Güç iştir ünlü bir annenin veya babanın evladı olmak... Hele baba her dönemde göz önünde olan bir siyasetçiyse, bu zorluk ikiye katlanır. Emir Sarıgül, bu zor sınavı başarıyla atlatmış genç işadamlarımızdan... Babası Mustafa Sarıgül’ün ilk göz bebeği... Annesinin vefatından sonra neredeyse abi-kardeş gibi büyümüşler.
Çocukluğunun büyük kısmı Ankara’da meclis koridorlarında geçmiş. Ama sonunda o kendi yolunu siyasette değil, işadamlığında bulmuş. Yine de armut dibine düşer misali, konu politikadan açılınca “Tabii ki ileride babamın bayrağını daha da ileri götürmek isterim” demekten kaçınmıyor.
* “Mustafa Sarıgül’ün oğlu” titrini üzerinden atmış Emir Sarıgül’ü tanımak istiyorum... Haydi bakalım söz senin... - Mustafa Sarıgül’ün oğlu olmaktan ölene kadar göğsümü gere gere bahsedeceğimden emin olabilirsin. O yüzden istersen annemle babamın tanışmalarından başlayalım.
* Öyle olsun bakalım. - Babam, annemle tanıştığında CHP’nin gençlik kollarında çalışan henüz 18 yaşında bir gençmiş. İlerleyen tarihlerde Şişli Gençlik Kolları’nın başkanı olmuş. * Annen de mi siyasetle ilgileniyormuş o zamanlar? - Dolaylı yoldan evet.
* O nasıl oluyor? - 80’li yıllarda İstanbul’da CHP denildiği zaman akla üç isim gelirmiş. Ali Topuz, Orhan Eyüboğlu, bir de annemin babası, sevgili dedem CHP’nin İstanbul senatörü Abdurrahman Köksaloğlu. Takdir edersin ki bir milletvekilinin lojistik anlamda en büyük desteği gençlerden gelir. Ne de olsa gençler toplumun kanaat önderleridir.
* Seçim konuşması mı yapıyorsun, aşk hikayesi mi anlatıyorsun çözemedim. - (Gülüyor) Babam sürekli dedemin yanında vakit geçiriyormuş o zamanlar. Bir şekilde annemle tanışıyorlar. Görünürde imkansız bir aşkın tohumları atılıyor.
* Neden imkansız olsun canım? - Annem üniversiteli, farklı konumda bir genç kız. Babam ise gençlik kollarında harıl harıl çalışan bir delikanlı. Ama aralarında bir yakınlaşma oluyor, ortak dostlar sayesinde de o zamanlar Florya’da bulunan meclis lojmanlarında bir buluşma ortamı sağlanıyor. Birbirlerine olan ilgileri bariz şekilde ortadaymış. Daha ilk bakışta aralarında bir elektriklenme olmuş zaten. Üstelik babam annemin ilk ve tek erkek arkadaşı.
* Deden ne diyor bu işe? - Babam, dedemin genç jenerasyondan birlikte vakit geçirdiği evlatlarından biri. Birbirlerine çok yakınlarmış. Babamın hırslı, azimli biri olması, dedemin ona olan güveninin temel sebepleriymiş zaten. * Ne güzel işte, güvenilir damat... - Yahu dedem babama ne kadar güvenirse güvensin birdenbire damat adayı olarak karşısına çıkarken, ister istemez vereceği reaksiyondan çekinmiş babam.
* Referanduma gitselermiş. - (Gülüyor) Referanduma değil ama Bayram (Özata) dayıma gitmişler. Dedem o günlerde İstanbul’daki Pirelli’nin distribütörüydü aynı zamanda. Bayram dayımı evladı gibi sever, hiç yanından ayırmazmış.
* Dayın ikna edebilmiş mi dedeni peki? - Bir gün fırsatını bulup konuyu açmış. * Ve hemen düğün tarihi alınmış. - Nerede... Dedem ilk başta “Hülya’nın evlenme yaşı henüz gelmedi”, “Üniversitede okuyor” gibi nedenlerle onay vermemiş. O, annemle babamın evlenme isteğini kibarca reddetmiş ama zamanla annemin mutluluğunu gözlerinden okur hale gelmiş.
* Mutlu sona gel artık, daraldım. - Dedem bir gün dayıma “Damat Mustafa gelsin de konuşalım” deyince babam çok heyecanlanmış. Sonunda dedem, annemle babamın evlenmelerine müsaade etmiş...
* Gelelim senin hayata gözlerini açmana... - Babamla evlenmelerinin ardından annem bana hamile kalıyor. Hamilelik dönemi biraz zor geçiyor açıkçası.
* O neden? - Annemin kalp ritminde bozukluk varmış. Aynı rahatsızlıktan ben de muzdaribim aslında. Hamile olduğunu öğrendiklerinde “Çocuğu aldıralım mı, aldırmayalım mı?” diye düşünüyorlar hatta. Bir de tam o sırada anneme kanser teşhisi konuluyor.
* Aşk filminden drama geçiş... - Hayatın ne getireceği belli olmuyor işte. Kanser teşhisi konulmasına rağmen annem kesinlikle doğum yapacağını söylüyor.
* Büyük risk değil mi doğum yapması? - Risk tabii ki ama annem her şeyi göze alıp beni doğurmuş. Ancak maalesef trajedi peşimizi bırakmamış. Ben doğmadan hemen önce, 80 senesinde dedemin öldürülme haberiyle tüm aile sarsılmış.
* Sen dedeni tanıyamadın yani. - Hayır... O zamanlar sağ-sol çatışmaları hiddetli şekilde devam ediyormuş. Solun kanaat önderlerinden biri olan dedem, işyerinde iki kişinin saldırısına uğramış ve hastaneye giderken yolda can vermiş. Babam bugün bile anlatır dedemin cenazesini.
* Neler yaşanmış ki cenazede? - Yıl 1980, ihtilal dönemi. Şişli Camii’nden Çağlayan’a kadar trafik kesilmiş dedemin cenazesi için. Dönemin başbakanı Ecevit de oradaymış. Şişli’den Zincirlikuyu Mezarlığı’na kadar 65-70 bin kişi katılmış.
* Anneni nasıl etkilemiş babasının vefatı? - Derin bir üzüntü içine girmiş. Kanserin belirtileri iyice ortaya çıkınca da annemin sağlığı ciddi anlamda sekteye uğramış. Zaten maalesef biliyorsun ben 3,5-4 yaşlarındayken de annemi kaybettik.
* Hiç hatırlamıyor musun annenle geçirdiğin zamanları? - Aklımdan çıkmayan bir-iki sahne var açıkçası. Nur içinde yatsınlar, rahmetli babaannem ve dedemin yanında kalırdım ben. Annem ise rahatsızlığından dolayı bir üst kattaki dairede olurdu. Bir gün artık ne yaptıysam dedemi sevindirecek, mükafat olarak önüme patates kızartması ve tavuk koymuşlardı. Ben onları yerken, annem gelmişti, içinden “Emir’e ne kadar iyi bakıyorlar” diye geçirmiş olsa gerek, duygulanıp ağlamaya başlamıştı.
* Vefatını hatırlıyor musun peki? - Annem en son beni görmek istemiş. Babam da alıp hastanedeki odasının camının altına götürmüş. Pencereden görsün diye. * Baban için de zor bir durum olmalı. - O zamanlar ticari bir taksimiz vardı. Babam sürekli beni alır o taksiyle dolaştırırdı. Taksinin bir de güzel ahşap direksiyonu vardı. Annemin vefat ettiği gece babam yine beni dolaştırmaya çıkarmıştı. Hiç unutmam, babam sürekli ağlıyordu.
* Neden ağladığını anlamış mıydın? - Hayır, babaanneme sormuştum. O da bana “Arabanın direksiyonunu çalmışlar da ondan” diye cevap vermişti. Biz o zamanlar babamla salondaki çekyatta birlikte yatardık. Hemen yanına koşup, “Ben sana yeni direksiyon alırım” demiştim, hiç unutmam.
* Bu travmanın etkisini ilerleyen yaşlarda daha çok hissetmişsindir muhakkak. - Birinci dereceden yakınını kaybeden çocuklar hayatları boyunca üşümeye mahkumdurlar. Annemin yokluğunu dönem dönem çok hatırlarım. Bu yüzden belki de hayata 1-0 yenik başlamışımdır.
* Annenin kaybı, babanla ilişkini nasıl etkiledi? - Babam bana hem annelik hem de babalık yaptı. İster istemez birbirimize çok bağlandık, bağlanmanın da ötesinde birbirimize benzer olduk. Yürüyüşümüz, konuşmamız, giyim tarzımız aynıdır. O benim hem annem, hem babam, hem abim, hem arkadaşım hem de rol modelim oldu.
* Peki ya kardeşin Ömer’in? - Ömer çoğu konuda daha şanslı. İkisi tam anlamıyla baba-oğul olabildiler. Ayrıca Ömer doğduğunda babam verdiği mücadelelerin meyvesini topladığı, belirli bir toplumsal noktaya ulaştığı bir dönemindeydi.
* Sen ise büyüme sürecine şahit oldun. - Bir nevi babamla beraber büyüdük diyebilirim. Daha 7 yaşındayken, okullar yarı yıl tatiline girdiğinde bütün arkadaşlarım kayağa giderken ben Ankara’nın yolunu tutardım. Babam o zamanlar meclis üyesiydi. 15 gün boyunca babamla meclis koridorlarında gezerdim. Arkadaşlarımın misket oynadığı dönemde Erdal İnönü elimden tutar, beni öğle yemeğine götürürdü.
* Ağaç yaşken eğildi desene... - Siyaset bana genetik miras zaten. Daha önce bahsettiğim gibi annemin babası senatördü. Hakkı dedem, yani babamın babası, mücadelesini İstanbul İl Genel Meclisi üyesi olana kadar sürdürmüş. Babam zaten malum...
* Ama sen işadamlığını seçtin. - Bak ben uykuyu fazla sevmem. Gece 12 gibi yatarım, en geç sabah 6’da uyanırım. İnşaat sektöründe faaliyet gösteriyorum biliyorsun, 6 saatimi inşaata ayırırım. Geri kalan zamanımı birinin derdini dinleyerek, okul kaydını, hastane sevkini yaptırarak, bir şekilde insanların işlerine yardım edip hayır dualarını almak için çalışmaya ayırırım. Babamla paylaştığım en önemli özelliğimiz budur diyebilirim.
* “Çare Sarıgül”den sonra “Çare Emir Sarıgül” de girecek mi hayatımıza? - Siyasetin gücü demokrasiyse, demokrasinin gücü de sandıktır. Yani siyasi arenada benim ne yapmak istediğimden çok, bir konuma talip olunması halinde vatandaşın takdir duygusu önemlidir.
* Verdiğin “politik” cevaba bakılırsa sen siyasete hazırsın. - Ben ve özellikle eşim Fatoş birçok sosyal sorumluluk projesinde, yardım kuruluşlarında aktif olarak yer alıyoruz. Şu anda en büyük amacımız babamın mücadelesinde ona en iyi şekilde destek olmak. Tabii ileride siyasi arenada babamın bayrağını daha da ileriye götürmek isterim.
* Babanı nerede görmek istiyorsun? - Babam 30 senedir siyasetin her noktasında görev almış bir isim. Bugün Türkiye’nin 82 vilayetinin her ilçesinde sevgi, sempati ve ilgiyle karşılanıyor. İnsanlar onu içlerinden biri olarak görüyor. İnanıyorum ki tüm Türkiye bir gün kesinlikle “Çare Sarıgül” diyecek.
* Hiç dayak yedin mi Başkan’dan? - Vallahi iki defa tokat yemişliğim var. * Ne haltlar karıştırmıştın bakayım? - Galatasaray-Paris Saint Germain maçı vardı. Biz de lisedeki arkadaşlarla pankartlarımızı hazırlamışız, okulu kıracağız ve maça gideceğiz. O gün de matematik sınavım var.
* Yahu maç akşam değil miydi zaten? - Öyleydi ama işin zevki stada erken gitmekte. Ben sabah evden üniformamı giymeden maç kıyafetlerimle elimi kolumu sallaya sallaya çıktım. Nereden bilebilirdim ki evde çalışan kadının beni babama ispiyonlayacağını! Servisten indim, baktım babamın 30 yıllık sağ kolu Cihat Abi beni kapıda bekliyor. O zamanlar tabii delikanlı, asi günlerim, “Hayırdır” diye gittim yanına.
Cihat Abi’nin elinde üniformam var, adamcağız sınava girdikten sonra maça gitmem için beni ikna etmeye çalışıyor. Girersin, girmezsin, girersin, girmezsin derken bir baktım ileriden babam geliyor.Yanına gittim, tokadı yedim, üniformamı giyip sınıfa çıkmam 1 dakika 20 saniye sürmüştür!
* Gidebildin mi maça bari? - Sınavdan sonra gittim tabii. * Peki ya diğer tokat hikayesi? - O sefer de başka bir maçta yediğim sucuk ekmekten dolayı sarılık olmuştum. 25 gün evde yattım. Teşhisin konulduğu gün öyle okkalı bir tokat atmıştı ki babam... Anlayacağın dayakları hep Galatasaray yüzünden yedim.
* Çok genç yaşta evlenip çoluk çocuğa karışmanın altında aile özlemi yatıyor olabilir mi? - Evlenmek, çocuklarımın olması, aile kurmak tabii ki her zaman içimde barındırdığım bir hasretti. Ancak eğer doğru insanı bulmuş olmasaydım, bu kadar çabuk dindiremezdim hasretimi.
* Ruh ikizini buldun yani. - Buldum tabii. Fatoş’la ilk tanıştığımızda ondan çok özel bir elektrik aldım. Zaten tanışmamız, sözlenmemiz, nişanlanmamız ve evlenmemiz toplam 6 ay içinde gerçekleşti. * Kovalayan mı vardı? - Daha ilk buluşmamızda “Göz önünde iki aileyiz, öyle uzun süre flört edecek halimiz yok. Eğer evlilik düşünmüyorsan beni hiç yorma Fatoş” dedim.
* Nasıl tanışmıştınız? - Galatasaray Adası’nda bir etkinliğe davet edilmiştim. Fatoş’u orada görüp çok beğendim. Ortak bir arkadaşımızdan bizi tanıştırmasını istedim. Aradan biraz zaman geçti, Fatoş’la yemeğe çıktık. Hiç unutmuyorum 8 Eylül’dü.
* Tarihini de unutmamışsın. - Unutmam mümkün değil, çünkü ertesi gün, yani 9 Eylül CHP’nin kuruluş yıldönümüydü. CHP Genel Merkezi’nin önünde 40 bin kişilik miting yapacaktık ve çok yoğunduk.
Biz yemeğe gittik, fakat önümde üç tane telefon duruyor ve sürekli çalıyorlardı. Gecenin sonunda Fatoş’a “Lütfen beni bu yemekle değerlendirme, sana önceden söz verdiğim için iptal etmek istemedim” dedim. İkinci bir yemek sözü aldım. Tabii “Senin bütün hayatın böyleyse, yandık” diyerek indi arabadan Fatoş. Ondan sonrası daha iyi geçti.
* Aileler ne diyordu peki ‘hızınıza’? - Ben evlenmeyi düşünen genç arkadaşlara hep söylüyorum; kız arkadaşınızı çok sevebilirsiniz, onu görünce içiniz kıpır kıpır edebilir ama eğer evlenecekseniz ailelerin birbirleriyle uyumlu olmaları da çok önemli.
* Sizinkiler uyumlu muydu bari? - Fatoş bizim gibi örf ve adetlerine bağlı bir ailenin kızı. Babam onunla tanışır tanışmaz “Gelinim olacak kız budur” dedi. Bu benim için çok önemli, belki bazıları yadırgayacak ama iki kişinin mutlu bir evliliğinin olması için ailelerinin de “evlenmesi” gerekiyor bir nevi.
* Aran nasıl kayınpederle? - Haftada bir beraber ettiğimiz kahvaltılar olmazsa olmazlarımızdandır. Ayda bir mutlaka maaile seyahate çıkarız. Babamla o kadar özel bir ilişkim var ki ondan başkasına “Baba” diyebilir miyim diye çok düşündüm ilk başta, ama kayınpederime inan ki en içten şekilde “Baba” diyebiliyorum.
* Peki ya kayınvaliden? - Annem yukarıdan bakıp öyle güzel dualarını bana göndermiş olacak ki, can-ı gönülden “Anne” diyebileceğim bir kayınvalidem var hayatımda.
* Fatoş’a evlenme teklifini nasıl yaptın? Cep telefonuyla mı? - Bir gece tekneyle Avrupa’dan Anadolu yakasına geçerken, bir başka tekneden denize güller atılmasıyla başladım işe... * Eee sonra? - Denizin ortasında Fatoş’un parmağına taktım yüzüğü. Hemen ardından bir restorana yanaştık. Orayı çiçekler ve bizim fotoğraflarımızla donatmıştım. O ortamda bir de ikimiz için yazdığım şiiri okuyunca...
* Olanlar oldu diyorsun. - İyi ki de oldu. Fatoş en mutsuz anlarımda bile benim sığındığım liman. Kendisi üniversitede öğretim görevlisi biliyorsun, en ufak bir sıkıntım olsa her işini bırakıp yanımda alır soluğu. Çok anaç bir yapısı var. Onun ve evlatlarımın sayesinde aile hasretim son buldu.
* Nasıl bir babasın peki? - Elimden geldiğince iyi bir baba olmaya çalışıyorum. Çocuklarıma vakit ayırmaya özen gösteririm.
* Bir “minik Sarıgül” daha var mı ufukta? - Eh inşallah. Baba olduğumu ilk ne zaman anladım biliyor musun?
* Ayşe Naz sana ilk kez “Baba” dediğinde mi? - O da var tabii ama bir gün ikimiz oturmuş Baby TV’yi seyrediyorduk. Döndü bana “Baba sana bir şey söyleyeceğim” dedi. Ayşe Naz’ın ağzından “Seni çok seviyorum” sözcükleri çıktığında gerçekten baba olduğumu hissettim. (Hürriyet - İzzet Çapa)