Miss Turkey 2011 ikinci güzeli Gizem Karaca, New York Film Academy’de düzenlenen work shop’lara katılmak için gittiği Amerika’dan döndü. Döner dönmez de “Benim Hâlâ Umudum Var” ekibine dahil oldu. Amerika’ya gidişinin geçtiğimiz aylarda düzenlenen uyuşturucu operasyonunda gözaltına alınmasıyla ilgisi olmadığını söyleyen Karaca, “Vaktim vardı, yeni projeye güzel bir şekilde hazırlanmak için gittim” diyor.
* Yeni projeniz hayırlı olsun. “Benim Hâlâ Umudum Var” macerası nasıl başladı, ekibe nasıl katıldınız, anlatır mısınız biraz? - Ben Amerika’daki oyunculuk okuluna gitmeden önce Faruk (Turgut) Bey’le bu dizi üzerine konuşmuştuk zaten... Senaryo tamamlanınca çok tatlı, inişli çıkışlı, modern bir Külkedisi hikayesi olduğunu gördüm. Buna rağmen o kadar klasik bir hikaye değildi. O hikayedeki Umut ben olabilirim diye düşündüm.
* Nasıl bir kız bu Umut? - Karşısındaki kendisine nasıl davranıyorsa ona göre hareket eden bir tip...
* Nabza göre şerbet mi veriyor yani? - Aynen öyle... Bir şey söylemek isterse, bir konuda midesi bulanıyorsa, içinde tutamayan ve onu hemen kusan bir kız. Ama bunu hiçbir zaman karşısındakini tersleyerek yapmıyor. Hoşuna gitmiyorsa açık açık söylüyor, o kadar...
* Tek özelliği bu dobralığı değil herhalde... - Tabii ki... Aynı zamanda çok çalışkan ve güçlü bir kız. * Ne iş yapıyor bu genç kız? - Bir kuaför salonunun resepsiyonunda... Oradan kazandığı paranın tamamını üvey babasının eline sayıyor ama... Aileye Umut bakıyor.
* Dizide bir aşk üçgeni var galiba... - Doğru... Ama klasik iki erkek arasında kalma gibi bir durum değil. Umut, ikisini de sevecek ama birinde daha çok güven bulacak...
* İki kişiyi aynı anda sevmek mümkün müdür sizce? - Bir dakika, yanlış anlaşıldım galiba. İkisini aynı anda sevme gibi bir durum yok. Umut, öyle bir durumda kalıyor ki bir tanesiyle sorun yaşıyor, o sırada birden öteki genç karşısına çıkyor. Aksi mümkün değil... Yani bence bir insan aynı anda iki kişiyi sevemez. Eğer öyle bir duruma düştüğünü sanıyorsan, aslında ikisini de sevmiyorsundur.
* Gelelim Amerika maceranıza... Bir anda karar verip New York’a gitmenizin sebebi neydi? - “Emir’in Yolu” bittikten sonra biraz boş vaktim oldu. Ben de o zamanı boşa harcamak istemedim. Zaten orada büyüdüğüm halde Amerika’ya 10 senedir gitmiyordum.
Annemle birlikte oyunculuk work shop’larını araştırdık. New York Film Academy’nin her yerde şubesi var ama merkezi New York’tur diye düşündüm. Kalkıp oraya gittim. Gittiğime hiç pişman değilim. O okulda sadece ders görmedik. Kısa film çektik, oyunlar sahneledik. Ayrıca New York’a gidip şehri tek başıma yaşama isteğim de vardı.
* Amerika’ya gitmeden hemen önce gözaltına alındınız. Bu seyahat bir kaçış mıydı yoksa? - Yok, kesinlikle kaçış gibi bir niyetim yoktu. Dediğim gibi, vaktim vardı, yeni projeye güzel bir şekilde hazırlanmak istedim. Hepsi bu... Çok da yararı olduğuna inanıyorum.
* Daha ilk oyunculuk tecrübenizde, ilk dizinizde başrol oynadınız. Bu biraz riskli, biraz ürkütücü değil miydi? - Hem de nasıl, sudan çıkmış balık gibiydim. Set nedir bilmiyordum, setteki insanları tanımıyordum. O kadar acemiydim ki yardımcı yönetmenden çay istiyordum, düşünün! Yavaş yavaş oturdu her şey.
* Yaşınız genç, gelecek için nasıl planlarınız var? - Oyunculuk tabii bir yere kadar giderse çok güzel olur ama şu an kendime hedef koyduğum yer yönetmenlik. Güzel bir şey yazıp kısa film çekmek istiyorum.