Kanal D’nin sevilen komedi dizisi “Yalan Dünya”nın dört genç oyuncusu İrem Sak, Öner Erkan, Gupse Özay ve Sarp Apak, Vogue dergisinin yeni sayısı için Santral İstanbul’da objektif karşısına geçti.
“Yalan Dünya” çekimini Santralİstanbul’daki Enerji Müzesi’nde yapacaktık. Hazırlıklar ve röportajlar içinse mekanımız müzenin hemen yanındaki Krek Tiyatrosu’ydu. Etrafı kolaçan etmek için röportaj saatinden 40 dakika önce oradaydım. Stajyerler, makyaj artisti Georgina Billington, moda direktörümüz Daniela Paudice, prodüktörümüz Umut Şengün de çoktan gelmiş son hazırlıkları yapıyorlardı. Peki yanlarındaki kızıl saçlı genç kız kimdi? İngiliz miydi? Güzel bir kızdı. Yeşil-ela arası gözleri, beyaz teni, kızıl düz saçlarıyla bohem Camden kızlarına benziyordu. O, İrem Sak’tı. Tanımadığım için utandım ama çok uzun sürmedi, çünkü iyi bir bahanem vardı. Tabii ki “Yalan Dünya”da canlandırdığı pavyon şarkıcısı Tülay karakterinden daha “sade” bir kadın bekliyordum. Ama İrem gerçekten çok daha genç, duru ve hoştu. Zaten annesi bile ilk izlediğinde tanıyamamış, “Ben böyle bir şey doğurmadım” demiş: “Dizide kırmızı saçlı, full makyajlıyım ve sürekli küfür ediyorum. Doğal yani tanımaman.”
İrem Sak, 26 yaşında. “5’er Beşer” dizisinde kızıl peruğuyla Yıldız Tilbe taklidi yaparken Gülse Birsel’in dikkatini çekiyor ve seçmelere çağırılıyor. O çok uzun zamandır, hatta onun sözleriyle kendini bildi bileli oyuncu olmak istiyor. “Nasıl yaparım onu düşünüyordum. Çünkü Sivas’taydım. İstanbul Üniversitesi Amerikan Kültürü ve Edebiyatı Bölümü’nü kazanıp İstanbul’a geldim. İlk günden itibaren oyuncu olmak için geldim ama anneyi-babayı mutlu etmek için üniversiteyi de aradan çıkardık. Epey bir süre inanmadılar zaten mezun olduğuma.” Onlar hâlâ Sivas’ta. Kızları ise yönetmen abisiyle birlikte Arnavutköy’de yaşıyor. Akordeon çalıyor; Beetlejuice, Freddy Krueger gibi ikonik film figürleri biriktiriyor.
“Aslında biliyor musun bu bile hayalimdi. Bir dergi çekiminde olmak. Şu an gerçekleşiyor” dedi hemen ardından. O heves içine nereden girdi, merak ediyorum. “Bilmiyorum. İçim gidiyordu. Kılıktan kılığa girmek, kendini o kadar güzel bir kadın olarak görmek. Öyle bir hatıramın olması. Şimdi Vogue’dayım işte.” O zaman iyice uç, desem ne gelir aklına? “Tim Burton, Beter Böcek gibi bir karakter yaratsın, ben de o filmde oynayayım. İlişkileri anlatan bir Woody Allen filminde rol alayım. Şener Şen’in kızı olayım, onu da Fatih Akın çeksin.”
İrem’le konuşurken güzel yüzü bir kez daha dikkatimi çekiyor. Hakikaten dişleri, dudakları, gözleri çok güzel. Minyon bir kadın. Aslında tam bir drama oyuncusu. Yüzü bütün ekranı kaplayabilir. “Neden komediye yöneldin?” diye soruyorum. Çünkü Türkiye’de çok az güzel kadın bunu yapıyor. “İçimden hep o geldi. Komik olmak için kendini bırakman gerekmiyor. Ben kendime çok bakarım. Gözlerim ileri derece miyop, lens takıyorum. Burnumda estetik var. İki sene o dev, vidalı, suratı kaplayan tellerden taktım.”
Sokakta tanınıyor mu artık, yoksa herkes benim gibi tanımıyor, hatta “hello” ve “merhaba” arasında, bocalıyor mu? “Herkes tanıyor diyemeyeceğim, makyajla, kostümle çok değişiyorum. Ama git gide artıyor tanıyanlar. Geçen hafta en star günümü yaşadım. Sultanahmet’te arkadaşımla geziyorduk. Bir kadın yanımıza geldi, beni tanıdığını söyledi ve bizi Ayasofya Sultan Hamamı’na davet etti. Şöhret bu kadar mı güzel olur! Sabahlara kadar çalışmışız, ertesi gün Alaaddin’in lambasından çıkar gibi, hamam sefasına davet edildik. O gün, doğru işi yapıyorum, dedim.”
Dizideki Tülay karakteri bedenini ele geçirdi mi?
“Arada bir ‘geliyom, gidiyom’lar dolanıyor dilime ama set dışında, sette yaptıklarımı yapamam. Geçen gün bir film için seçmelere gittim. Şarkı söyle dediler, söyleyemedim.”
Öner Erkan: Derin sularda
İrem giyinmek için yanımdan ayrıldığında Krek’in kapısı bir kez daha açıldı. Bu kez içeri giren Öner Erkan’dı. Sohbeti başlatmak için kurduğum cümleler karşısında buz kesti. İtiraf ediyorum, iyi bir giriş yapamamıştım. Ben kötü başlangıç yaptığım için mahcuptum, o da bana karşılık veremediği için. Röportaj çekimler için defalarca bölündü ve en son Öner bir de cüzdanını kaybetti. Lanetli başlangıcımıza rağmen aslında birbirimizi sevdik. İkimiz de iyi niyetli ve çabamızın farkındaydık. O beni tatmin edecek cevaplar vermek istiyordu, ben de onun sanat frekansına girmek. Sonunda ortada bir yerde buluştuk. Sıkılmadan cevaplayacağı bir soru sormuştum galiba. Oyuncunun en güçlü silahı nedir? “İnsanlarda sevgi uyandırmanın yenilmez gücü. Sadece oyunculuk için değil, bütün sanat dalları için geçerli bence.”
Tiyatroda oynamıştı. Sinema filmi vardı. Dizide rol almıştı. Altın Portakal sahibiydi. Peki yaptığı işle ilgili en büyük motivasyonu neydi? “Dopamin” dedi. “Tiyatro sahnesi tabii daha avantajlı o salgı için, çünkü tek plan. Seyirci resim seçiyor sadece, nereye bakmak istediğine karar veriyor. Siz de tek seferde elinizi o rolün içine sokup, çıkarıyorsunuz. Ama katılımcıyla aynı titreşime gelmeyi, onun sizinle beraber orada olduğunu hissetmeyi başarırsanız sinemada da, dizide de dopamin salgılarsınız!”
“İzlerken, oynadığın kadar zevk alıyor musun?” diyorum. Rahatlıkla cevaplıyor: “Evet, izlediğim şey beni aynı titreşime getiriyorsa, alıyorum. Hatta bazen daha zevkli izlemek.” En son Devlet tiyatrolarında devam eden “Profesyonel”de Yetkin Dikinciler ve Bülent Emin Yarar’ı izlerken o titreşimdeymiş.
Öner bugünlerde haftada dört gün “Yalan Dünya” setinde. Gülse Birsel, yani Deniz’in kardeşi Bora’yı canlandırıyor. Diğer üç gün de İzmir’de Tuncay Kurtiz, İlker Aksun, Binnur Kaya, Bülent Parlak ve Büşra Pekin’le birlikte bir komedi filmi olan “Mutlu Aile Defteri”nin çekimlerinde. Lisede oyunculuk hakkında hayalleri neydi, “über meşgul” bir oyuncu olunca nasıl değişmişti? “16 yaşında sanat nedir, neyi değiştirebilir, nasıl bir güçtür gibi konulara kafanız ermiyor. İçgüdüsel bir şey sizi bir yere doğru itiyor. Sonra işte gücün farkına varıyorsun. İyi ya da kötü kullanıyorsun onu ve bu dönüşüyor. Buraya geleceğini bilmiyordum. Ben bazı şanslı insanlar gibi kendimi erken tanımadım. Fakat bir yerde kendinle karşılaşıyorsun. O zaman işin şekli ve hayallerin dönüşüyor ama içindeki içgüdüsel oynama isteği aynı saflığıyla duruyor.”
Gupse Özay: Doğuştan star
Santralİstanbul’daki çekimimiz başladığında bahçe derslere yetişmeye çalışan Bilgi Üniversitesi gençleriyle doluydu. Dışarıda Gupse Özay’ı bekliyordum. Dört-beş genç kadın benim olduğum yere doğru yürüyordu. Gupse’yi boyundan posundan, aktris yürüyüşünden değil de kahkaha hacminde gülümsemesinden çıkardım. Makyajsız, saçı yapılmamış haliyle öğrencilerden hiç farkı yoktu ama mimikleri, makineli tüfek gibi konuşması ve peltekliğiyle Gupse, dizide canlandırdığı Nurhayat karakterinin aynısıydı.
“Yalan Dünya”, onun ilk dizisi. Üniversitede Sinema Televizyon okumuş. Tek oyunculuk eğitimi ise utangaçlığını yenmek için Şahika Tekand’dan aldığı dersler. Peki Gülse Birsel’le yolları nasıl kesişmişti? “Ben arkadaşlarımla birlikte skeç yazıyordum. Yönetmen bir arkadaşımız var, dedi ki ‘Kendinizi göstermek istiyorsanız bunun tek bir mecrası var. Ne ajanslar, ne yönetmenler; internete koyun kendinizi. Yetenekliyseniz görürler’. Hakikaten de öyle oldu, bizim skeçleri internete koyduk. Gülse Birsel oradan gördü ve deneme çekimine çağırdı.”
Ne umuyordu, ne buldu bu yeni hayatında? “Ben kendimi bildim bileli ünlü sanıyorum kendimi. Çok mütevazı ve içine kapanık bir durumum yok gördüğün gibi. 100 kişi de tanısa, ben aynı starlık hissiyatındaydım. Kimse beni görmezse, kendim yazar, kendi kendime oynarım diyordum. Rahattım. Gülse Birsel’e hayrandım, onunla çalışmanın hayalini kurardım ama bu işte olacağım aklıma bile gelmezdi. Derken gerçek oldu. Bazen bir ortama girersiniz ve kendinizi çok rahatsız hissedersiniz. Nereye oturacağınızı, nerede duracağınızı bilemezsiniz. Bazen de bir ortama gidersiniz ve evinizde gibi hissedersiniz. Daha ilk günden beri evimde gibiyim.”
Hangi sahnede zorlandığını soruyorum. Nurhayat karakterinde zorlanmıyor: “Daha çok kendime yakın ya da çok sade, mimiksiz karakterleri canlandırmakta zorlanıyorum. Gerçek hayatta da biraz deliyim ya, ondan herhalde. Babam da delidir. Ailece yani... Böyle bir durumda normal, doğru düzgün bacak bacak üstüne atan birini canlandırmak zor.”
Kendini izlerken çok utandığından bahsediyor. “Ay ay ay diye diye, saklana saklana izliyorum. Komedi mi izliyorum, korku filmi mi belli değil.”
Sarp Apak: Komedyen olunmaz doğulur
O zaten hep bizimleydi. Şimdi “Yalan Dünya”da Emir karakterini canlandırıyor. Emir, aslında hepimizin çevresinde kol gezen bir erkek tipinin yansıması. Neden ve nasıl olduğunu anlamadığımız kasıntı, pozcu popüler playboy. Şimdi okuduğunuz dergiyi bırakıp kalabalık bir kafeye gitseniz 10 dakika içinde birilerinden Sarp’ın dillere pelesenk olan “Uu çok sert! Ivana Sert” repliğini duyarsınız. Sadece beş bölümde bunu başarmanın şifresi senaryo diyor Sarp ve dizide kendini izlediği anı anlatıyor: “İlk bölüm, biraz tiyatro gibiydi. Tek tek bütün karakterler tanıtılıyordu. Benim sahnem gelmesin diye dua etmiştim. Komedi yapıyorsun ya, Cem Yılmaz’ın dediği gibi komedi bizde ata sporu ya... Korkuyorsun. Seyirciden yiyeceğin dayaktan korkuyorsun. Milyonlarca insan izliyor. Berberdesin ya da manavda, yanında seni konuşuyorlar. Twitter’ı açamıyorsun, Facebook’a bakamıyorsun. Hürriyet’in birinci sayfasında Latif Demirci seni çiziyor. Olumlu motivasyonu da, paniği de oluyor.”
Sarp çok hareketli. Konuşkan. Eli dursa ayağı durmuyor. Konuşmadığı anlarda da gözlerine bakarsanız kafasında bir sürü şey döndüğünü, konsantre olmakta zorlandığını anlıyorsunuz. “Hiperaktif misin”, diyorum. “Evet. Düşün bu iyi halim. 15-16 yaşından öncesini hatırlamıyorum.” O halde uzan, çocukluğuna dönelim. “Komedyen olunmuyor, doğuluyor. Bence bu bir hissediş biçimi. Komedyenlerin çoğu kalabalık, şen şakrak, komik ailelerden gelir. Dolayısıyla zaten yapı olarak neşelidirler. Çocukluğumdan beri ilgi çekmeyi sevdim. Bu işe yönelmemin sebebi de budur muhtemelen.”
Kamera karşısında olmanın onu en mutlu eden yanını tarif etmesini istiyorum. “Orada başka her şeyi unutuyorsunuz. Paraşütle atlamak gibi. Sarp için zamanı durduruyorum. Hayattan zaman çalıyorum. Orada olduğum sürece Sarp’la işim yok. Kiraymış, sevgiliymiş, ertesi günmüş; hiçbiri kalmıyor.”
Birçok dizide, filmde oynadı. Bugüne kadar onu en zorlayan sahne hangisiydi? “Kavak Yelleri’ndeki rolüm beni çok zorluyordu. Aşk uğruna her şeyden vazgeçen bir adamı oynuyordum. Hiç öyle dünyayı unutturan bir aşk yaşamadım. Hep bir farkındalığım vardı âşık olsam da. Hiç bilmediğim bir his. Bir şekilde yapmaya çalışıyorsun ama tanımadan. 15 sene birini nasıl o denli seversin? Yani seversin de, nasıl dinginleşmez, rutine binmez...”