Güzel yıldız Farah Zeynep Abdullah, Hürriyet Pazar'dan Hakan Gence'ye konuştu.. İşte o röportaj...
Farah Zeynep Abdullah muhteşem bir karışımın eseri. Annesi Türk. Anneannesi Boşnak. Babası Erbilli. Fizyolojisi gibi ruhu da biraz karma. Onu çözmek çok zor. Bir yanı fazla sorumluluk sahibi , bir yanı asi... Yeni sinema filmi ‘Bi Küçük Eylül Meselesi’ öncesinde hayat hikâyesini, işlerini ve aşkı anlattı.
Öyle Bir Geçer Zaman Ki’, ‘Kelebeğin Rüyası’, 14 Şubat’ta vizyona girecek ‘Bi Küçük Eylül Meselesi’ ve yakında başlayacak dizisi ‘Kurt Seyit ve Şura’... Son dönemin büyük işlerinde rol alan Farah Zeynep Abdullah, özelinde de bir bakışı ve gülüşüyle masum, bir hareketiyle de alabildiğine seksi olabiliyor. Günlük yaşantısında spor giyinen, sade ve ince bir kadın. 34 beden elbiseler bile ona bol geliyor.
Buna rağmen çantasında yeşil elmalar taşıyan kadınlardan değil. Çekim sonrası fast food mönüyü tereddütsüz götürüyor. Sonra da orta bir Türk kahvesi eşliğinde bol bol kahkahalar atarak hikâyesini anlatmaya başlıyor.
En iddialı işlerde olmanızın sırrı ne? - Şans! İşlerin bu noktaya gelmesinde yüzde 70 şans, yüzde 30’u benim seçimlerim herhalde.
Artan şöhret korkutuyor mu? - Ailem “şöhret dediğin gelir geçer” diyor. Ben de öyle düşünüyorum. Hiçbir şeye kanmamak lazım. Bugün yüksektesin yarın düşersin. Hayat ondan ibaret değil ve hiçbir zaman olmamalı.
Son iki aydır fiziğinize düzülen methiyelerin haddi hesabı yok. Aynanın karşısına geçip ne oldu bir anda diyor musunuz? - Güzellik bakandadır. Bence ne çok kötü ne de çok iyi görünüyorum. Ayrıca hakkımda sadece güzel değil, kötü yorumlar da var.
Aklınıza ilk gelen? - Sosyal medyada genç Arap kızlardan ‘Ugly Farah’ yorumları okudum ve çok güldüm! İyiye de kötüye de çok takılmamak lazım. Dışardan bakmak gerekiyor bence, biraz dışardan bakmak çok zevkli. Sonuçta seninle hiç tanışmamış insanlar senin hakkında yorum yapıyorlar ve bunları duymak, okumak insanı her türlü duyguya sokabilir.
Sizinle ne dertleri var? - Kıvanç’la karşılıklı oynayan kadınların kaderi bu! Bazı izleyiciler güzelliğe veya yakışıklılığa çok takılıyor. Bu kadar takılmalarına çok şaşırıyorum. Oyunculuk asla sadece güzellikle yapılabilecek bir şey değil.
İşlerinizde masum, seksi ve bizim evin kızı halleriniz var. Sizde hangisi ağır basıyor? - Seksi olduğumu sanmıyorum. Ama bulanlara da “Aman beni seksi bulmayın” demem. Benim tek derdim enerji. O güzel olsun yeter!
Burun estetiği geçirdiğiniz doğru mu? - Burun estetiğim yok, bu haber neden nasıl çıktı anlamış değilim. Çocukluğunuza dair hatırladığınız ilk semt, ilk ev neresi? - Gayrettepe. Orada doğdum. Bir abim ve bir erkek kardeşim var.
Her oyuncunun anlattığı klişe aile hikâyeleri dışında bir öykünüz var mı? - Annem araba kullanmayı çok sever. 17 yaşındayken dedemin arabasına atlayıp mahallede turlarken yanlışlıkla bir arabaya çarpmış. Çarptığı araba da bir şirket arabası.
Sahibiyse hâlâ çok yakın bir aile dostumuz olan Nuran Turan. Anneme ders vermek amacıyla “Gel bizim şirkette çalış borcunu öde” diyor. İşte o şirkette annem babamla tanışıyor. 30 yıldır evliler. Ve hâlâ çok âşıklar. Babam İngiltere BP’de çalışıyordu, emekli oldu. Şimdi İngiltere’de bir kuru temizleme dükkânları var.
Her şey bu kadar toz pembe mi? - Yok. 13 yaşımda Saint Michel’de okumaya başlayıp huysuz, asi bir döneme giriyorum.
Derdiniz neydi? - Kötü giden bir şey yoktu ama ergenlik ateşiyle hayat çok kötü diye düşünüyordum. Her gün Taksim’e çıkmalar, metal müzik dinlemeler... Britney Spears fanıyken Evanescence hayranına dönüştüm. O heves ve modayla hepimiz siyahlara büründük. Bateri derslerine başladım. Sonra piercing yaptırdım: Dilime, göbeğime, dudağıma...
İnsan neden dilini deldirir? - 16 yaşımdaydım, ne düşünüyordum bilmiyorum! Piercing benim için bir duruş sergileme maksatlı hiç olmadı. Artık dilimin bir parçası ve benim gizli aksesuarım oldu, bana o dönemlerimi hatırlatıyor.
Hayatta hep belirli dönemlerim oluyor. “Asiliği yaşadım, şimdi artık sorumluluk sahibi biri olacağım” deyip deli sorumlu bir evreye girdim. Lisedeyken İngiltere’ye taşındık. Tiyatro, Medya ve Fransızca seçtim. Lise bitince öğleleri garsonluk, geceleri bir kulüpte barmaid’lik yaptım, bir yılım öyle geçti. Ardından University Of Kent’te Tiyatro ve Fransızca bölümüne başladım.
Üniversitenin ilk yılında tatil için İstanbul’a dönmüştüm. O zamanlar uzun süreli bir erkek arkadaşım vardı. Onun annesinin en yakın arkadaşı Lale Eren, Kanal D’de Dramalar Koordinatörüydü. İngiltere’ye dönmeme üç gün kala telefonum çaldı.
Lale Abla İngiltere’ye dönmeden benimle görüşmek istedi ve büyük bir dizi projesinden bahsetti. Benim oyunculuk gibi bir hayalim yoktu. Ertesi gün görüşmeye gittim. İngiltere’ye döndükten hemen sonra çağırdılar, üniversitedeki senemi tamamladıktan sonra dondurdum ve İstanbul’a geldim. Öyle Bir Geçer Zaman Ki’ye başladım.
‘Bi Küçük Eylül Meselesi’nde Eylül ilk aşkını yaşıyor. Siz ilk aşkınızı hatırlıyor musunuz? - İlk kez lisedeyken birini sevdim. O da kalbimi çok kırdı. O zamanlar “Bir daha kimse kalbimi kıramaz” diye düşünüyordum. Ama öyle olmuyor işte!
Eylül “Âşık olmak için fazla neşeliyim” diyor. Aşk neşeyle yaşanmaz mı? - Her aşk neşeli başlıyor ama aşkın kendisi neşeli mi bilemiyorum. Sonra bireysellik ve ilişkinin içindeki ikili olma kavramları birbirleriyle çatışmaya başlıyor. Ama aşk tabii tek bir duyguyla yaşanmaz.
Filmdeki gibi aşk zamanla form değiştirir mi peki? - Sanıyorum öyle. Etrafımızdaki aşklar, eskiden duyduğumuz hikâyelerdeki gibi değil. Filmde canlandırdığım Eylül karakteri de çevremizde hep gördüğümüz bugünün kızlarından.
Kendi ayakları üzerinde duran, eğlence sektöründe çalışan, çok sosyal bir kadın. Aşka zamanı olmuyor. Mantık daha ağır basıyor. Ben de bazen çok mantıklı bazen çok duygusal olabiliyorum.
Bir de internette konuşulan Engin Akyürek’le sevişme sahneleriniz var... - Sevişme sahnelerini aslında herhangi sahne gibi görmek lazım. Geçirilmek istenen bir duygu var ve elimizden geldiği kadarıyla, en iyi şekilde yapmaya çalışıyoruz.
Bugüne kadar Türkiye’nin en iyi jönleriyle oynadınız. Her projede de illaki bir öpüşme sahneniz vardı. Öpüşme sahnesi çekmek sizin için zor mu? - Karşındaki kişiye göre değişiyordur herhalde, benim hiç öyle bir problemim olmadı. Öpüşmeyi kişisel algılamamak lazım, orada karakterler öpüşüyor.
Peki, Kıvanç Tatlıtuğ ile nasıldı? - Çok rahat ve aynı zamanda çok profesyonel
‘Aşk’ın sizin sözlüğünüzde karşılığı ne? - Kendi de tanımı da çok zor. Âşık olunca her duyguyu fazla yaşıyorum. Sakin sakin yaşamak sanırım deneyim ve zamanla geliyor. Hiç ille de erkek arkadaşım olsun diyen, aşk için ölen biri olmadım. Çok âşık olmak bir yandan tehlikeli bir şey. Kontrolü kaybediyorsun, kaybolup gidiyorsun.
Çok âşık oldunuz mu? - Evet. Uzun süreli büyük bir aşk yaşadım.
Neden bitti? - O sırada hayatın başka noktalarındaymışız. Önceliklerimiz zamanla bireyselleşti ve orta noktayı tam olarak bulamadık.
Şimdi hayatınızda biri var mı? - Hayır.
Nasıl bir erkek aklınızı çeler? - Karizmatik. Özgüvenli ve yüksek enerjili olması da önemli. Hayatta bazı şeyleri ciddiye almayan insanları seviyorum.
Fizik önemli mi? - Sence? (Gülüyor)
Eser Yenenler’le birlikteliğiniz vardı. Şimdi magazin sayfalarında eski sevgilinizi bir başkasıyla görmek can acıtıyor mu? - Hayır, bir şey yaşanmış ve bitmiş. Hayatlarınıza devam ediyorsunuz. Ayrıca ilişkimiz bitse de insan olarak beni ilgilendirmeye devam ediyor. Dostluğumuz hep sürecek.
“Eski aşktan arkadaş olur” diyorsunuz yani... - Evet, çaba gerektirse de ben çok iyi arkadaş kalıyorum. Bütün eski erkek arkadaşlarımla arkadaşız. Çok şey paylaşıyorsunuz ve bitince onun ne yaptığını bilmemek, sohbet edememek bana ters geliyor.
Kıvanç Tatlıtuğ Doğal, eğlenceli, disiplinli. Mete Horozoğlu Çılgın, enerjik, pozitif.
Yılmaz Erdoğan Büyük bir usta. Mert Fırat Çalışkan, yardımcı, şeytan tüylü! Engin Akyürek Sempatik, kendine has, özel biri.
‘Öyle Bir Geçer Zaman Ki’ zevkli ama zor bir işti. Hiç deneyimim olmadığı için benim için okumayı sökmek gibiydi. Ama çok şanslıydım, yönetmen Zeynep Günay Tan gibi olağanüstü bir öğretmenim vardı. İki senenin sonunda kendimi dinlemek istedim ve İngiltere’ye dönüp okulumun yanında küçük bir ev tuttum.
Derslerimi tamamlayıp, kasım ayında mezun oldum. ‘Bi Küçük Eylül Meselesi’ ile ‘Kurt Seyit ve Şura’ beni çok heyecanlandıran iki proje; ‘Kurt Seyit ve Şura’ olmasaydı muhtemelen hâlâ İngiltere’de olurdum. ‘Bi Küçük Eylül Meselesi’ zaten ilk okuduğum andan itibaren âşık olduğum bir senaryoydu, şimdi de heyecanla filmi bekliyorum.