Hürriyet Gazetesi yazarı İzzet Çapa sordu, ünlü sanatçı Gönül Yazar içtenlikte cevapladı.
Gazino sahnelerinin yaşayan efsanesi o... Şarkıları, evlilikleri, yaşı üzerine üretilen dedikodularla tanımayan yoktur Gönül Yazar’ı...
Peki ya Fatma ile Mehmet’in ortanca kızı Eşrefpaşalı Mürşide Gönül Özyeğiner’i tanıyor musunuz? Bu röportajı okuyup onunla tanışırken sanırım siz de benim gibi bazen hüzünlenecek, bazen neşelenecek, bazen de kızacaksınız. Hayatının en güzel yıllarında babam ile yaptığı evliliği pek konuşamadık; başka bir röportajın konusu o... Hemen “Gönül Yazar, ne Yazar” diye o beylik espriyi mırıldanmayın. Bakın yazarsa neler yazıyormuş... Buyrun Taş bebek Gönül’ün fırtınalı yaşamının görünmeyen yüzüne...
Haydi gel, baştan başlayalım Gönül Yazar’ın hikayesini “yazmaya”...
- Bir röportaja sığar mı ayol koskoca Gönül Yazar’ın hikayesi?
Sen başla anlatmaya da ben sığdırabildiğimi sığdırırım...
- Öyle olsun bakalım. Yüzlerce röportaj yaptım, hep kaç yaşındasın, kaç kocaya vardın diye sordular sadece. İmzasını tarihe vurmuş bir kadın olarak, “yaşayan bir tarih” olduğunu biliyorum. Ama maalesef gazeteciler bunlarla ilgilenmiyor.
O zaman sen anlat, ben dinleyeyim.
- Babaannem ve dedem Erzincanlı, babam ise İzmirli... Annem Yugoslav göçmeni, kromozomlarımı annemden almışım. Tam Slav yüzü var bende... Uzatmayayım, annemle babam birbirlerini bulmuşlar...
“Güzellik geni” anne tarafından mı?
- Ah sorma, annem öyle bir kadındı ki, sonunda bu dillere destan güzelliği başımıza bela oldu.
Hayırdır? Neden?
- Annem bir gün okula geliyor. Okul müdürü de ona aşık. “Buyrun odamda oturun, çocukları orada beklersiniz” diyor. Annemin müdürün odasına girmesi mahallede dedikoduya, ardından da büyük bir skandala sebep oluyor.
Baban ne diyor bu duruma?
- Dedikoduları duyan babam, askerden kaçıp İzmir’e geliyor. Annemle araları iyice açılınca da boşanıyorlar.
ANNEM BİZİ DÖVMESE OR.... OLURDUK
Güzelliğinin dışında nasıl bir kadındı valide hanım?
- Az dayak atmadı bize. Korkunç derecede sert bir kadındı. Yediğim dayaklar yüzünden mankafa oldum. Kızdığı zaman tırnaklarını boğazıma geçirir, bütün boynumu yırtardı. Hırsını alamadığında kollarımı ısırdığı bile olurdu. Çocuğum ya, özeniyorum... Bir gün kızlarla dışarı çıktığımda hafif bir makyaj yapmıştım. Eve gelince, hemen sildim yüzümü. Bana şöyle bir baktı “Sen ruj mu sürdün yoksa?” dedi.
Eyvah!
- Eyvah ki ne eyvah! Aldı eline beyaz bir mendil, dudağımı sildi. Tabii hafif bir kırmızılık çıktı beyazın üzerine. Ondan sonra “O...u mu olacaksın başıma?” diye öyle bir dövdü ki, şimdi anlatırken bile vurduğu yerler sızlıyor. Bütün annelere sesleniyorum, çocuklarınızı sakın dayakla terbiye etmeye kalkmayın.
Hâlâ kızıyor musun annene?
- Allah onu nurlar içinde yatırsın. O kadın bizi dövmeseydi, biz or.... olurduk.
Peki sen kızın Yasemin’e hiç el kadırdın mı?
- Bir keresinde tartışırken elimi kaldırır gibi oldum ama Yasemin sesini yükseltip diklendi. “Sıkıysa gel vur bakalım, o sizin zamanınızdaymış” diye kafa tuttu. Aslında benim de vuracağım yoktu, kıyamam ona... Üstüne titredim hep, hâlâ da titrerim. Ben tahtını yaptım, gel gör ki bahtını yapamadım İzzet’ciğim...
ABİM İNTİHAR ETTİ CESEDİ BİLE BULUNAMADI
Sizinkilerin ayrılığında kalmıştık...
- Ayrılmalarından çok, babamın askerden kaçması hayatımızı alt üst etti. Kendisi belediyeden iş alan bir yol müteahhitiydi. Durumumuz da gayet iyiydi. Özel okullarda okuyup, dadılar tarafından yetiştiriliyorduk. Gel gör ki babamla “Kaçak” dizisini çevirmeye başladıktan sonra tüm hayatımız değişti.
Babanın “kaçak” olduğu malum da, sen niye onunla aynı kaderi paylaşıyorsun?
- Annem babamdan ayrılıp bir tüccarla evlendi. Adamın üç çocuğu var, annemin de dört. Düşünsene bir evde yedi çocuk! Psikolojik olarak çökmüştüm. Biliyor musun, ben evlenene kadar her gece yatağımı ıslattım! Evlendiğim gece bir uyandım ki yatak kuru.
Daldan dala atlamayalım Gönül. Senin niye kaçak hayatı yaşadığında kalmıştık.
- Boşanma sırasında hakim “Kiminle kalmak istiyorsun?” diye sorduğunda, “Babam” dedim. Ablam ve kardeşlerim ise annemle kaldılar.
Haliyle sen de Dr. Kimble’ın kızı oldun...
- Türkiye’nin her yerini gezdik. Asker kaçakları 46 yaşına kadar yakalanamazsa, askerlik mesuliyetleri düşüyormuş. O yaşa gelene kadar kaçtı durdu adamcağız.
Diğer çocuklar da bu travmadan payını aldı mı?
- Almaz olur mu hiç? Biz üç kız kardeşiz, bir de abimiz vardı. Bunalım sırasında Yalova’da denize atlayıp intihar etti rahmetli, cesedi de bulunamadı. Mezartaşı bile yok zavallının. Ben nasıl bunalımdan altıma ediyorsam, o da atmış işte kendini denize. Düşünsene biz daha çocuğuz, ana yok, baba yok...
KOCAM EVDE YEMEK YAPARKEN BEN DIŞARIDA TOP OYNARDIM
Bu kadar çok evlenmenin sebebi, düzenli bir aile ortamına duyduğun özlem olabilir mi?
- Helal sana be, gel ağzını öpeyim! 14 yaşında yaptığım ilk evlilikten beri hep bu hayalin peşinde koştum. Çoluğum çocuğum olsun, kalabalık sofralar kurulsun, evde yemekler pişsin diye evlendim hep. Aile kurmak istedim ama olmadı ne yazık ki. “Neden yürümedi?” diye sorarsan, “Elimde olmayan sebepler” derim. Kocalarımın önünde, sahneden indikten sonra çamaşır yıkayacak halim yoktu herhalde.
Her genç kızın hayalidir evlilik ama 14 yaş da fazla erken değil mi?
- Erken tabii. 13 yaşındayken Ege Ses Kraliçesi seçildim, herkes benden bahsediyor, “Kim bu kız?” diyordu. 14’üme girdiğimde turneye çıktım. Turnede yanımda radyo sanatçısı Necdet Yazar vardı. Humphrey Bogart’a benziyordu. Daha çocuktum ama Necdet’i beğeniyordum. Birlikte üç ay turnede kaldık.
Annen nasıl izin verdi buna?
- Sorma, o da “Mahallede laf çıktı, evleneceksiniz” diye bizi Ankara’da polislerle enseledi. Ama kanun gereği isterik raporu olmadan evlenemiyorduk.
İsterik raporu ne Allah aşkına?
- O zamanlar öyleydi. Annem beni hastaneye götürdü, “Bu kızın evlenmesi lazım çünkü isterik” diye rapor aldı. Mahkeme kararıyla yaşımı da dört yaş büyüttüler. Halbuki ne isteriği, yatağa işeyen çocuktum daha. Yıldırım nikahıyla evlendik. Utancımızdan üç ay mahalleye uğrayamadık. Sonunda annem evlilik cüzdanımızı eline alıp, kapı kapı dolaşarak konu komşuya gösterdi.
“Çocuk gelin” nasıl alıştı yeni hayatına?
- Ne alışması ayol? Kocam Necdet evde yemek yaparken, ben dışarıda kızlarla top oynardım. Her şey hazır olunca da pencereden “Gönüüül yemek hazır! Komposto da yaptım, haydi içeri gel!” diye bağırırdı.
AĞLAYA AĞLAYA ÜÇ AYLIK ÇOCUĞUMU ALDIRDIM
İlk evliliğinde ekonomik durumunuz nasıldı?
- İkimiz de Ankara Radyosu sanatçısıydık. İçkili yerlerde çalışmamız yasak olduğundan karı koca Cebeci Aile Çay Bahçesi’nde sahneye çıkıyorduk. 15’erden 30 lira alıyoruz. Üç aylık hamileydim, Necdet’in yevmiyesi bizi geçindirir diye düşündük. Ama patron
“Kocanı tek başına çalıştırmam” deyince çocuğu aldırmaktan başka çaremiz kalmamıştı.
Üç aylık çocuk aldırılır mı yahu?
- Ankara’nın en iyi kadın doktorlarından birine gittim, “Üç aylık çocuk alınmaz” dedi. Ağlayarak otele döndüğümde, kapı çalındı. Gelen, doktorun asistanıydı. “Ben kürtaj yaparım ama narkoz verecek kimsem yok” dedi. Adamın evinde, muayenehane bozuntusu bir odaya gittik. Narkozcu yok, ben bağırdıkça eşim Necdet, eliyle ağzıma bastırıyor. Ağlaya ağlaya 3 aylık çocuğumu aldırdım. Gece yarısı aniden bir kanama başladı, arayıp o doktoru bulduk. Meğerse içimde parça kalmış, onu da canlı canlı aldı benden (gözleri doluyor). Bu önümde duranlar ne?
Ses kayıt cihazı...
- Hiç böylelerini görmemiştim. İnşallah bunlar gibi hep yeni şeyler görmek nasip olur bana. Her akşam Allah diye yatıyorum, her sabah da Allah diye kalkıyorum. O kadar çok Allah diyorum ki, sonunda Allah benim de yüzüme gülecek, mutlu olacağım inşallah.
Sen de biraz bizim yüzümüzü güldür, daha az trajik bir şeyler anlat geçmişten...
- Necdet’le evliliğim uzun sürmedi haliyle. Derken ben İstanbul’a geldim ve sahneye çıkmaya başladım. Kime sorsan bilir... Daha assolist bile olmadan dillere destandı ve çok büyük sükse yaptı Gönül Yazar.
RONALDO FALAN DA KİMMİŞ PUŞKAŞ DEDİ Mİ DURACAKSIN
Ona ne şüphe...
- Bak şimdi sana ne anlatacağım. Bir gün taksi beklerken karşı kaldırımda Rahmi Koç’u gördüm. “Gel seni maça götüreyim” dedi bana. Neyse kalktık gittik stadyuma, minderlerimizi aldık, kıçımızın altına koyup oturduk. Vallahi hayatımda daha önce bir kere maça gitmiştim, onda da Macarlar’ı 3-0 yendik. Puşkaş oynuyordu. Şimdi o Ronaldolar falan da kimmiş, Puşkaş dedin mi bir duracaksın kardeşim.
(Bu konuya nasıl geldik vallahi ben de anlamadım) Gönül bırak spor muhabirliğini de Rahmi Bey’i kendine aşık mı ettin, onu söyle!
- Aşık olup olmadığını bilemem ama beni çok beğenirdi. Bir keresinde de Taksim’de karşılaştık. Ankara’ya gitmek için uçak bileti almıştım. Rahmi Bey bunu görünce “Ben de Ankara’ya gidiyorum ama yataklı vagonla. Biletini geri ver, birlikte gidelim, çene çalar şarap içeriz” dedi. Ben de biletimi değiştirdim.
Aynı kompartmanda mı gittiniz?
- Edepsizlik yapma ayol! Arada kapı vardı, konuşa konuşa gittik Ankara’ya.
İSMAİL CEM OKULA GİTMEZ BENİ GÖRMEYE SETE GELİRDİ
Gönül Yazar ne zaman Taş Bebek oldu?
- Yıl 1960. Göksel Arsoy’la birlikte başrolde oynadığım “Taş Bebek” filmi öylesine sükse yaptı ki, o günden bugüne lakabım değişmedi. Ah görsen nasıl güzeldim. Genceciğim daha. İsmail Cem okula gitmez, Engin Cezzar’ı da alır, sete beni görmeye gelirdi her gün.
İsmail Cem ne alaka?
- Ayol “Taş Bebek”i, babası İhsan İpekçi’nin şirketi çekti. Harika bir insandı...
Artık hem sahnede hem de sinemada yıldızsın...
- Aynen öyle oldu hayatım. Hatta “Taş Bebek” daha vizyona girmeden, Amerika’ya gitmem için bir teklif geldi. Her şeyi satıp savmış gidiyordum ki uçağa bineceğim gün darbe oldu. Bir de senin babana aşık olunca hepten kaldım burada. İnanır mısın Bedii Çapa evime meyve, peynir ekmek getiren yegane adamdır. Başka hiç kimseden görmedim bunu. Tabii Erol (Simavi) farklı, o çocuğumun babası, diğerleri kocalarım.
BIKTIM ARTIK, KUSACAĞIM GÖNÜL YAZAR’IN KOCALARINDAN
Babamla evliliğin ayrı röportaj konusu olur, gel biz sahnelere dönelim. Neydi Gönül Yazar’ı diğerlerinden farklı kılan?
- Neler yok ki? Daha pop müziğin Türkiye’de ne olduğu bilinmezken ben çıkar kaç dilde şarkı okurdum. İstanbul Gelişim Orkestrası’nı kim çıkardı sahneye? Gönül Yazar! Neco ve Şenay Yüzbaşıoğlu vokallerimdi. Fakat Garo Mafyan anlatmaz bunları. Hâlâ benim kocalarımı konuşur onlar! Bıktım artık, vallahi kusacağım Gönül Yazar’ın kocalarından.
Tamam sakin ol, sen anlat ben dinliyorum...
- Neyse, nerede kalmıştık?
Gönül Yazar’ın farkı...
- Ben sahnede kendisiyle dalga geçen kadındım. Eskiden böyle stand-up’çılar falan yokken milleti kırar geçirirdim. Sezen (Aksu) şimdi aynısını yapıyor... Kimden gördü? Tabii ki Gönül Yazar’dan. Sorry!
FAHRETTİN ASLAN BANA VURDU, KARAKOLA GİTMEYEYİM DİYE DE ODAYA KİLİTLEDİ
Fahrettin Aslan’ın sanatçılarını dövdüğü hakkında bir şehir efsanesi vardır.
- Sezen’i soruyorsan; görmedim, bilmiyorum, ben de herkes gibi duydum. Fakat benim bir tokat yemişliğim vardır Fahri Bey’den.
Rahmetlinin elini kaldırmadığı yıldız yok anlaşılan. Senin günahın neydi?
- O zamanlar Hafta Sonu Gazetesi’nin orta sayfasında cemiyet haberleri yazıyordum. Fotoğrafları Zozo çekip bana getirir, ben de resimlerin arkasına kim olduklarını yazardım. Tabii ben sosyeteden herkesi tanıyorum, Zozo yazsa yazsa telefon numarasını yazar, fotoğrafların altını Gönül Yazar. Neyse bir gece fotoları bana göstermek için gizlice kulise girmiş bizimki.
Neden gizlice giriyor ki?
- Kulise basın alınmasın diye kesin emir vardı. Sahne arkasına hiç gelmeyen Fahri Bey o gece şansa kulise inmesin mi? Zozo’yu orada görünce “Kim aldı bunu içeri” diye çıldırdı tabii. Bizi giydiren Matilda diye yaşlı bir kadın vardı. Fahri Bey onun üstüne yürüyünce elini tuttum, “Zozo’yu içeri ben soktum” dedim.
Sendeki de iyi cesaret...
- Aslan burcuyum. Burnum yere düşse eğilip almam. Fahri Bey “Sen kim oluyorsun” diye bağırınca, salonu işaret edip “Bu gazinoyu dolduran şarkıcıyım” dedim. Gittim elbiselerimi topladım, tam kapıdan çıkarken yakalayıp öyle bir vurdu ki, kafam duvara yapıştı. Giden insanı sevmez bunlar, illa ki kovacaklar çünkü kovdukları zaman kendilerini Godfather zannediyorlar.
GÖNÜLCÜM SEN DE BANA VUR, ÖDEŞELİM
Assolist sen misin o günlerde?
- Yok, assolist Behiye Aksoy’du. Neyse karakola gitmeyeyim diye beni 2,5 saat bir odaya kilitlediler. Karakola gitsem ne olacak ki? Hepsi Fahri Bey’in adamı. Saçlarım kan içinde kalmış. Behiye Hanım elinde bir şişe suyla geldi, saçlarımı yıkadı. O gece güç bela çıkıp, Nişantaşı’ndaki boş eve gittim.
“Boş ev” derken yalnızsın anlamında mı yoksa eşyasız falan mı?
- Her ikisi de. O günlerde Ajda’yla Tarabya’da bir yazlık tutmuştuk. İkimiz beraber kalıyorduk. Benim oraya gidecek halim olmadığından Nişantaşı’na geçtim. Görsen, iki gözüm de şişmiş. Ağlamamı durduramıyorum. Ertesi gün Mete’yle Şeref Has geldiler; bir baktılar ben mosmorum. Mete Has halime o kadar üzüldü ki bir beyaz bir de siyah inci getirdi bana. İncileri parmağıma takınca, ağlamayı bıraktım (gülüyor).
Fahri Bey’den ses seda yok mu?
- Aradan bir gün daha geçti. Fahri Bey, Behiye Aksoy’la birlikte geldi. Ben çocukları çok severim diye içi çiçek dolu bir çocuk arabası yaptırmış, yanına bir de oyuncak bebek koymuş. Diz çöküp “Gönülcüm gazinoya dönecek misin?” diye sordu. “Dönmem” deyince “O zaman sen de bir tane bana vur, ödeşelim” demez mi.
Patlatsaydın bir tane!
- Olur mu öyle şey? Fahri Bey gözü karardığında ne yaptığını bilmezdi ama sakinleşince dünyanın en iyi insanıydı. “Şimdi evdeyiz. Sen bana garsonların, çalgıcıların arasında vurdun. Benim sana vurduğumu, intikamımı aldığımı kim bilecek?” dedim.
Bir tokat daha yerim diye korkmadın mı?
- Tutturdum dönmeyeceğim diye. “Herkes görmüş dayak yediğimi, rezil oldum. Yüzlerine bakamam, sahnede utanır ağlarım” dedim. “Sen merak etme, bütün ışıkları söndürür sahneyi loş yaparım; kimse görmez ağladığını” diyerek beni ikna etti.
AJDA BENİM RAHLE-İ TEDRİSATIMDAN GEÇMİŞTİR
Yanında çalışanlar Fahri Bey’in hem ekmeğini hem de dayağını yemeye alışıkmış galiba...
- Ben sadece bir tokat yedim. Bütün dizginlerin elinde olmasını isteyen bir adamdı. Kafasına koyduğunu yapardı. Bir gün tuttu, Sezen Aksu’yu assolist diye çıkardı. Ben de rakip gazinoda Selçuk Ural ve Nazan Şoray’la birlikte program yapıyorum. Sezen, kendi çıktığı dükkanda müşteri yok diye sıkıntıdan patlar, gelir bizim programı izlerdi.
Ajda nasıl bir “oda arkadaşı”ydı?
- Ajda benim rahle-i tedrisatımdan geçmiştir. Onun dişleri kısacıktı. Erdoğan Konuk’a gidip “Dişlerim Gönül’ünki gibi olsun” demiş. Kardeşim gibi severim onu. Bu alemde onca arkadaşım oldu, bir tanesi bile Ajda’nın yerini tutmaz.
Sen alışılmışın aksine alt kadrondakileri yükselten bir assolisttin sanırım.
- Gayet tabii. İbrahim Tatlıses Ankara barlarında en çok benim altımda çıkmıştır. Seyyal Taner, Emel Müftüoğlu, Bahar Erdeniz... Bu isimler saymakla bitmez! Çoğunun horoz gibi sesleri vardı, ben istiyorum diye sahneye çıktılar. Patron patrondur ama assolistin gücü de ayrıdır. Hiçbiri Ajda gibi olamadı ama hayatım... O ne kapması gerekiyorsa benden kaptı, diğerleri yerinde saydı. Ajda’ya şapka çıkarırım.
ZEKİ MÜREN TARAFINDAN İKİ KERE KOVDURULDUM
Sana destek çıkan assolist oldu mu hiç?
- Neredeeee? Beni yanından ayırmayan, her gittiği yere çanta gibi götüren, bana “Cikcik kuşum” diye seslenen Zeki Müren tarafından bile iki kere kovduruldum.
Niye kovdurdu seni Zeki Bey?
- Kovdurabilecek gücü olduğunu göstermek için. Rahmetliyi çok severdim ama başka kimse geçmesin diye geçtiği köprüleri arkasından yakan bir adamdı. Fakat ne olursa olsun, beyefendi doğdu, beyefendi öldü. Bunu da kimse inkar edemez!
EROL SİMAVİ İSTEYİNCE, MARUF’UN NİŞAN ALYANSINI ÇIKARIP BOĞAZ’A ATTIM
Şimdi kızma ama çok kısa evliliklerinden bahsedelim. Sırf alyansları satsan sırtın yere gelmezdi herhalde!
- Ayol ne diyorsun sen? Bir tanesi dışında hepsini kendim alıp taktım. O bir taneyi de Boğaz’ın sularına attım zaten.
Niye? Kızdırdı mı seni enişte?
- Yok canım. Maruf, Lübnanlı bir işadamıydı. Yılbaşını geçirmek için İsrail’e gitmişti. Bir gece sahnede bana orkide gönderdi. Çiçeğin içinde de hayatımda gördüğüm en güzel alyans duruyor. O gece farklı ülkelerde de olsak nişanlandık biz. Derken İsrail ile Mısır arasında savaş çıktı. Adamın Türkiye’ye girişini yasakladılar. Benim pasaportuma da el koymazlar mı?
Senin pasaport niye “güme gitti”?
- O zamanlar Türk parasını koruma kanunundan dolayı yurtdışına sadece yılda bir kere çıkmaya izin vardı. Ben yedi kere çıkmışım hayatım. Bu sebepten yargılanıyorum, 27 sene hapsim isteniyor. Allah razı olsun Erol Bey avukat tuttu da paçayı kurtardım.
Alyans niye dalgalara karıştı sen ondan haber ver?
- Bir gün Erol Bey beni yemeğe çağırdı. Köprünün ayağının altındaki Batanay Restoran’ı ikimiz için kapatmış. Yemekten sonra rıhtımda yürürken bana baktı, “Şu parmağındaki yüzüğü denize atmanı istesem atar mısın?” dedi. Maruf’a aşıktım ama karşımdaki adama da minnet duygum var.
Film gibi vallahi...
- Hem de nasıl! Ben hayatımda aldığım o ilk alyansı parmağımdan çıkarıp denize fırlattım. Bir an içime inmeler indi. Derken tam merdivenleri çıkarken Erol Bey de kendi alyansını çıkardı ve suya attı. Ertesi gün de “Gönülcüğüm Türkiye’de daha büyüğünü bulamadım” diyerek bana kocaman bir tek taş gönderdi.
Nasıl aşksa, çok kolay vazgeçmişsin Maruf Bey’den...
- Kolay olur mu... İçim içimi yedi. Ama başka çarem yoktu, karşımdaki adam Erol Simavi. Ne yapabilirim? Türkiye’de filmlerin, podyumların dışında hiç gelinlik giymediğimi biliyor musun? Ne anam ne babam gördü beni duvakla (ağlıyor).
Tamam tamam üzülme! Biz dönelim Erol Bey’e.
- 22 Haziran’da 84 yaşına girdi. Allah çok daha uzun ömürler versin. Başıma sıçsa başımın üstünde yeri var. Çünkü beni Yasemin gibi bir evladın sahibi yaptı.
YASEMİN’İ ALDIRMAM İÇİN PARA TEKLİF ETTİLER
Kızın Yasemin’in doğumu pek kolay olmamış...
- Kolay mı? Ölümlerden döndüm ayol. Hamileliğim belli olmasın diye son altı ay İsviçre’ye gidip orada doğum yapacaktım. Bu arada Erol Bey “Deli Yunus” diye bir konut işine girmiş. Bedri Baykam’ın babası Suphi Baykam da o araziyi daha önce aldığını iddia ediyordu. Bunlar iyice kapıştılar anlayacağın.
Doğumla ne alakası var bütün bunların?
- Dinle... Erol Bey her gün Suphi Baykam aleyhinde yazılar yazdırıyor. O da bastırıyor parayı, Haldun Simavi’nin gazetesinde tam sayfa haberler yayınlatıyor. Bu arada gazetenin başına Orhan Erkanlı diye bir adamı getirmişler.
Orhan Erkanlı, 27 Mayıs darbesini yapan binbaşılardan biri değil mi?
- Doğru, nereden bulmuşsa bunu yanına almış Erol Bey. Bir gün Divan Pub’da otururlarken Erol Bey, “Gönül’den çocuğum olacak, şerefe” diye kadeh kaldırıyor. Orhan Erkanlı, “Suphi Baykam ile savaştayız, rezalet çıkar, çocuğu aldırmak en iyisi” diye karşılık veriyor. Daha önce de “Erol Bey’den habersiz çocuğu aldır” diye bana para bile teklif etmişlerdi şerefsizler.
Teklifi yapan kimdi?
- İşin başında Orhan Erkanlı vardı tabii. Neyse o gün uçağa bindim. Meğer bunlar Erol Bey’den gizli bana bir tuzak kurmuşlar. Yanıma refakat etsin diye rahmetli Güven’i vermişlerdi. Meğerse Güven bana çelme takacakmış. Tabii merdivenlerden yuvarlanınca da büyük ihtimalle çocuğu düşüreceğim. Gel gör ki çelme takan falan olmadı. Son anda adamcağızın içi el vermemiş de vazgeçmiş.
Sen nasıl öğrendin bütün bunları?
- Yıllar sonra bir gün Mete Has’ın evinde Güven yanıma geldi, “Yaşlandım, bu veballe ölmek istemiyorum” dedi. “Benden bunu yapmamı istemişlerdi ama yapamadım” diye her şeyi bir bir anlattı.
BANA UYGUN BİRİ VAR MI DİYE HER GÜN ESRA EROL’U İZLİYORUM
Bu kadar fırtınalı bir yaşamın ardından, bugünlerde neler yapıyor Gönül Yazar?
- Yalnızım İzzet, çok yalnızım. Çok şükür maddi hiçbir sıkıntım yok; pırlantalarım, kürklerim, yüzme havuzlu evlerim var. Ama akşam eve geldiğimde kapıyı anahtarla kendi kendime açmak, içeride ışık ve hazır bir sofra olmaması çok koyuyor bana. Evde Etiyopyalı bir kız vardı, o da evlenmek için ülkesine döndü. 17 senelik köpeğimi de kaybedince bir başıma kaldım. İnanır mısın, o köpeğin ayak seslerini bile arar oldum. Zengin olsan ne yazar? Al sana Gönül Yazar...
Sen yine evlenirsin bu gidişle diyeceğim ama evliliğe doymuş gibi bir halin var.
- Ne doymuşu ayol? Deli gibi istiyorum hem de. Gençken evlendim ama asıl şimdi lazımmış koca. Diyorum ya beni kimse burada kafamda gerçek bir duvakla görmedi diye... Las Vegas’ta evlendiğimde gelinlik giydim. Gönül Yazar’ı Amerikalılar gördü sadece telli duvaklı. Yok yok, burada da giyeceğim.
Var mı bari bir enişte adayı?
- Vallahi her gün Esra Erol’un programını seyrediyorum. Orada bazen bana uygun birilerini de görüyorum ama telefon açıp nasıl diyeyim “Şu beyle bir çay içebilir miyim?” diye... Rezil olurum; “Karıya bak altı koca aldı, şimdikini de Esra’dan bulacak” diye dalga geçerler. Taktı herkes benim kocalarıma (kahkahalar)...