´Sabah uyandığımda yanımda o olduğu için şükrediyorum´
Yarın 14 Şubat...
Sevgilinizi takın kolunuza, “Aşk Tesadüfleri Sever” filmine gidin.
Elini sıkı sıkıya tutun,
ona ilk nasıl, nerede aşık olduğunuzu hatırlayın.
Kalbiniz tekrar hızlı çarpsın,
içinizi ılık bir heyecan kaplasın...
Gece yatağınıza yatıp,
birbirinizi sarmaladığınızda...
Şükredin, o var diye...
Çünkü filmde de
dendiği gibi...
Bazen ilk görüşte bilirsin,
o insan senin kaderindir...
Bazen bir ömür ararsın bulunmaz.
“Aşk Tesadüfleri Sever” filminin başrol oyuncusu, Yılmaz Erdoğan'ın eşi
Belçim Bilgin aşkın varlığına şükrediyor, hayatının akışını değiştiren tesadüflere ibadet ediyor. Henüz 27 yaşında olan ve bu filmden sonra adını çok daha fazla duyacağımız genç yıldız ile aşkını ve tesadüflerini konuştuk.
* Filmde canlandırdığınız Deniz'in tiyatroya nasıl başladığını biliyoruz. Siz nasıl başladınız?
Deniz gibi... Deniz'in hikayesi aslında benim hikayem. Senaristimiz Nuran Evren Şit, benimle bir söyleşi yaptı, hikayemi öğrendi ve bunu senaryoya uyarladı.
* Siz de Ankara Sanat Tiyatrosu'nda başladınız o halde...
Ondan önce amatörce başlamıştım. Ama esas tutkum buz pateniydi. On dört yaşındayken okul servisiyle geçirdiğim bir kaza sonucu belim kırıldı. Felç atlattım. Doktorum beni karşısına aldı ve bir daha hiçbir zaman buz pateni yapamayacağımı söyledi. Bu boşluğu tiyatronun doldurabileceğini düşündüm. Evde yattığım süre boyunca Ankara Sanat Tiyatrosu'nun sınavlarına hazırlandım ve kazandım. Üniversitedeyken “0 kilometre” filminde rol aldım.
* Eşinizle tanışmanız da o sıralar oldu değil mi?
Evet. O dönemler BKM Mutfak kadrosu oluşuyordu. Yılmaz “Bana Bir Şeyhler Oluyor” gösterisini sergilemek üzere Ankara'ya gelmişti. Oyundan sonra ortak bir arkadaşımız sayesinde tanıştık. Ama ben BKM Mutfak ekibine dahil olamadan, kendimi Paris'te buldum.
* O niye?
Fransızca öğrenmek için... Bir senemi buna ayırdım, ikinci sene Fransız Uygarlık Tarihi dersi aldım. Bu arada oyunculuk atölyelerine katıldım. Esas amacım sinema okumaktı. Tam okuyacağım sırada, evlendim ve Türkiye'ye döndüm. Oyunculuğa BKM'de devam ettim.
* Filmin senaryosu geldiğinde hamileymişsiniz. İnsan bir bebek doğurmak üzereyken, hayatının ilk başrol teklifini aldığında ne hisseder?
Bir türlü hayal edemiyordum... “Oohooo, ben daha doğuracağım, bebeğime bakacağım, kilo vereceğim ve bu filmde oynayacağım.” Rodin dünyaya geldikten sonra düşüncelerimde hep Deniz vardı. O büyüdü, büyüdü... Öyle çok kurdum ki kafamda, okuma provaları başladığında artık Deniz'dim. Bu yüzden senaryo bir oyuncunun eline ne kadar erken geçerse o kadar iyi...
Çekimlerin doğup büyüdüğüm evde yapılması çok büyük bir tesadüf
* Siz de Ankaralı'sınız. Çekimler sırasında neler hissettiniz?
Ankara'da bir ay kalacağımız haberi geldi. Oğlumla beraber kendi şehrime gitmek, onu çocukken oynadığım parklarda gezdirmek fikri beni çok heyecanlandırdı. Rodin, anneanne, babaanne kokusuyla, o koşulsuz sevgiyle sarmalandığı bir ay geçirecekti. Ama esas bu filmin benim için en büyük tesadüfü, bana “Bu kadarı da olmaz” dedirten şey, Deniz karakterinin evinin, benim doğduğum ve büyüdüğüm sokaktaki ev olarak seçilmesiydi. Tesadüflere çok önem veriyorum, hatta ibadet ediyorum. Hepsinin bir anlamı olduğunu düşünüyorum.
* Peki ne oldu o sokağa girince...
Yolda heyecanlıydım, “Ne güzel belki tanıdık bir iki kişi görürüm” diye düşünüyordum. Ama sokağa girince kendimi yolda oynarken, And Sokağı Çevre Sokağa bağlayan merdivenlerden koşarken, anneannemi, babaannemi, annemi, babamı, dayımı balkondan bana bakarken gördüm.
O zamanki giysileriyle, saçlarıyla, gençlikleriyle... İstesem, çok düşünsem kafamda bu kadar net canlanamazdı. Ağlama krizine girdiğim için sahneyi çekemedik.
* Sizin hayatınızın akışını değiştiren tesadüfleriniz neler?
O trafik kazası olmasaydı, belki oyunculuğa bu kadar erken başlamayacaktım. Yılmaz'ın tiyatro oyununa gitmeseydim, tanışamayacaktık, evlenmeyecektik. İstanbul'a bir haftalığına geldiğimde, Hilal Saral'ın filmi için oyuncu aradığını öğrendim. Bir sonraki hafta gelsem, o rolü alamayacaktım. Bu böyle bir zincir ve her şeyin bir anlamı var.
Film çekimleri sırasında Yılmaz'la birbirimizi çok özlüyoruz
* Size göre Aşk'ın tanımı?
Aşk bana kalırsa hayatı anlamlı kılan, varlığına şükretmemiz gereken bir duygu. Elbette sevgilimize duyduğumuz his ama ben başka bir çeşidini de şimdi Rodin'le yaşıyorum. Ayaklarım hem yerden kesiliyor, hem yere çok sağlam basıyor. Müthiş bir heyecan, uğruna her şeyden vazgeçebileceğin bir güç...
* Aşkı ve heyecanı korumak için siz ne yapıyorsunuz? Uzun süren, çoluk çocuğa karışılan ilişkilerde bir meseledir ya bu...
Şansımızın mesleğimiz olduğunu düşünüyorum. İşimiz nedeniyle o kadar çok konuşuyoruz, heyecanla, tutkuyla, o kadar çok fikir üretiyoruz ki... Bu durumun aramızdaki aşkı da canlı tuttuğunu, konuşabilmenin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bir de film çekimlerine gittiğimiz zamanlarda çok özlüyoruz birbirimizi. Mesleğimiz bize arada yalnız kalma, birbirimizin değerini anlama şansını da veriyor. Her sabah uyandığımda, yanımda o olduğu için şükrediyorum. Alışkanlık duygusu çok tehlikeli. Filmde Deniz'in Burak'la yaşadığı şey. Birbirini olduğu gibi kabul eden, sınırlarına müdahale etmeyen çiftlerin aşklarının bir yaşam boyu diri kalacağına inanıyorum.
* Peki bu öğrenci-hoca ilişkisi ile karı-koca ilişkisini nasıl ayırmayı nasıl başardınız?
En başından öyle oturdu. Tanıştığımız gün benim ona sorduğum soru şuydu: “Ne yapabilirim? Tecrübeleriniz ve yetkinliğiniz doğrultusunda bana bir yol gösterebilir misiniz?” Kulağa itici gelebilir ama biz çok doğal yaşıyoruz bunu... Yaş olarak benden büyük ve işinde çok başarılı bir isim olduğu için ben onun derslerine girmeseydim de böyle bir ilişki oluşurdu aramızda.
* Nasıl bir ilişki? Biraz açsanıza...
Şöyle... O bir konu hakkında bakış açısını anlatır, tecrübelerini aktarır, ben de kendi biriktirdiklerimi anlatırım. Ve üzerinde konuşuruz. Uzun uzun... Tıp okusaydık, öğrenci hoca ilişkisi tatsız olabilirdi. Ama sanat konuştukça, ürettikçe, paylaştıkça, hayal ettikçe çoğalan bir şey. Şimdi Prot diye bir şey kurdu Yılmaz. Daha profesyonel tabandan gelen oyunculardan oluşan bir ekip... Orada ders almaya devam ediyorum.
* Şimdiye kadar Yılmaz Erdoğan'ın eşi diye anılıyordunuz. Önümüzdeki yıllarda Yılmaz Erdoğan, Belçim Bilgin'in eşi olarak anılabilir. Ne dersiniz?
O zor. Yılmaz o kadar rüştünü ispatlamış, kendini geliştiren biri ki... Dünyayı takip eder, her gün yeni bir proje üretir. Doğal olarak da çok sevilen, saygı duyulan bir isim. Ben kendi yolumda sevileyim, bana yeter...
İnsanlarda bana karşı bir önyargı var
* Ünlü bir erkekle evli olmanın avantajlarından bahsettiniz. Peki dezavantajları var mı?
Çok fazla duyuyorum, okuyorum... “Yılmaz Erdoğan'ın karısı işte...” “Sonuçta onun eşi...” Benimle ilgili garip bir önyargı var bazı kimselerde. Ama avantajı daha fazla. Film süresince bana verdiği öyle kilit tavsiyeler var ki... Deniz'e bambaşka kapılar açtı. Bu çok büyük bir şans. Hatta öğrenci arkadaşlarıma bazen diyorum ki “Siz bu keyifli anları sadece burada yaşıyorsunuz. Ben evde de yaşayabiliyorum.”
* Çok gençsiniz (1983 doğumlu). 10 yıl sonraki Belçim Bilgin'in hayatı nasıl olacak?
10 yıl sonrasını tam kestirmek mümkün değil. Elbette hayallerim, hedeflerim var. Yaptığım bütün işlerin arkasında gururla durabilmeyi, belki mesleğin farklı alanlarında da çalışmayı umuyorum. Rodin henüz çok küçük. Onun tadını çıkarıyorum. Dört beş sene sonra, bir çocuk daha olabilir.
* Gelelim Rodin'e.... Onunla ilgili hayalleriniz neler?
İyi bir çocuk olmasını hayal ediyorum. Onun baş etmek zorunda olduğu şeyler daha fazla. Ben Yılmaz'ın karısı olduğum için önyargılara maruz kalıyorum. O oğlu olarak daha fazlasına maruz kalacak. Hayalim, kendi hayallerini gerçekleştirmesi... Ben her zaman onun yanında olacağım.
* Son olarak siz Sevgililer Günü'nü kutlayan çiftlerden misiniz?
Hayır. Tahmin edebileceğiniz gibi Yılmaz özel günlerden pek hoşlanmaz. Her günü sevgililer günü gibi yaşıyoruz. Hayatımızdaki her gün özel... Ama o gün havada bir aşk kokusu oluyor, bize de yansıyor.
Mehmet'le aramızdaki uyum filmdeki aşkı gerçek kılıyor
* Mehmet'le (Günsür) harika bir uyum yakalamışsınız. Neredeyse sizi gerçekten sevgili sandım... Aranızda bir arkadaşlık kuruldu mu?
Bunu çok fazla kişiden duyuyorum. Nedeni Mehmet'le birbirimize çok benziyor olmamız. Çok hesapsız, egoları baskın olmayan, hayatı basit yaşayan, pozitif bakan tipleriz. Rolle ilgili çok konuştuk, her sahneyi tek tek dokuduk. Bu alışverişin filmdeki aşkı gerçekçi kıldığını sanıyorum. Mehmet'in eşi de olağanüstü bir kadın. Çok doğal, sıcak... Hayatımız boyunca görüşeceğimiz insanlar olacak. Filmin tüm ekibi için bu böyle... İki gün konuşmayınca özlüyoruz birbirimizi...
* Klasik bir soru olacak ama set anılarından bahsedelim biraz...
En komiği sanırım lunapark sahnesinin çekiminden sonra on beş kişi birden oradaki oyuncaklara binme telaşına girmemizdi. En masum görünen slalom kaymayı deneyelim dedik. Altımıza halılar aldık. Yatarsam daha güvenli olacağını düşündüm. Meğer yatınca hız alırmışsın. İnanmazsın ama indiğimizde her tarafımız yara bereydi. Dirseklerim kabuk bağladı, antibiyotik kullanmak zorunda kaldım. Kolumun morluğu ancak geçiyor.
* Filmde parlıyorsunuz. Oyunculuğunuz da çok beğenildi. Neler hissediyorsunuz?
Güzel şeyler duyuyorum. Hem olumlu, hem olumsuz yorumlara dışarıdan bakıyorum şu anda... “Benden mi bahsediyorlar” diyorum, şaşırıyorum. Bundan sonra yapacağım işlerde aynı beğeniyi sağlamam gerekiyor. Omuzlarıma bir sorumluluk bindiği gerçek...
Belçim Bilgin'e göre aşk:
Aşk hayatı anlamlı kılan, varlığına şükretmemiz gereken bir duygu... Müthiş bir heyecan, uğruna her şeyden vazgeçebileceğin
bir güç...
Mehmet Günsür'e göre aşk:
Elimizdekinin kıymetini bilelim, değerli bulduğumuz şeylere sıkı sıkı sarılalım, ne kadar şanslı olduğumuzu düşünelim. Aşk da,
hayat da bu kadar
basit aslında...
Ömer Faruk Sorak'a göre aşk:
Belki de hayatınızın en büyük aşkı o an yanınızdan geçip giden kişidir. Etrafımıza dikkatli gözlerle ve görerek bakmamız gerekir. Aynen filmde dediğimiz gibi “Bazen ilk görüşte bilirsin, o insan senin kaderindir... Bazen bir ömür ararsın bulunmaz.”
Pazar Vatan