"12 SENEDİR KANSERİM" Defalarca dinleseniz de, her seferinde ilk kez dinlermiş gibi haz aldığınız şarkıların efendisidir Ferdi Özbeğen... Benim dünyamda da apayrı bir yeri vardır. Babamın çok saygı duyduğu bir dostuydu, ayrıca birlikte çalıştığımız günlerde onun işinde ne kadar titiz olduğunun birinci elden tanığıyım. “Şöhret Dediğin”, Özbeğen’in yaşamını anlatan harika bir kitap.
Bir Gece vakti, şöyle bir göz atmak için kitabı elime aldım; sabah gün ışırken son sayfayı kapattığımda “iyi ki aramızda böyle insanlar var hâlâ” dedim. Ve Özbeğen’in neden bunca yıldır “romantizmin prensi” olarak kaldığını bir kez daha anladım. Karşınızda, tuşların efendisi Ferdi Özbeğen...
* Baştan başlasana, kimdir Ferdi Özbeğen? - O halde önce ailemi tanıtayım istersen. Babam annemin ikinci kocası, annem de babamın ikinci karısıydı... İkisi de daha önce bir kere evlenmişler anlayacağın... Annem Mısır’dan kaçıp gelmiş ve babamla tanışmış.
* Mısırlı mı annen? - Yok, Ankaralı Katolik bir ailenin kızı... Mısır’a, kendisinden yaşça çok büyük bir adama gelin gitmiş. Kocası çok kıskançmış, bunu sürekli eve kapatınca o da kaçıp İstanbul’a gelmiş, bir daha dönmemiş.
* Peki ya baban? - Babamlar Girit’ten İzmir’e göç etmiş, orada annemle tanışıyor ve aralarında büyük bir aşk doğuyor. Annem gayrımüslim olduğu için ailesi ilişkilerine karşı çıkıyor ve babamı teyzesinin kızıyla alelacele evlendiriyorlar.
* Vuslat ne zaman peki? - Babam 1,5 yıl evli kalıyor, bir oğlu oluyor, ardından boşanıp annemle evleniyor.
ANNEM ÜMMÜ GÜLSÜM’LE ŞARKI SÖYLEMİŞ * Yeşilçam filmi gibi... Sanatçılık aileden mi miras? - Olabilir. Annemin sesi çok güzeldi. Arap yalellisi ve gazeli çok güzel okurdu. Mısır’dayken iki kız arkadaşıyla grup kurup birlikte konser vermişliği bile var.
* Neden devam etmemiş? - Vallahi bilmiyorum ama işte o kızlardan biri Türkiye’ye gelip beni doğurmuş, diğeri de dünyanın en büyük seslerinden Ümmü Gülsüm olmuş... * Yok artık, üçüncüsü de Diana Ross oldu deme... - Şaka bir yana annem ve Ümmü Gülsüm çok yakın arkadaşlarmış. Beni sorarsan piyano aşkım 4-5 yaşlarında başladı.
* Ders mi alıyordun? - Yok, evden çıkmam yasaktı o yaşlarda. Yaşıtlarım top peşinde koşarken ben kaçıp Acemyan’ın piyano galerisine giderdim. Orada üstü örtülü piyanolar olurdu hep... Bazıları da kilitliydi. Ne yapıp edip tuşlara dokunmak isterdim. Ama ciddi anlamda bir enstrümanla ilk tanışmam Özel Türk Koleji’nde akordiyonla oldu.
* Haşarı bir öğrenci miydin diye soracağım ama hiç sanmıyorum... - Öğretmenden tokat değil de yumruk yedim dersem ne dersin! İngiltere’den öğretmenler gelmişti okula... Bir tanesine çocuk aklımla feci halde abayı yaktım. Bizimki öğretmen-öğrenci ilişkisinden öteye geçmedi ama kızdan yediğim iki yumruğu hâlâ unutamıyorum. * O çocuk aklınla pandik filan mı attın, yumruk biraz fazla değil mi? - Karıştırma artık oraları..
DEMOKRAT PARTİLİYİM DİYE EVİMİ TAŞLADILAR * Kavga dövüş bitirdim liseyi diyorsun yani... - Biraz öyle oldu, diplomayı alacağım gün bile 27 Mayıs ihtilaline denk geldi zaten...
* O günlerdeki gençlik hareketlerinde yer almışlığın var mı? - İzmir’de Demokrat Parti’ye bağlı bir öğrenci birliğinin yönetici kadrosundaydım. Politikaya atılıp Dışişleri’nde çalışmak istiyordum. Ama 27 Mayıs’ta her şey değişti. Politik tercihimi bilenler evimizin kapısına dayanıp “Kuyrukçular” diye taş yağmuruna tuttular. * Yaşım tutmuyor; ne demek kuyrukçular? - O zaman Menderes yanlılarına öyle diyorlardı.
PAVYON KAPILARINDA ÇOK SEFİLİK ÇEKTİM * Haydarpaşa Garı’nda “Seni yenmeye geldik İstanbul” diye de bağırdınız mı? - Yok, biz vapurla gelmiştik... Ama o filmlerden beter sefillik çektik. İş aramak için gittiğimiz pavyon kapılarından kovulmaya alışmıştık. Saray Muhallebicisi’nin camına dayanıp uzun uzun tatlıları seyrettiğim günleri hiç unutmadım.
* Peki şeytanın bacağını nasıl kırdın? - Bir gün Hilton’un önünden geçerken nereden aklıma estiyse “Gir şuraya” dedim kendi kendime. Döner kapıdan geçtim ve kendimi cennette hissettim. Bütün cesaretimi toplayıp resepsiyona yanaştım ve müzik işleriyle ilgili kişiyle konuşmak istediğimi söyledim.
* Ve güvenlik geldi, seni attı... - Yok, Poldi isimli bir beyefendi geldi. Ona yalanları sıralamaya başladım; bir orkestram varmış, İzmir’den Hilton’da çalışmak için gelmişiz filan... Adam demez mi “Yarın gelin dinleyeyim” diye...
* İstanbul dışına nasıl taştı ünün? - İlk plağım çıktıktan kısa bir süre sonra oldu o... Ama plak yapmak aklımda hiç yoktu. O günlerde Sevillanas’ta çalışıyordum. Bir gece arkadaşım Nil (Burak) doğum gününü kutlamak için bir parti verdi. Bülent Ersoy filan da davetliydi. Şarkılar türküler derken bir adam piyanoya yaklaştı ve...
* O zaman söyledin mi gerçeği? - Yok, yalana tam gaz devam... “Çocuklar üç gün sonra gelecekler” dedim ve beklemesi için ikna ettim. Ama bende şafak attı. Üç gün içinde birkaç müzisyen daha buldum, provalar yaptık... Derken mucize gerçekleşti; Bay Poldi bizi beğendi ve Hilton’da çalışmaya başladık. Tam iki yıl sürdü bu serüven...
* “Tekrar çal Sam” mi dedi? - “Plak yapmak ister misiniz?” diye sordu. Meğer Polat Plak’ın sahibiymiş. Ben hâlâ emin değilim. “Bu müzikle insanları eğlendiriyorum. Kimsenin satın alacağını sanmam, belki vestiyere koyarız; müşteriler alır” dedim. Ama Polat Bey ısrar etti. Sonra arkadaşlarla stüdyoya girdik ve beş saatte doldurduk
HİKMET ŞİMŞEK'İN YERİNE SENFONİ ORKESTRASINI YÖNETTİM Çocukluğundaki akordiyon tutkusu ne oldu? - Müzik aşkı tam gaz devam... İzmir Senfoni Orkestrası yeni kurulmuş. Her gün provalarına gider Hikmet Şimşek’in orkestrayı nasıl yönettiğini izlerdim. Düşün daha 16 yaşındayım. Müzisyenler de sevdiler beni, aralarına aldılar.
* Bir gün bu orkestrayı yöneteceğim diye hayallerin var mıydı? - Yönettim zaten. “Ben de Hikmet Hoca gibi şef olmak istiyorum” dedim. “Gel o zaman bizi yönet” dediler. Aslında tabii onlar bildiklerini çalıyor, benim estetik hareketlerime de gülüyorlardı. Meğer Hikmet Şimşek de izlermiş bir köşeden...
* Sopayla kovalamadı mı seni? - Yok canım, cesaretimden dolayı tebrik etti. “Çalışmalarına devam et, güzel bir geleceğin var evladım” dedi.
* Bu arada hariciyecilik sevdası ne alemde? - Siyasalın imtihanlarına girmek için Ankara’ya gittim ama sınavı kaçırdım. Sonra İstanbul’a geldim ve iktisat fakültesini kazandım. Kurtuluş’ta bir ailenin işlettiği pansiyonda kalıyorum. Evden her ay 400 lira gönderiyorlar; 150’sini oraya ödüyorum. Bu arada bir baktım evin genç kızının gözü üzerimde...
* Gözün aydın... Kısmetin de çıkmış işte... - Ne kısmeti... Kız dediğim 40 yaşında, evde kalmış bir hatun. Ben o zaman 1.82 boyunda, filinta gibi bir delikanlıyım... Senin anlayacağın tam bir Kerime Nadir romanı...
* İngilizce öğretmeninin ahı tuttu anlaşılan... - Sorma... O arada babam vefat etti, ailenin durumu bozuldu, okulu bırakıp İzmir’e dönmek zorunda kaldım. Bir yerlerde çalışıp para kazanmam gerekiyor. Ben de en iyi bildiğim işi yapmaya karar verdim ve bir pavyonda müzisyen olarak çalışmaya başladım.
* Diplomat olma hayallerin pavyona gömüldü yani... - Aynen öyle... İyi okullarda okumuş, öğrenci birliği başkanlığı yapmış, siyasi hedefleri olan bir delikanlı pavyon müzisyenliğine sığınmıştı. Tabii İzmir’deki elit muhitimiz de dışlamıştı beni...
* Okulu bitirememişsin ama en büyük hayat dersini almışsın anlaşılan... - Tam bir hayat mektebiydi gerçekten. Çok güzel günler geçirdik. Sabah 04.00’ten sonra gitarcımla alaturaya çıkardık. Masa masa dolaşıp bir şeyler çalar, para toplardım. Adam bir konsomatrisle oturmuş tam iş üstünde, başında bitip Portofino’yu çalardık mesela...
* Kafanıza şişeyi yemiyor muydunuz? - Adam kızıp celallenince, kadın “Şunlara biraz para ver de gitsinler” diyordu. Adam da veriyordu... Bu her gece oynanan bir oyundu aslında; müzisyenlerle konsomatrisler anlaşır, sonra alaturayı paylaşırlardı. O pavyonlarda soluyordum. Baktım öyle olmayacak baterist arkadaşım Kamil’le bir gece atladık İstanbul’a geldik.
POLİS MÜZEYYEN SENAR'A "NEREDE ÇALIŞIYORSUN" DİYE SORUNCA... * İzmir Fuarı’nı konuşmadan olmaz... - Tabii, İzmir Fuarı’nı anlatmadan Ferdi Özbeğen röportajı olmaz. Bilir misin eskiden hiçbirimiz parmak izi vermeden Fuar’da sahneye çıkamazdık.
* Suçunuz neydi? - Sanatçı olmak herhalde. Akıllara sığmayan bir uygulamaydı. Her sanatçı fuar çalışmalarına başlamadan önce emniyet amirliğinden izin almak zorundaydı. * Assolistler bile mi? - Tabii, haydi biz neyse de Müzeyyen Abla (Senar) bile sıraya girerdi emniyette. Bir gün hiç unutmam yine böyle sıradayız, Müzeyyen Abla da önümde. O zamanın ünlü genelev patronu Tak Tak Hanım vardı, tanır mısın?
* Tanısam da söylemem herhalde! - Neyse bütün sanatçılar, pavyon kızları, müzisyenler falan sabıkalı gibi dizilmiş duruyoruz, işlem sırası Müzeyyen Abla’ya geldi. Polis “Nerede çalışıyorsun?” diye sordu, Müzeyyen Senar “Tak Tak’ın evinde” deyiverdi.
* Eee sonra ne oldu? - Ne olsun polis dahil herkes gülmekten yerlere yattı. Gülüyorduk ama gereksiz bir uygulamaydı. Mesut Yılmaz, Kültür Bakanı olduğunda bu uygulamayı kaldırdı sağ olsun. Eh daha fazla anlatmayalım da gerisi de kitaba kalsın...
FERDİ HERHALDE AKLINI OYNATTI * Çok para kazandın mı Ferdi? - Hayatımı sürdürmeye yetecek kadar... Ben paradan çok kaliteye önem verdim, rahmetli Yaşar’dan (Kekeva) hiç plak başına para istemedim.
* Her prodüktörün hayalindeki sanatçı.. - Para istemedim dediysem, kalite- den ödün vermeyeceğim anlamınday- dı. Ona “En iyi stüdyoyu, en iyi ton- maister’i, en kaliteli müzisyenleri bul, çünkü kalıcı olmak istiyorum” dedim.
* Eğlendirici piyanist deyip de geçmemek lazım yani... - Kendimi övmek istemiyorum ama birçok ilke imza attım. Bunlardan biri de Şan Tiyatrosu konserlerimdir. Senfoni orkestrası ile sahneye çıkmayı Egemen Bostancı’ya ilk söylediğimde “Ferdi herhalde aklını oynattı” demiş.
* Hem öyle deyip hem sahneye niye çıkardı o zaman? - Biraz mecburiyetten... * Niye silah mı çektin rahmetliye? - (Gülüyor) “Sait Hop Sait” müzikalini sahneye koymak üzereymiş. Fakat bir türlü kadro kurulamıyor, provalar aksıyor. Ne yapalım ne edelim derken “Kur orkestarını gel” diye beni aradı.
* Sevinçten uçtun herhalde... - Dondum kaldım! Mozart, Beethoven çalan müzisyenler, entelektüel kesimin eleştirdiği Ferdi Özbeğen’e çalacaklar. Hiçbiri güvenmiyordu bana... * Nasıl sağladın güveni peki? - Aslına bakarsan konserin ilk bölümü bitene kadar tam sağlayamadım.
* Ne biçim taktik bu, kaçıp gidecek adamlar... - Bu işin raconu böyledir. Provalarda sanatçı çok iyi bir performans sergileyip sahnede aynı istikrarı gösteremezse orkestra doğru dürüst çalmaz. Uyanıklık ettim yani. Derken para mevzuu açıldı. “Para mara istemiyorum, sadece orkestranın ücretini ödeyin” dedim.
* Dev bütçeli bir organizasyon değil miydi bu, alsaydın sen de üç kuruş? - Ne dev bütçesi, sahne bile kurulmadı, dekor falan yok. Ama hevesimi kıracak bir durum yoktu, Türkiye’de bir ilke imza atmak üzereydik. Senfoni orkestrası fantezi müzik çalacak!
* Ve derken büyük gün geldi çattı... - Çok şükür hazırlıklar tamamlandı, perde açıldı. Programa başladık. Alkışları duymak beni mutlu etti tabii, bir de baktım ki her şarkı bitiminde kemancılar arşeleriyle sehpalarına vuruyorlar. * Eyvah, protesto mu var? - Olur mu! O da onların alkışıdır.
* Niye sadece 12? - Yüzümü eskitmekten yana değilim. Belirli aralar verdikten sonra Şan Konserleri’ne devam ettim
FAZIL SAY GİBİ ÇALAMIYORSAN PİYANİSTİM DİYE GEZEMEZSİN * İlk plaktan sonra şan şöhret alıp yürüdü mü? - Yok, şan şöhret üç ay raflarda bekledi, bir tane bile satmadı. Tam umudu kesmişken satışlar bir patladı, ortalık yıkıldı. Türkiye ilk defa eğlendirici piyanist akımı ile tanıştı böylece.
* Nedir eğlendirici piyanist? - Batılılar entertainer piano diyorlar... Her telden şarkılar söyleyen, hoşça vakit geçirten müzisyen... Bazı kesimler tarafından çok eleştirilse de ülkemiz müzik sektöründe çok önemli bir yeri oldu yaptığım işin. Aynı tarzı benimseyenler de çalıştıkları lokalleri doldurdu.
* Neden eğlendiren piyanist, eleştirilen piyanist oldu? - Hiçbirimiz Fazıl Say değiliz. Zaten bana piyanist denmesinden iyi yorumcu denmesini tercih ederim. Çünkü Fazıl gibi çalamıyorsan piyanist diye gezemezsin!
GİZEMİNİ KORURSAN HALKIN İLGİSİ ARTAR * İstikrarlı başarının sebebi eskitmediğin yüzün mü? - Ortada bir başarı varsa bunun için yetenek ve meslek aşkı haricinde temel dört neden sayabilirim
* Neymiş onlar? - Birincisi çalıştığım yerlerde sadece sahneye çıkıp şarkı söyleyen, sonra da evine giden biri olmadım. Oradaki masa düzeninden yemeklere kadar her şeyle ilgilendim. Dinleyicilerimi konuklarım olarak gördüm hep, belki de bu yüzden Ferdi Özbeğen tiryakiliklerinden vazgeçmediler.
* Bizim mekanlarda çıktığında az çektirmedin bana titizliğinle, iyi bilirim... İkincisi nedir? - Bence bir sanatçı hakkında iyi ya da kötü çok fazla haber çıkması pek doğru değil. Gizemini koruduğun zaman halkın ilgisi daha da artıyor.
* Gizemi koruyayım derken Greta Garbo gibi ortadan yok olmasın insan... - Dozunu iyi ayarlamak lazım tabii ki. Bunların yanında şarkı seçimlerimde de hep çok özenli oldum. Sevenlerimle aramdaki köprüyü şarkılarla kurduğumu hiç unutmadım. * Ferdi Özbeğen olmanın el kitabını yazıyoruz şaka maka... - O zaman son maddeyle kapatalım bu konuyu... Gece hayatının içinde olmama rağmen içkiden ve uyuşturucudan hep uzak durdum.
HAVAALANINDA UYUŞTURUCU YÜZÜNDEN SORGUYA ÇEKİLDİM * Sahneye gönderilen o kadar şampanyaya ne oluyordu peki? - Gönderen misafirlerimi kırmamak adına bir yudum alırdım, o kadar. Bak aklıma komik bir anı geldi; bu hassasiyetime rağmen Londra Havaalanı’nda uyuşturucu yüzünden sorguya çekilmeme engel olamadım.
* Bunun neresi komik? - Komik çünkü tamamen bir yanlış anlaşılmadan ibaretti. Yıl 1972, ilk defa yurtdışına çıkıyorum. O zaman İngiltere’ye vize falan da yok.
* Vize yok demek uyuşturucu sokmak serbest demek değil herhalde! - Oradaki Türk arkadaşlarımın İstanbul’dan siparişleri vardı. Hepsini doldurdum bavullara, tuttum Londra’nın yolunu. Havaalanında valizimi açmamı istediler, ben de yaptım dediklerini. Gümrük görevlileri sekiz adet kangal sucuğu görünce şaşırıp kaldılar tabii
* Neden? Acı sevmezler miymiş? - (Kahkahalar) Canım adam nereden bilsin kangal sucuğu? Asıl olay diğer paketi gördüklerinde patlak verdi. Benim arkadaşlardan biri irmik sipariş etmişti. İrmiği gören polis tutturdu “Bu uyuşturucu” diye.
* Yapıverseydin hemen bir helva da anlasalardı ne olduğunu! - Helva yapmadım ama altı saat boyunca irmiğin bir tatlı malzemesi olduğunu anlatana kadar göbeğim çatladı. Ama sonunda gümrükten geçip arkadaşlarıma kavuştum.
AJDA PEKKAN VE MÜJDE AR SAYESİNDE YEŞİLÇAM'A GEÇTİM * Senin kısa süren bir Yeşilçam maceran var... - O maceranın asıl kahramanları Ajda (Pekkan) ve Müjde (Ar)...
* Neden, senin rollerini mi çaldılar? - O yıllarda korsan kaset işi doruğa çıkmıştı. Plaklardan elimize bir şey geçmiyor. Ajda “Bunlarla uğraşacağına sinemaya gir de paranı kazan” dedi. Müjde de “Bütün Anadolu sinemaya gidiyor ama senin 33’lük plağını alıp evde dinleyecek pikabı bile yok çoğunun... Hadi mızmızlanma da film çevir” demişti.
* Neden bu kadar kısa sürdü Yeşilçam hayatın? - Gençlik heyecanıyla giriştiğim, hiç pişman olmadığım renkli bir adımdı sinema. Türker İnanoğlu taşıdı beni setlere... Gülşen Bubikoğlu, Banu Alkan gibi yıldızlarla birkaç film yaptım...
KANSER PSİKOLOJİK BİR HASTALIK * Nedir bu Bodrum sevdası? - Benim ve birçok sanatçı arkadaşımın buraya olan aşkının sebebi, Bodrum’un bize şöhretli olduğumuzu unutturması sanırım. Torba’da 5 km’lik bir daire içinde sanki başka bir ülkedeymişim gibi rahat ediyor, şarj oluyor ve yaşıyorum.
* İnzivaya çekilme durumu yok yani... - Öyle bir şey yok ama tabii ki malum rahatsızlığımdan dolayı kendime ve dinlenmeye biraz daha vakit ayırmak zorundayım.
* Nedir son durum? Sağlığın nasıl? - Kanser psikolojik bir hastalıktır. Bu konuda ne kadar vurdumduymaz olursam o kadar iyi olduğumu fark ettim.“Ben sağlamım” demek bana güç veriyor. Tabii ki uzun bir tedavi süreci içinde olduğumun farkındayım ama kadere inanan bir insanım. Rabbim’den gelen her şey onun sayesinde de geçecektir.
* Nasıl öğrendin kanser olduğunu? - 2001’de bir diş operasyonu için İstanbul’a gelmiştim. Bu sırada kolesterolümü kontrol ettirmek için kan aldırdım. PSA oranlarım çok yüksek çıkınca bir üroloğa görünmemi tavsiye ettiler. Bunun üzerine gittim ve hemen biyopsiye girdim...
* Ve sonuçlar geldi... - Çok üzücü bir durumdu tabii ki. Kanser prostata 15 yerden girmişti.
* Ve 12 senedir mücadele devam ediyor... - Hastalık olsun, kaza olsun her yaşanan insanın kaderi. Yalnız benimle aynı mücadeleyi verenlere birkaç tavsiyede bulunmak istiyorum. Etraflarında pek çok kişi destek amaçlı şeyler söyleyebilir, hepsini dinlesinler ama dediklerini yapmasınlar.
* Ne yapsınlar peki? - Sadece doktoru dinlesinler. Gerekirse bir uzmana danışıp antidepresan kullansınlar. Hastalıkları ile ilgili hiçbir şeyi başkalarıyla paylaşmasınlar.