim. Anne-babamdan hiç para almadım. Parasızlıktan sinemaya bile gidemiyordum.
E sonra para kazanmaya başlayınca, “Bu her zaman olan bir şey değil. Hep kazanacaksın diye bir şey de yok” bilincim oldu. Allah’a bin şükür, şimdi güzel bir hayat yaşayabilecek paramız var. Ama bunun için de birtakım bedeller ödemek gerekiyor.
Biz yalnız kalabileceğimiz yerler için bedeller ödüyoruz. Londra’ya gittik, Hyde Park’ta Ali’yle kürek çekiyoruz. Araplar bizi bisikletle kovalamaya başladılar. “Hello Süleyman, lets take a photo!” diye! ‘Muhteşem Yüzyıl’ 150 ülkede izleniyor. Bergüzar’la en çok istediğimiz şey bir Yunan adasına gitmek fakat korkuyoruz adım atamayız diye.
Bir sürü acı yaşadın son birkaç senede. Yeğenin intihar etti, babanı kaybettin, Meral Okay öldü, Tuncel Kurtiz veda etti, son olarak da anneni kaybettin... -Sorma! Her biri ayrı hikâye. Hepsi için oturup uzun uzun konuşabiliriz. Hepsinden çok şey öğrendim ve hepsi benim için çok özeldi. Babamın vefatıysa ayrı bir olay. Baba-oğul arasında hep çekişme olur.
Ama biz anlaşamıyorduk. Herkesin hikâyesinin derinine inersen, herkesin haklı olduğu yerler var. Babamın kendisinden bir yaş küçük bir erkek kardeşi var, ölüyor, babam da onun ismini bana veriyor. Ben ilk oğluyum. Beş kere evlendi, bir sürü de çocuğu oldu.
Bir sonraki hanımından olan oğlunu, “Bak İnci, görüyor musun ne tatlı!” diye anneme getirirdi. İki ablam var annemden önceki evliliğinden, sonra annemden de iki çocuk, sonra tekrar iki çocuk. Öldüğünde annemin fotoğrafı çıktı cüzdanından. İlginç ama zor bir adamdı.
Beş kere mi evlendi? -Belki altıdır da, biz bilmiyor olabiliriz! 23 yaşındaydım bana, “Evlen oğlum n’olacak ki, olmadı boşanırsın!” demişti. Böyle bir adam.
“Ben onun çapkınlık genini taşıyor olabilirim” diye korkmadın mı? -Vardı zaten. Ben de çok uçarıydım. Daldan dala. Ama Bergüzar ve Ali’yle tamamlandım. Bitti artık. Biz etle kemik gibiyiz. Benim için Bergüzar’ın yeri çok ayrı.
Nasıl bir aşk sizinki? -Herkese nasip olmayacak bir şey. Kaderimiz beraber yazılmış Bergüzar’la. Ben önce annesi ve babasıyla tanıştım, hatta beraber bir işte çalışmıştım. O zaman 20’lerimdeydim. 12 yaş küçük Bergüzar benden.
O sırada tanışmıyorduk, o ilkokula filan gidiyordu herhalde. Aradan yıllar geçti, Beyoğlu’nda bir lokantadayım. Arkamda da birkaç kız, bıdır bıdır konservatuvardaki hocaları çekiştiriyorlar. Döndüm, “Ben de Mimar Sinan’danım!” dedim.
O zaman tanıştık ama Tanju’yla Hülya’nın kızı olduğunu bilmiyorum. Sonrasında bir-iki görüşmemiz daha oldu. Daha doğrusu ben onu bir-iki gizli takip ettim.
Platonik bir yakınlaşma oldu aramızda ama o kadarla sınırlı kaldı. Yıllar sonra ‘Binbir Gece’de tekrar karşılaştık. Ve fark ettik ki, bizim aramızdaki o etkileşim hep var, hiç geçmiyor.
Meğer seni yıllar önce de beğeniyormuş, öyle mi? -Evet ama çok hassas bir kadın. Kolay kolay istediğini belli etmezmiş. Meğer ürkekmiş de. Öyle olunca ben de uçtum gittim tabii. Sonrasında bir sürü ilişki yaşadım. Hatta evlendim. Hayatta, her güzel şey için bir bedel ödeniyor. Biz de bu aşk için hâlâ ödüyoruz.
Çünkü tanıdık tanımadık herkes, ilişkimiz hakkında atıp tutabiliyor. Bu hakkı kendinde görebiliyor. Eskiden mahallede hani birtakım dedikoducu insanlar olurdu, bugün internet diye bir şey var. Hakaretler, iftiralar direkt adrese teslim!
Hakkınızda konuşulanlar arasında seni en çok rahatsız eden ne? -O kadar saçma sapan ve yalan şeyler yazıyorlar ki, hangi birini sayayım. Gerçekten üzmek, acıtmak için söylenmiş korkunç şeyler. Dışarıda bu bombardımanlar sürerken, biz birbirimize dönüyoruz ve sıkı sıkı sarılıyoruz. Benim üzüldüğüm Bergüzar’a çok haksızlık edildi.
Bergüzar’la ilgili seni en çok çarpan şey? -Beni benden alan bir enerjisi var.
Sana göre daha mı hayat dolu? -Tabii ki lafı bile olmaz! İnanılmaz canlı, dışadönük ve eğlenceli. Geyiği çok sever. Ama isterse bir o kadar da dişi olur.
Bu senin dingin ve durgun halin kızı sıkmasın? -(Gülüyor) Bazen sıkıyor. Hele ‘Muhteşem’ zamanı “Yeter! Sıkıldım artık senden!” diyordu. Çünkü devamlı Süleyman duruyordu aramızda, millet “Süleyman şunu yaptı, bunu yaptı!” diyordu. İçki içip dans etsek, fotoğraflarımız çıksa, “Süleyman dağıttı!” diye çıkacak, e normal hayatımızı yaşayamadık tabii.
“Karım oyuncu ama burası da Türkiye! Öpüşemez, sevişemez” gibi kuralların var mı? -İkimiz de oyuncuyuz, ikimiz de mesleğimize büyük bir aşkla bağlıyız. Tabii ki rolümüzün gereğini yapacağız. Ben nasıl, “Öpüşmeyeceksin!” derim ona. Böyle bir şey mümkün mü? Bu, “Sana güvenmiyorum!” demektir ki, o zaman niye berabersin?
Dahası dersem ve ondan şüphe edersem, onun da etmesi lazım. Ben de rol gereği bir sürü kadınla öpüştüm. O zaman toptan mesleğe bakış açımızı sorgulamamız lazım. Kenan’la sahneleri oluyor mesela, millet başlıyor saldırmaya, “Zaten bu kadın şöyledir, böyledir!” Benim umurumda değil, tamamen karımın arkasındayım, sonuna kadar da desteğim.
Nasıl bir sevgili, nasıl bir anne... -İnanılmaz eğlenceli bir anne. Ama yeri geldiğinde ‘höt zöt’ yapabiliyor ki, çok hoşuma gidiyor bu. Çocuklara disiplin de gerekiyor. Bazen annemin sesini duyuyorum Bergüzar’da. Sevgili olarak da, feci gizemli bir sevgili. Sürprizler yapmayı seven sevgili.
Beni enteresan zamanlarda, ummadığım yerlerden vurmuştur. Bir de çok güzel yemek yapar. Karımın yemeklerine bayılıyorum.
“Ya beni bırakıp giderse?” diye korkar mısın? -Korkarım tabii. Böyle bir şeyi aklıma bile getirmek istemem. Hiçbir şey, hiçbirimiz için garanti değil hayatta. Mutlaka karşımızdaki için kendimizi hep taze tutmak zorundayız. Değer verdiğimizi hissettirmeliyiz. Ben de elimden geldiği kadar yapıyorum.
Mutluluk kareniz? -Suyun içindeyiz, dalıyoruz, oynaşıyoruz. Ya da Gece bir yerde dans ediyoruz.
Ali n’apıyor siz dans ederken? -Evde dans ediyorsak, aramıza giriyor. Anneyi alacak ya benden. Evim, benim en mutlu olduğum yer. Bergüzar da huzurum. En sıkıntılı olduğum an kalbimi yaslayabileceğim insan.
Bu aşkı korumak için n’apıyorsunuz? -Çok fazla gereksiz insan çok fazla gereksiz laf ediyor, dedikodu üretiyor. Onlarla kavgaya girmiyoruz mesela. Bu, aşkımızı koruma yöntemlerimizden biri.
Çünkü insanın enerjisini alıyorlar. O enerjiyi, sevgiye harcamayı tercih ediyoruz. Biz maalesef açık hedef gibi görünüyoruz insanlara. O yüzden bulaşıp duruyorlar, yoksa bizim kendi içimizde bir sorunumuz yok.
Hep dışarıdan gelen şeyler yani... -Varsa da, her ilişkide olan kavgalar. Ama bizim derdimiz, dışarıdan sürekli olarak evin içine bomba atılması.
E bunu niçin yapıyorlar? -Bu aşk başlarken birtakım insanlar Bergüzar’ı benim evliliğimi bitiren kişi olarak lanse etmeye çalıştılar. Mesele bu. Halbuki o evliliğin bitişinin Bergüzar’la hiçbir alakası yok.
Bergüzar’ın yuva yıkan kadın ilan edilmesi hak ettiği bir şey değil. Tamamen saçmalık. Kaldı ki beş sene geçti biz evleneli, oğlumuz da dört yaşında. İnsanlar, “Niye o zaman çıkıp söylemedin?” diyor.
Eğer o zaman bu kavganın içine girseydim, Bergüzar da ben de çok daha fazla yara alacaktık. Çünkü o insanlara biz laf yetiştiremeyiz, yapamayız.
Bak senelerdir birlikteyiz, en güzel cevap bu değil mi? Kulağımızı dış seslere tıkayıp, birbirimize sarılıyoruz ve ailemizi sürdürüyoruz. Bizi rahat bıraksınlar artık!
Gezi’de aktiftin. Senin için ne ifade ediyor Gezi? -Biz çok romantik büyütülmüş gençlermişiz, onu anladım! Hayata çok romantik bir yerden bakıyormuşuz. Ve bize bazı şeyler öğretilmemiş. Bazı şeylerin bilgisi verilmemiş. Özeti bu aslında. Bizim hesap edemediğimiz, göremediğimiz çok farklı bir sürü şeyle karşılaştım.
Her şey bizim zannettiğimizden daha kirliymiş. Ama muhteşem bir gençlikle de tanıştım, o da benim en büyük kazançlarımdan biri.