O gün Ortaköy’e doğru yol alırken biraz gergindik… Hem sosyal demokratların en ünlü isimlerinden biri, hem de CHP’nin ikinci adamı olan Gürsel Tekin ile buluşacaktık ve ilk kez bir randevumuza geç kalıyorduk… Ama Ortaköy’ün en renkli kafelerinden biri olan Çaydanlık’a girdiğimiz zaman, bu gerginliğin boşuna olduğunu fark ettik… Her ne kadar karşımızdaki tam bir politikacı gibi davransa da, gözlerindeki ışık içindeki sıcak insanı ele veriyordu…
Az sonra söyleşi bir muhabbete dönüşecekti… Tekin her ne kadar sözü dönüp dolaştırıp politikaya çekmek istese de biz onun üzerindeki ‘lacivert’ ceketi sıyırmayı başardık… Röportajın sonun okey masasında bitmesi de bu başarımız kanıtı değil mi?
Birlikte çekirdek çıtlattık, okeyde birbirimize meydan okuduk ama yine de Gürsel Tekin bir yerde dayanamadı ve lacisini giyip, bir politikacı pozu vermeyi ihmal etmedi… Biz de, bir tek o pozda yanına yaklaşmadık… Maazallah bizim de siyasete gireceğimizi falan sanırlar da… Buyurun sohbete siz de katılın…
Son bir yılda Kemal Bey’den sonra CHP’de en öne çıkan sima sizsiniz… Ama bir o kadar da görünmez! Sizi siyasi kimliğinizin dışında tanımak istiyoruz önce… Vatandaş Gürsel Tekin’i neden bu kadar saklıyorsunuz? Kimdir Gürsel Tekin?
Ne inim, ne cinim, Gürsel Tekin’im. Anadolu’nun bağrından çıkmış, mütevazı biriyim. Elimden geldiğince herkesle iyi ilişkiler içinde olmak isterim. Ama maalesef siyaset arenası o kadar vahşi bir yer ki hiç açık vermemeniz lazım. Siyasette yükselmek -hele ki bizim partimizde- çok zordur. Başka partilerde de zordur ama CHP’de daha zordur.
CHP’ye sonra geleceğim başkanım. Doğal olarak hep siyaset konuşmak istiyorsunuz ama biz önce ‘Gürsel’i merak ediyoruz. Bir anlamda soyunup dökünmenizi! Elbette sizin meslekte insanın üzerlerine giydirilen elbiseler öyle kolay çıkmaz ama… Mesela çocukluğunuzda ilk dinlediğiniz masal neydi?
Masallarla geçirecek pek vaktim olmadı. Daha çok gerçeklerle büyüdüm…
İlk oyuncağınız neydi?
Hiç oyuncağım olmadı.
Yahu başkanım top da mı oynamadınız?
Oynadık tabii ama her çocuk o kadarını yapar… Çocukluğumu pek yaşadım diyemem…
Hiç baba dayağı yediniz mi?
Yemişimdir ama öyle hatırlanacak kadar şiddetli değil… Çocukluğumda asıl unutamadığım dayağı jandarmadan yedim…
Solculuğun ilk filizlendiği günlerde herhalde…
Evet kendimi bildim bileli elhamdülillah solcuyumdur…
Peki Göle’de doğmuşsunuz, çocukluğunuz da orada geçmiş… Ne yaptınız da jandarmanın dikkatini çektiniz?
14 yaşındaydım, hem okuyor hem Orman İşletmesi’nde çalışıyorum. Ağaçları keseceklerini duyduk, bir tepki vermek istiyoruz. Orman kesimi vardı ve buna tepki göstermek için…
Biz derken?
Altı gencecik çocuk… O gece ormanda araçların geçeceği patika yolları sabaha kadar uğraşıp kazdık. Sabah kesim işi yattı. Köylüler şikayet etmiş, bizi kuş gibi yakaladı jandarma. İnkar etmeye kalktık ama esaslı bir dayaktan sonra hepimiz döküldük…
İlk aşk gibi ilk dayak da unutulmuyor galiba?
Unutulur mu? Bir de en uzun boylu olduğum için en çok ben nasiplendim. Ama biliyor musun, aynı köyde, aynı köylüler bu yıl seçimlerde AKP’ye tek oy vermeyeceklerini ileri sürerek ağaç kesimlerine tepki gösterdi ve hiç oy kullanmadı… Keşke 76’da o bizim çocuk aklımıza itibar edebilselerdi.
Evrensel bir ilahi kuvvet var galiba?
Hem de nasıl… Biz 35 yıl önce bunu söylerken bizi çocuk görüyorlardı. O yüzden devrimcilik deyince, ruhumuzda hep devrimcilik vardı…
Çok genç yaşta siyasete girmişsiniz. Sizi ilk ateşleyen hangi olaydı?
Cemil (Kırbay) Ağabey bir kitap vermişti. Ulaş Bardakçı’nın hayatı. O kitap beni çok etkilemişti. Siyasette ilk adımım da odur. Hatta dedim ki “Eğer bir gün oğlum olursa adını Ulaş koyacağım.”
Ve koydunuz… Az önce hiç oyuncağım olmadı demiştiniz, Ulaş’a aldığınız ilk oyuncak neydi?
Bir Kara Şimşek arabası almıştım. Onu istemişti… İmkanım olduğu sürece her istediğini aldım zaten.
Peki babanız neden adınızı Gürsel koymuş?
Rahmetli Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’e olan hayranlığından…
Cemal Gürsel 1960 darbesinin asker kökenli Cumhurbaşkanı…
Ama o dönemin tüm solcularının gözdesiydi 60 İhtilali… Burada çok ilginç bir rastlantı da var; Babamın teyzesinin oğlu ile aynı günde doğmuşum… Onun adı ne biliyor musunuz?
‘Gürsel II!’
Hayır o Cemal… İkimiz bir araya gelirsek Cemal Gürsel oluyoruz anlayacağın. Ama kuzenle birbirimizi tanımadan büyüdük. Üstelik solun ayrı iki fraksiyonunda yer aldık. Anlayacağınız lise döneminde karşılaşsak birbirimizi boğazlayacağız. Ama yıllar sonra kucaklaştık…
Bir de eski Genel Kurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın emir eri olarak askerliğinizi yaptığınız söyleniyor. Doğru mu?
Böyle bir şey yok… Büyükanıt, kurmay albay iken ben Kuleli Askeri Lisesi’nde askerliğimi yapıyordum. İlişkimiz sadece bu kadar. Emir eri filan olmadım…
Cemal Gürsel’den isminizi alıyorsunuz, jandarmadan ilk dayağı yiyorsunuz, Büyüakanıt’ı da biraz zorlayarak buraya katsak, hayatınızda bir asker üçlemesi var… AK Parti’nin orduyu siyasetten geri çekme politikası için ne düşünüyorsunuz?
Siyaset elbette her şeyin önünde olmalı. Ama AKP’nin yaptığı yanlış. Orduda bazı sıkıntılar olabilir. İktidarlar kurumlardaki eksiklikleri gidermekle yükümlüdür. Bu darbeler şimdi olmadı ki, 50 yıldır darbeleri yaşıyoruz. Ama bu darbelerin sorumlusu da siyasetçilerdir. Elbette bu darbe ortamlarını ortadan kaldıralım ama orduyu döverek değil. Kısaca ordu saygın bir konumda kalmalı.
Sokak sizi çok seviyor… Bizim mekanlarda da çalışan hemşerileriniz var, pek kimseyi takmazlar ama adınızı duyunca gözlerinin içi güldü…
Bu özel bir caba ile oluşmuş bir şey değil. İstanbul’da halkın içinde dolaşan bir insan olarak sosyetesinden esnafına kadar her kesimi çok iyi tanırım. Bir gün lüks bir restoran çıkışında yanıma bir grup insan geldi… O arada yanımıza bir gazeteci yaklaştı ve “Onlar seçmeniniz mi?” diye sordu, “Evet seçmenim ama onlar yanlış yola gitmişler” dedim…
Yanlış yol dediğiniz başka partiye oy vermeleri oluyor herhalde…
Tabii… Ama hangi partiye oy verirlerse versinler onlar yine benim potansiyel seçmenlerim… Bu düşüncelerimden kaynaklanan çok farklı yorumlar, yakıştırmalar yapılıyor ama gülüp geçiyorum…
Nedir o yakıştırmalar?
Eğer bir köylü çocuğu olarak kendi çabalarınızla siyasette bir yerlere geldiyseniz bunlar hep yapılır. Kimi cemaatçi der, kimi Amerikan yanlısı, kimi Ergenekoncu, kimi TUSİAD yanlısı…
Bunlardan hangisisiniz?
Hiçbiri değilim. Tabii ki herkesle merhabam var ama arkamda hiç bir güç yok. Yukarıda Allah var, aşağıda da vatandaşlarım. Ve onlarla ilişkilerim…
İnternette sözlüklere baktım, herkesle dalgasını geçen Ekşi Sözlükçüler bile size karşı çok sıcak… Galiba bir tek politikacılar sevmiyor sizi. Bir de örgütünüzün bir kısmı.
Profesyonel siyasetçi beni sevmez… Çünkü siyaset anlayışı biraz farklı biriyim. Risk almayı sevdiğim için de doğruları söylerim.
Örneğin?
Mesela türban konusunun Anayasa Mahkemesine gittiği dönemde ben çıktım ve bu konunun bu tartışmadan çıkarılmasını istedim. İnsanların inançlarını, dilini, dinini sorgulamak bir siyasetçinin işi değildir. Bir tarafta özgürlükler derken diğer taraftan kısıtlamalar getirmek çok saçma… Böyle düşüncelerin pek çok siyasetçinin hoşuna gitmediğini biliyorum ama açık açık söylüyorum işte…
Peki ya kendi örgütünüz? Her ne kadar şimdi seslerini çıkaramasalar da bir süre önce sizi sevmeyenler vardı!
İstanbul İl Başkanı olduğum dönemde pek çok sorunlu noktaya çomak soktum… Görevden alınmak gibi bir korku duymadan, doğru bildiğim her şeyi yaptım… Sevilmemek için bundan daha iyi sebep olur mu?
Tam adamına sordunuz… Bu konuda benim de sevenim fazla sayılmaz. İkimiz de ‘onuncu köyün’ konuklarıyız anlaşılan… Bir de hakkınızda açılan ve her fırsatta karşınıza çıkarılan şu meşhur dava var: Kanunsuz olarak verdiğiniz ruhsat hikayesi…
İyi ki sordun… Bir gün MHP’li genç bir çocuk geldi. Adapazarı depreminde her şeyini kaybetmiş. Elinde kalan üç beş kuruşla borç harç küçük bir balık restoranı açmış. Meğer orası dükkan değil daireymiş, ruhsat alamıyor. “Başkanım hayatım size bağlı” dedi… “Ya bu dükkanı kapatacağım ya intihar edeceğim!”
Gerçekten verilmesi güç bir karar sizinki…
Hiç düşünmeden verdim ruhsatı… Vermemem gerekirdi ama umurumda değildi… Savcıya da aynen bunu söyledim, “Beni bir ruhsattan değil, 6500 ruhsattan yargılayın” dedim. Çünkü bir kere değil, 6500 kere olsa yine o çocuğa o ruhsatı verirdim… Benim işim insanların hayatını kolaylaştırmak…
Bir de bir Roman açılımı yapıp benzer bir suç işlemişsiniz…
İşlerim… 1981 yılıydı. Romanları kimse işe almıyor. Sadece kağıt toplayarak geçiniyorlar. Benim de bir kahvem vardı. ANAP’lı belediyenin temizlik müdürü arkadaşım 150 tane temizlik işçisi alacağız dedi. “Bana 50 kişilik kontenjan ayır” dedim, bütün Romanları topladım. Ama diplomaları yok. Bir arkadaşım da Konya’da okul müdürüydü. Onu aradım, “Cuma günü seni İstanbul’da misafir etmek istiyorum ama gelirken mührünü de al gel” dedim, “Çünkü burada bir insanlık dramı yaşanıyor…” Aldı mührü geldi.
Siz de Romanlara diploma verdiniz öyle mi?
Aynen öyle… Romanlar böylece ilk kez kamuda çalıştı.
Robin Hood türü suç yöntemleri…
Zaten bir Alman gazetesi benim için Osmanlının Robin Hood’u diye yazmıştı…
Ömer Çelik ile röportaj yaparken de çok şaşırmıştım. O da Mevlana’dan, Karl Marx’a kadar geniş bir yelpazede çıkmıştı karşıma. Her dalda oynayabilen bir siyasetçi… Ayrıca özel hayatını perdelemesiyle de size benziyordu. Böyle insanların CHP’de de çoğalması gerekiyor kanımca… Çelik eski solcudur biliyorsunuz… Eski DEV-YOL’cu…
Sizin gibi…
Arkadaşımdır zaten… Ama o yolunu şaşırdı, yanlış otobüse bindi!
Görüşüyor musunuz hala?
Tabii… Arada bir çıkar yemek yeriz.
Hakkınızdaki bir başka söylenti de şu; Kanada’ya iltica için başvurmuşsunuz ama kabul edilmemişsiniz. Nedir bunun aslı?
Tamamen zırvalık… Bunu o meşhur davama bağlıyorlar… 2007 yılında Kanada’ya gitmişim, hakkımdaki dava iki yıl sonra açılmış! Bir de bunu gazetelerde yazdılar. Tam bir komedi, bu gazetecilik falan değil elbet. Zaten gazeteciler eleştirdikçe sokaktaki insanların gözündeki değerim on kat artıyor, bilsinler.
Biz ekip olarak, her röportajdan önce toplanıp o insan hakkında minik anketler yaparız. Söz konusu siz olunca ikiye bölündük. Bazılarımız “Aslında Kemal Bey’in yerine oturması gereken insan” dedi, diğerleri de, “Çok iyi bir ikinci adam ama birinci adam değil!” Hangisisiniz? (Gürsel Tekin ilk kez düşünüyor. Eh soru da zaten yukarı tükürsen bıyık, aşağı doğru sakal durumu… Sonra yine kendinden bekleneni yapıyor ve dürüstçe cevap veriyor)
İkinci adam diyenler doğru söylemiş. Birinci adamlık çok zordur. O benim işim değil. Çünkü Kemal Bey olağanüstü çalışkan, dürüst, nitelikli ve çok zeki biri. Bu iş için yaratılmış. Ayrıca son derece babacan. Açıkçası ben onun gibi davranamam. Bir yerde yanlış varsa hemen kesip atarım. Çok fevriyim… Kemal Bey çok daha ılımlı, olması gereken gibi.
Geçenlerde Kemal Bey’i televizyonda izliyordum, çok güzel bir konuşma yaptı… Bütün vekiller ayakta alkışladı ama Deniz Baykal hariç. Ne ayağa kalktı, ne alkışlara katıldı. Doğru muydu davranışı?
Yorum yapmıyorum.
Gürsel Bey’e,“Yorum yapmamanız bile bir yorum” demiyorum elbette, ortalığı germemek için. Buraya kadar çok iyi geldik, haydi hayırlısı…
Deniz Baykal demişken… İkinci düğününüzde Deniz Bey nikah şahidiniz olacakmış ama gelmemiş… Neden?
O günlerde Bülent Ersoy olayı patlamıştı, basının gözleri üzerindeydi onun için gelmemeyi tercih etti…
O olay da çok yankı yapmıştı… Güya Deniz Baykal, Bülent Ersoy’un sahne yasağını kaldırmak için 100 milyon avukatlık parası istemiş zamanında. İkisinin arasında arabuluculuk yaptığınızı öğrendik. Hatta Ersoy ile ünlü bir modacının evinde buluşmuşsunuz…
Doğru. Bülent Hanım ile bir araya geldik, çok tatlı bir kadın. Bu konuda bir arkadaşı aracı olmuş, yani Deniz Bey’le de birebir konuşmamış. Bülent Hanım başkalarının tuzağına düşüp bu açıklamaları yaptı bence.
Deniz Bey mi istemişti görüşmenizi?
Hayır. Ben kendim karar verdim. Bülent Hanım, buluşup özür dilemek istediğini söyledi… Deniz Bey önce kabul etti ama sonra olmadı…
Bülent Hanım da buna alınmış galiba…
Bana biraz kızgın ama barışırız bir gün. Bülent Hanım o günlerde başına gelen bir olayı anlatmıştı: Her zaman karpuz aldığı bir manav varmış. O gün gittiğinde bakmış elemanların yüzü bir karış. Hatta “Buyurun kendi karpuzunuzu kendiniz alın!” demişler. “Şok oldum” diye anlatmıştı. Meğer çocuklar CHP’liymiş.
Sizin bir de “Ben liderin gemileri yakıp gidenini severim” diye bir sloganınız var. Benim görüşüme göre gemileri yakan siyasetçi şu anda Tayyip Erdoğan… Bu bir soru değil aslında, o da yanıt vermiyor, temkinli bir şekilde ‘evet’ anlamında başını sallıyor. Kısa bir sessizlikten sonra devam ediyorum… Ama siz de gemileri yakıp geçebilen bir insansınız… Esnaf ağzıyla da konuşabiliyorsunuz, elit ağzıyla da… Gerçi Kasımpaşalı değilsiniz ama Fikirtepelisiniz ve kahve kültürünü seviyorsunuz…
Zeki gözlerle bakıyor, lafı nereye getireceğimi anlıyor ama bekliyor ki ben bitireyim o, son noktayı koysun… Şimdi sıra ters köşe soruda.
İçki içiyor musunuz? Rakı filan?
Vallahi hayatımda hiç rakı içmedim. İçki kültürüm hiç yoktur.
Tayyip Bey de içmiyor… İkiniz de futbola meraklısınız. Kaderin cilvesi mi nedir bilmiyorum ama özellikleriniz başbakanımızla fazlasıyla örtüşüyor…
Siyasette böyle efsaneler hep yürür gider… Recep Tayyip Erdoğan tabii ki bir liderdir, otoritesi olan bir insandır. Tayyip Bey siyasetin okulunda yetişmiştir. Bütün bu aşamalara baktığımızda aslında o profesyonel bir siyasetçi. Ama gerçek bir lider midir, değil midir, orası biraz tartışılır.
Biraz önce söylediklerinizle bir çelişki yok mu bu son cümlenizde?
Yok aslında… İyi bir lider kendisi gibi düşünmeyenleri de koruma altına alandır. Sayın Başbakan tam tersini yapıyor. Liderlik ve diktatörlük ayrı şeylerdir.
Tayyip Bey’i diktatörlükle mi suçluyorsunuz?
Sadece gözlem yapıyorum… Başbakanın en büyük eksikliği demokratik bir kültürden gelmediği için bunu hazmedememesi. 2002’den sonraki döneme baktığımızda, bütün dünya konjonktürü onların yararına işledi. Tabii ki bu sürede biz de CHP olarak yapmamız gerekeni yapamadık. Eksikliklerimizi dezavantaja dönüştürdüler…
Aslında bu sözleriniz şaşırtıcı… İlk kez bir siyasetçi başarısızlıkları, hataları, yanılgıları kabullenebiliyor.
Bunun aksini kabul edemezsiniz… Yanlışları itiraf edememek bizim en büyük eksiklerimizden biri zaten.
Aslında ben Tayyip Erdoğan ile benzerliğinizi siyasi açıdan sormamıştım. İkinizin de yargılanma süreci var… Kaderin bir cilvesi mi acaba?
Mümkündür, kadere çok inanırım. İnsanın yaşamımda kaderin çok büyük önemi vardır. Kaderinde yoksa ne yaparsan yap nafile.
Yavaş yavaş terlediğini fark ediyorum… Bir kağıt peçeteyle alnını silerken bu terletme olayını üstün gazetecilik çabalarıma bağlayıp kendimden emin, hafifçe tebessüm ederek soruyorum; Sorularım mı terletiyor yoksa?
Yooo… Sorular serinletiyor aslında ama hava çok sıcak…
O zaman serinletmeye devam… Her siyasetçinin iyi bir yanı vardır. Hadi gelin bir kere pozitif düşünelim. Tayyip Bey’in iyi bir yanını söyleyin bana…
Vefalıdır… Siyasetçilerin en kötü özelliği vefasız olmasıdır. Başbakan bu özelliği ile pek çok siyasetçiden ayrılır…
Çok siyasete boğulmadık mı? Gelin biraz hayatın renklerine karışalım… Gürsel Tekin’in en sevdiği yemekler nelerdir mesela?
Valla ne bulursam yerim… Hiç seçim yapmam. İçki kültürüm yok ama yemeği çok severim. İçki sofrasında dostlar arasında bile olsam belli bir saatten sonra sıkılırım ama. Düşün ben yemeği bitirmişim, millet içmeye devam ediyor…
Esnaf lokantalarına hala gidiyorsunuz değil mi?
Tabii... Hatta insanlar şaşırıyor görünce.
Bir yanda Büyük Kulüp’te yemek yiyorsunuz bir yandan esnaf lokantalarında… Kendinizi nereye ait hissediyorsunuz?
Ben her tarafa aidim.
Ne tür müzik dinlersiniz?
Halk müziği.
En sevdiğiniz türkü?
Sarı Gelin.
Neden Sarı Gelin?
Zorlu coğrafyalarda büyüdük. O zaman radyolarda bir çekiyor çekmiyor. Yılmaz Erdoğan’ın filmindeki gibi. O zamanlar hep ağıt dinlerdik. Anneannem Sarı Gelin’i dinlerken hep ağlardı, ondan sanırım.
Pop müzik peki…
Tarkan’ı severim. Yetenekli bulurum… Kendisi ile görüşecektik ama ben gidemedim bir türlü. En kısa zamanda bir araya geleceğiz ama. Ayrıca Yaşar’ı da severim, çok iyidir.
Alaturkadaki tercihleriniz nedir? Mesela Bülent Ersoy?
Tabii ki dinlerim… Bülent Ersoy, Zeki Müren, onlar dinlenmez mi?
Peki başkan çabuk aşık oluyor mu?
Ehhh… Herkes kadar… İnsanız sonuçta.
İlk aşkınız kim diye sorsam dayağı yer miyim?
Olur mu öyle şey… İstediğinizi soracaksınız. Ama siyasetçi adamız, açıklamayalım. Kız evlenmiş gitmiş zaten. Köyden bir kızcağızdı. Ayıp olur valla… Hem kocası beni öldürsün mü?
CHP’nin bana gönderdiği bilgilere göre İkizler burcuymuşsunuz?
O yanlış… Haziran diye geçiyor doğumum ama bizim oralarda kış çok sert geçer… Ben aslında 6 Ocak doğumluyum. O kış günlerinde gidip nüfusa kayıt yaptıramamışlar, hazirana nasip olmuş. Aslında Oğlak burcuyum…
Ayrıca partiden gelen bilgiler arasında rakı - balık da sevdiğiniz yazıyordu… Biraz kulaklarını çekersiniz artık.
Çekeriz çekmesine de, galiba rakıcı bir tipim var. Hangi restorana gitsem hemen rakı getirmeye çalışıyorlar. Ben de bıktım bundan…
Biraz başa dönelim isterseniz…
Yine mi çocukluk…
Öyle ama bu kez başka bir biçimde… Sizi doğduğunuz yörelere yardım yapmamakla itham edenler var… “Tayyip Bey Rize için her şeyi yapıyor, Gürsel Bey kılını kıpırdatmıyor” diyorlar.
Ne yapabilirim ben? İktidar mıyım? Keşke olanaklarım olsa da yapsam. Hangi olanaklarım var da yatırım yapmadım? CHP iktidar olsa çok ciddi hayallerim vardı. Ayrıca Tayyip Bey Türkiye’nin en gelişmiş 16’ncı ülke olduğunu da söylüyor… Bizim altımızdaki ülkelere bakın… Kaç tane sinema salonları var? İstanbul’un dışındaki kentlerde sosyal yaşam sıfır bizde… Çocuklar sadece okula gidiyor.
Oysa çocukların kendi hikayeleri olması lazım…
Ama sizin oralardan da hikayesi müthiş insanlar çıkıyor… Mesela benim sosyoloji hocam Nilüfer Göle…
Babası bizim çok yakın aile dostumuz, eski CHP milletvekili aynı zamanda. Nilüfer yakın köylüm, Hülya Avşar da yakın köylüm...
Hülya Avşar demişken CHP’de Sabahat Akkiraz dışında sanatçı göremiyorum. Oysa sizin düşüncelerinize çok yakın Fazıl Say gibi bir isim var… Neden böyle evrensel insanları CHP’ye almaktan korkuyorsunuz?
Öyle bir korku yok. İsim vermek istemiyorum ama Türkiye’nin çok sevdiği birkaç isme genel başkanımız aracılığıyla teklif götürüldü. Bu süreçte aday olmayacaklarını söyledikleri için partide yoklar. Partimizin kapıları sanatçılarımıza her zaman açıktır. Sanatçıların en rahat siyaset yapabilecekleri yer de CHP’dir. Tayyip Erdoğan, Fazıl Say gibi farklı birini kabul etseydi o zaman dört dörtlük bir lider olurdu. Bu tür düşüncelerle Türkiye çok önemli insanlarını kaybetti… Örneğin bir
Nazım Hikmet’i…
Nazım Hikmet’e af çıkarmayan, İnönü’nün CHP’si değil miydi?
Evet, ama ben olaya dönemsel açıdan bakmıyorum… Nazım Hikmet, Yılmaz Güney, Ahmet Kaya… Bunlar Türkiye’nin değerleridir. Adam yurt dışında Türkiye’yi tanımaz, Nazım’ı bilir. Böyle insanlara hoşgörüyle yaklaşmalısınız. Onlar bizim ortak değerlerimiz…
Merak ettiğim başka bir şey var… Yıllarca CHP’yi eritmeye kalkışan onun bir numaralı rakibi olan Süleyman Demirel’in şimdi partinin ombudsmanlığına soyunmasına, en azından durumun böyle algılanmasına ne diyorsunuz? Hiç içiniz acımıyor mu?
Bu kesinlikle doğru değil. Demirel, Türkiye’de çok önemli bir siyaset adamıdır. Siyasi görüşlerine hiç katılmam ama her zaman saygı duyulması gereken bir insandır. Türk siyasetinin en büyük sorunlarından biri de budur. Siyasetçileri eleştirdiğimiz gibi tarih içerisinde onlarla övünmeliyiz de.
Demirel de onlardan biridir.
Cumhuriyet Halk Evleri çok önem verdiğiniz bir proje… Nasıl başlamıştı?
O günlerde daha yeni İstanbul İl Başkanıyım… Bir gün bir hanım gazeteci arkadaşım aradı, “Biz burada kız kıza oturuyoruz, kadınlarla hiç ilgilenmiyorsun diye dedikodunu yapıyoruz” dedi… Bebek’te yemek yiyorlarmış, beni çağırıyorlar… O gün gidemedim ama ertesi gün için onları davet ettim…
Siz de ‘kadınların tipini sormadan’ davet ediyorsunuz…
Neye benzeyip benzemedikleri önemli değil. Onlar gönüllü olarak bir sosyal projede çalışmak istiyorlarmış. Davetim o yüzden… Hepsi Etiler’de oturan elit bir çevrenin kadınları. “Benim bir projem var bütün alt yapısını oluşturacağım, siz yürüteceksiniz” dedim… Kadınlardan biri “İlk evi nerede kuracağız” diye sorduğu zaman “Kağıthane” dedim
Umarım Kağıthane’nin yerini biliyorlardır…
Haklısın bilmiyorlardı… Ama bugün o yörelerde oturan kadınlar ile şehrin merkezlerinde oturanların nasıl uyumlu bir halde çalıştıklarını, nasıl entegre olduklarını herkesin görmesi lazım aslında…
Cumhuriyet Halk Evleri’nin baş harflerini aldığınız zaman CHE çıkıyor.
Evet zaten CHE diye konuşuluyor genellikle…
Che Guevera’yıda anmış olduk böylece… Bu arada kadınlar size bayılıyor. Nişantaşı’daki sosyetik kadın da türbanlı kadınlar da kişiliğinizden etkileniyor… Yakışıklı olduğunuzu düşünüyor musunuz? Sizi Javier Bardem’e benzetiyorlarmış.
Vallahi kime benzettiklerini bilmiyorum… Yakışıklılığımdan da pek emin değilim…
Peki bu ilgi sizi çapkınlar kategorisine sokuyor mu?
Yok canım… Ne alakası var?
Siz sosyal medyayı da iyi kullanan bir siyasetçisiniz. Bu da CHP’de bir devrim. Yalnız bir şey fark ettik, ne Twitter’da, ne de Facebook’ta karınızla birbirinizi takip etmiyorsunuz? Bunun bir sebebi var mı?
Aslında tam olarak öyle değil. Eşim zaten Twitter’da yok, Facebook’ta da ben yokum gibi bir şey. Çünkü bir sürü gönüllü profillerimiz var. Ama CHP’yi ve beni takip etmek isteyenler Twitter adresimden ulaşabilirler.
Bildiğim kadarıyla kaleminiz çok kuvvetli, ama hep siyasi yazılar yazdınız… Hiç şiir filan yazmışlığınız var mıdır?
Yok… Hiç denemedim.
Aslında bir duygu adamısınız…
Belki… Ama o ayrı bir şey.
Kitap yazmayı düşünüyor musunuz?
Düşünüyorum ama ileride. Siyasette olan bitenleri yazacağım. Siyasetin ne kadar kirlendiğini, kirletildiğini ve ivedilikle temizlenmesi gerektiğini yazacağım.
Ayrıca bir İstanbul sevdalısısınız… Peki Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Özünde iyi bir insan ama bana göre başarılı değil. İstanbul iyi yönetilmiyor. İstanbul ranta teslim oldu. Bu kenti dönülmez noktalara getiriyorlar. Umarım gelecek dönemde belediye bize geçer de daha iyi bir proje yaparız. Elimizde bir hazine var. Her şey var İstanbul’da. Tarih, deniz, doğa her şey…
Şimdi çok alındım! Siz de muhafazakar politikacılar gibi konuştunuz. Yani eğlence yaşamını
İstanbul’un zenginlikleri arasında görmüyor musunuz?
Olur mu öyle şey… Sizler iyi ki varsınız. Bütün diğer özelliklerimize sahip çıkılırsa restoranlar, gece kulüpleri, kısaca eğlence sektörü daha çok parlar ve patlama yapar.
Aslında üzüldüğüm bir şey var… Babam dağlara taşlara Karaoğlan yazan, CHP’nin neferlerinden biriydi. Boynuna beni oturtur, Ecevit mitinglerine götürürdü. Herkesin “Ecevit öldürülecek” dediği Taksim mitingine bile ufacık yaşta gitmiştim. Ama en acısını söyleyeyim, yıllar sonra Annem AKP’ye oy verdi. Kısaca sorayım: Neden böyle oldu?
CHP olarak yapacağımız o kadar çok şey var ki ama tanıtım konusunda büyük eksiklerimiz oldu, kendimizi ifade edemedik. Maalesef iç işlerimizle çok meşgul olduğumuz için bunları toplum ile paylaşamadık. Algıları değiştiremedik. Bütün bunlar bizim eksiklerimiz. Ama bundan sonra göreceksiniz bütün bu iç kavgaları kaldıracağız, herkes CHP’nin Türkiye için neler düşündüğünü, projelerinin ne olduğunu yalın bir şekilde anlayacaklar. Bizim konumuz AKP değil, bizim konumuz Türkiye.
Çok etkisinde kaldığınız büyük bir pişmanlığınız var mı?
Öyle büyük pişmanlıklarım yok… Ama üzüldüğüm şeyler olmuştur tabii.
Son olarak gelelim bir şehir efsanesine… Diyorlar ki, okeyde bileğinizi bükecek kimse yokmuş!
Bak okeyime laf söyletmem arkadaş… Üstüme yoktur!
Parasına da oynar mısınız?
Oynarım tabii…
Peki iddia filan…
Hayır benim tek bir oyunum var, o da okey. O konuda da hiç mütevazı davranamayacağım. Türkiye’de belki en iyi olanlardan biriyim. Malum okey zaten zeka oyunudur...
Kimlerle oynarsınız genellikle?
Kimin canı para kaybetmek isterse onunla oynarım. Mesela İbrahim Tatlıses’ten çok para kazanmışımdır… Bir gün “Bir daha seninle oynamayacağım” diye tövbe etti, sonra dayanamadı geldi, yine cebindeki paraları verip gitti.
Diğer kurbanlar?
Büyük Kulüp’te ne kadar iş adamı varsa parasını almışımdır. İsim veremeyeceğim kadar çok adam var. Kulüpte kimse oynamıyor zaten benimle. Birçok insanın çok parasını yemişimdir.
Başkan öylesine kendinden emin konuşuyor ki meydan okumasak ayıp olacak. “Acaba müşteri mi kızıştırıyor?” diye düşünmedim de değil. Derken yiğitliğe toz kondurmayıp ve cesaretimi toplayıp düello teklifimi yapıyorum; bir okey partisi yapar mıydık acaba? Yanıt hafif bir gülümseme ile geliyor: “Neden olmasın?” Ve kalkıp Ortaköy’e gidiyoruz. Bakıyoruz üçüncü ve dördüncü arkadaş da hazır. Çevrede yolunmaya hazır ne kadar kuş var Tanrım? Masaya otururken yarım ağız soruyorum: Nesine oynuyoruz başkan?
Şimdi senin paranı almayayım ayıp olur… Kaybeden bir takım elbise alsın.
Ama Ahmet Hakan’a kaybettiğiniz takım elbiseyi almamışsınız hala…
Okeyde mi kaybetmişim? Onunla seçim sonuçları için bahse girmiştik!
Sonunda bir gömleğine anlaştık. Ve taşları karıştırmaya başlarken bir de fıkra anlatıyor:
Avcı tuzak olarak bir ağaca et bağlamış. Tilki geçerken eti görünce, bu işte bir hinlik olduğu anlamış ve bekleneye başlamış. Derken Tarzan gelmiş, hem eti hem tilkiyi görmüş.Tilkiye demiş ki: “Yahu tilki kardeş, et orada sen buradasın”. Tilki de “Ben oruçluyum” der. Tarzan fırlar ete ama bekleyen avcı da ateş eder. Tarzanda yere düşünce, tilki eti yemeye başlar. Tarzan da şaşırıp “Yahu hani oruçluydun” sen der. Tilki de cevap verir “Yahu top patladı ya”.
Fıkra mıkra derken oyun nasıl bitti farkına varmadım… Sonucu merak ediyorsunuz tabii. CHP’nin koskoca Genel Başkan Yardımcısı’nı okeyde yenecek halimiz yok. Mahsusçuktan kaybettik elbette.
SPOTLAR
“Benim için kimi cemaatçi, kimi Amerikan yanlısı, kimi Ergenekoncu, kimi TUSİAD yanlısı diyor… Bir köylü çocuğu olarak kendi çabalarınızla siyasette bir yerlere geldiyseniz bunlar hep yapılır”
“İlk dayağımı 14 yaşında jandarmadan yedim. En uzun boylu ben olduğum için dayaktan en çok ben nasiplendim”
“Başbakan vefalıdır… Siyasetçilerin en kötü özelliği vefasız olmasıdır. Tayyip Bey bu özelliği ile pek çok siyasetçiden ayrılır…”
“Galiba rakıcı bir tipim var. Hangi restorana gitsem hemen rakı getirmeye çalışıyorlar. Oysa rakının tadını bile bilmem”
“’Tayyip Bey, Rize için her şeyi yapıyor, Gürsel Tekin kendi memleketi için kılını kıpırdatmıyor’ diyorlar… İktidar mıyız? Elimizden ne gelir?”
“Çocukluğumda ne oyuncağım oldu ne de masallarım… Hep gerçeklerle yüz yüze büyüdüm”
“Okeyime laf söyletmem arkadaş. Üstüme yoktur. Büyük kulüpte ne kadar iş adamı varsa parasını almışımdır”
“İbrahim Tatlıses’in de okeyde parasını çok aldım. Tövbe etti ama yine geldi…”