Defne Joy'un annesi Hatice Foster, ilk kez konuştu: “Tek tesellim, torunum Can... Biraz daha susacağız. Ama bizim de duyup öğrendiğimiz şeyler var elbet. Hepsi çıkar ortaya…”
Artık yeter!.. Susun, sussunlar, susalım artık!... Sen, ben, siz, biz, onlar ve herkes sussun, dinlesin!.. Şimdi sadece o konuşsun. Herkesin susma, bir tek onu dinleme vaktidir artık!.. O, bir anne... Daha 10 günlük bir "ölü kızın" anası... 10 gündür, ağzı olan herkesin milyon türlü laf ziyan ettiği, eli kalem tutan herkesin kendi meşrebince bir şeyler veczettiği bir merhumenin, Defne Joy'un annesi o. O, İzmir'in ve yakın çevresinin bildiği namıyla "Deli Hatçe". Bunca gün sustu sustu, hep sustu... Şimdi vakit erişti, an geldi, konuşacak o anne, o 'Deli Hatçe'... Konuştu dinledim. Konuştu hüzünlendim. Konuştu sevindim. Konuştu, bir kez daha Defne'yi çok çok sevdim. Adı neden "Deli Hatçe"ye çıkmıştı, işte ta oralardan başladı yürüdü. Bir çırpıda on yılların tekmil anısını harmanladı, önüme serdi. "Defne?" dedim, doğurup, büyütüp, önce endişeler, sonra iftiharlar edip en sonra da heyhat ki; kara toprağa verdiği, Allah'a emanet ettiği biricik yavrusunu tarifledi bana. "Can?" dedim, canı yangın anlattı; yavrusu ardında kala kalan tek Can'ını, torununu anlattı, anlattı, anlattı ben hep dinledim. Ve... Siz de buyurun öyleyse...
YALANLA BESLİYORLAR BİZİ
Bir uyarı levhası asayım bu yazının giriş kapısına. "Dikkat. Yalanla besliyor(uz)lar sizi..." Yalancıyız çünkü... Çünkü ve mesela; "Babası gelmedi ki... Ne cenazeye, ne eve zaten ne de Türkiye'ye..." Sordum:
Hava koşullarından cenazeye yetişememişti. Geç gelmişti. Mezara ziyaret, evde toplantılar, ortak 'napıcaz?' kararları almalar olmuş ama?
Yok öyle bir şey Savaş'ım. Gelmedi, gelmeyecekmiş de... Bana ulaşamamış ama ortak bir ahbabı arayıp söylemiş gelemeyeceğini. "Kızım ölmüş... Perişanım... Çok üzgünüm. Ama gelmem, gelemem, gelmeyeceğim... Dayanamam" demiş.
Aranız kötü müydü? Boşanmıştınız değil mi?
Boşanmadık. Boşanmadı da onun için boşanamadık. Ayrılırsak tazminat ödeyecek bana ya o yüzden istemedi.
Sen istedin mi?
İstedim ama Defne kızdı. "Senin neyini eksik ettim annem. Para pul için boşanıyorsun sanırlarsa ya" dedi.
Babasını da kollamış seni de.
Ahh Savaş'ım... Ahh bir bilsen, bir bilseler Defne'nin içini, kalbini. Seven bin kat daha fazla severdi o zaman onu. Sanmam ama sevmeyeni varsa bile onlar da vazgeçip sever.
NEDEN SUSUYORLAR?
Bütün aile... Hele de sen. Neden bir şeyler söylemedin şunca vakit? İlk 3-4 gün elbette şoktaydınız, perişandınız, hala da öylesiniz ama bunca suskunluk bazı el ağızlarında "Durum âşikâr, ne diyebilirler ki?" zevzekliğine dönüştü.
Daha da susacağız bir müddet. İlker evlat öyle uygun gördü çünkü. O kocasıdır, çocuğunun babası, ailesinin reisidir. Ben anneyim ama bağrıma taş basar karara saygı duyar beklerim. Damadım hepimizi topladı. Orada dedi ki; "Hele acımızı bir yaşayalım anam. Hele herkes eteğindeki taşı döksün. Bir toparlanalım ondan sonra baksınlar bakalım bu işin aslı faslı ne, nereye, nerelere varacak?"
Buna saygı duyuyorum ama içime de kurt düşüyor?
Bekle biraz daha ne olur. İlker bambaşka bir çocuktur. Dürüsttür, merttir, cesurdur... Soruşturmada eksik var mı, yanlış var mı, olay çarpıtılmış mı? Kızımın o evde ne işi varmış, neler olmuş? Bizim de bildiğimiz, duyduğumuz, öğrendiğimiz şeyler var. Hepsi çıkar elbet ortaya bekle.
ACI HABERİ, TV'DEKİ ALT YAZIDAN ÖĞRENDİ
Anne Hatice Foster, acı haberi aldığı o günü şöyle anlatıyor: "Biraz sıkıntılarım vardı. Bodrum Turgutreis'te çok sevdiğim arkadaşlarım "Gel tebdil mekân yap, iyi gelir" dediler, gittim. O sabah erkenden kalkıp kahvaltıya oturduk. Gülüşüp konuşuyorduk kadın kadına. Tam karşımda televizyon açık. Hangi kanaldı hatırlamıyorum. Bir alt yazı geçtiler. Kızımın adını okudum önce. Gerisini seçemedim. Dedim "Aman şansa bak kızım konuk olacakmış." Sonra hep birlikte ekrana kilitlendik. Yine aynı alt yazı geçiyor. "Ölü bulundu" kısmını okudum. Şaşırdım ama çok hafif. "Bu kız yine bir hinlik peşinde" dedim. Sonra yayını durdurup haberi anlat..." Sözleri boğazına takılıyor o anda. Hıçkırarak ağlamaya başlıyor. Boğulur gibi, kesik kesik konuşarak tamamlamaya çalışıyor. "Kalbimin sesini dışarıdan duyarlardı, öyle vuruyordu kalbim. Parçalandım ben yaa, ben yok oldum yok oldum Savaaaaaş. Dünya simsiyah oldu, kör oldum, sağır oldum ben yaa. Can'ım kaldı ama canım gitti Savaaaaş..." Daha da devam edemiyor.
PİLOTLA PAZARLIK...
Erkek kardeşi, Defne'nin dayısı emekli bankacı Nejat Bey var yanımızda. O tamamlıyor gerisini: "İstanbul'a gelecek ama uçakta yer yok. Hava yolları sağ olsun, ne yapıp edip bir yer açıyorlar ablama. O kadar çok ağlayıp haykırıyor ki "Böyle yaparsa almam uçağa" demiş kaptan pilot. Pazarlık etmişler, "Tamam ağlamam söz" demiş. Korkutmak için söylemişlerdir belki de. Veriyorlar sakinleştiriciyi, basıyorlar iğneleri hapları külçe gibi binip iniyor. O günden beridir de sadece 3-5 yudum su içiyor, lokma sokmuyor ağzına. 10 gün yemeden durur mu bir insan. Öleceksin, yesene abla diyorum dinlemiyor..."