DEFNE JOY'UN ANNESİ SAVAŞ AY'A ANLATTI!

DEFNE JOY'UN ANNESİ SAVAŞ AY'A ANLATTI!

Babası yıllar sonra görüştüklerinde, Defne'ye gösterilen ilgiye çok şaşırıp "Seni herkes tanıyor" demiş. Defne'nin bu tokat gibi cevabıysa bir milat olmuş. Çok farklı bir arkadaşlık başlamış baba ile kızı arasında

"Soğuk bir kış günü İzmir'in o efsane takımı Altay, 3 büyüklerden birini hacamat etmiş. Taraftarlar Alsancak'a yürüyor. Altay'ın kadrosunun en şahane olduğu dönem, 1976-77 yılları... Takımda 3 Mustafa oynuyor, Büyük Mustafa (Denizli), Arap Mustafa ve küçük Mustafa. Ekle yanlarına Tanzer'i, Mithat'ı, Ahmet'i, Zinnur'u, daha sonra Bilal'i... Hele ki Erol (Togay) ve artist gibi Şeref'i... İzmir'e geleni koltuğunun altında birkaç golle memleketlerine yolluyorlar. Altay gururumuz. O zaman her maçtan sonra hedef Cafe Plaza... Biz keyifle içkimizi yudumlarken, sarışın güzel bir kadın içeri giriyor ve bara kuruluyor. Sigarasını masanın üstüne koyuyor. Bizi başıyla selamlayıp, siparişini 'Martini' olarak veriyor. Kendinden emin, gayet rahat ve o zamana pek de uymayan özgür tavrı ilgimizi çekiyor. Arkadaşım 'Kim bu?' diyor sessizce.

DANS İÇİN YARATILMIŞ
Anlatıyorum. Geçenlerde arkadaşlarla Amerikalılara ait NCO Klup'te gördüm onu. Zenci bir Amerikalı ile dans ederken... Adının Hatice olduğunu söylediler. İnan bana Türk kızı olduğunu duyduğumda şok oldum. Hatta gurur duyduğumu söyledim. Adam Amerikalı, hem de zenci. Vücutları sanki dans için yaratılmış. Ee müzik de onların. Ama Hatice? Olmaz böyle dans eden bir Türk kızı. Hafif yanık tenli, dalgalı sarı saçları ile fazla bir kadın. "Çılgın bu" dedim, hayretle. Sanki dans için yaratılmış. Bu manzara sadece Gene Kelly'li, Fred Astaire'li Amerikan filmlerinde olur sanırdım! Bir saatten fazla dans ettiler. Harikuladeydi... Kıvrak iki vücut, gözleri aşk konuşan 2 çift göz. Adam da adam hani, yakışıklı bir zenci. Kibar ve zarif. O da sıradışı bir tip. Bir müddet sonra, Hatice'nin o Amerikalıyla evlendiğini ve bir kız çocuğu dünyaya getirdiğini duymuştum. İşte o kız, geçen hafta aramızdan ayrılan Defne Joy Foster'dır. Deli Hatice'nin kızı. Allah Defne'ye rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun. Hatice'ye de İlya peygamber sabrı dilerim."




İŞTE O SARIŞIN KADIN...
Yeni Asır yazarlarından Gülengül kardeşimize (Uslu) gelen bir eski İzmir sevdalısı dostunun mektubundan alıntıdır bu satırlar. Yıllardır İsviçre'de yaşayan Atilla Erarslan'ın satırları... İşte şimdi, İstanbul Topağacı'nda, korkunç bir yalnızlığın kurt kapanına kısılmış duran 'bitik' kadın, o güzelim dansın güzelim icracısı sarışın kadındır. Zorlukla nefes alıp, anlatmaya devam ediyor o kadın kızını, Defne'sini... Defne Joy'un annesi soranlara der ki: "Biz aşk sarmaşığı gibiyiz kocamla." Bir yıl sonra 'tek yapraklı" sarmaşığa dönerler çünkü. Eşinin yeni görev yeri Adana İncirlik'te Defne kız doğar. Dünya şirini bu melez bebek acılarla birlikte gelir adeta. Subay baba Steve Foster'ın Türkiye'deki görevi bitmiş, ülkesine, Amerika'ya dönme vakti gelmiştir. Elbette karısı Hatice ve el kadar bebesi Defne'yi de yanına alarak. "Sevinçli bir telaş" içindedir Hatice Foster. Yeni bir kıta yeni bir kent, yeni bir hayat, kolay mı? Vizeler çıkar, uçak biletleri alınır ve 3 kişilik aile gidiş için 'son saymaya' başlar. Lakin beklenmedik bir gelişme olur. Hatice Foster'in annesi 'el koyar duruma.' Kızı Hatice'nin karşısına dikilir ve gürler: "İstediğin her şeyi yaptım bugüne kadar. 5 yaşından beri babasız büyüttüm seni ama hiç hissettirmedim. Şimdi ben de senden bir tek şey istiyorum. Kocandır, senin yerin elbette onun yanıdır. Ama çocuğu götürme. Defnemiz'i burada bırak. Torunum oralara alışamaz, kopar gider bizden, memleketinden. Bırak burada büyüsün, örfümüzü adetimizi öğrensin, sonra alırsınız." Hatice Foster şaşırır, "Olmaz öyle şey" der.

KAÇTIM GELDİM...
Sordum.

- Peki ne oldu işin sonu?
- Ahh Savaş'ım. Anam attı kendini kapının önüne. "Beni çiğnemeden götüremezsin bu çocuğu" dedi. Ağladı, yırttı kendini. Dayanamadım o haline. Kısa süre sonra almak şartıyla biletini de yakıp bıraktık burada Defne'yi.

- Kaç zaman ayrı kaldınız
- 1 yıl kadar.




- Sonra aldırdınız mı yanınıza kızı?
- (Gözleri dalıyor) Yok aldırmadık. Gerek kalmadı

- !!!!!!!
- Ben döndüm çünkü. Temelli döndüm.

- Nasıl yani?
- Oraya gidince değişti adam. Benden önce evliydi ama boşanmıştı, biliyordum. O evlilikten 1 oğlu, 2 de evlatlığı vardı. Baktım ki onlarla ilişkileri kavga dövüş. Ne tat var ne tuz. Dahası adamın huyu suyu bir anda değişti. Her gece partiler, su gibi akan içkiler, kadınlar, olaylar. Ne halin varsa gör deyip vurdum kapıyı çıktım, döndüm Türkiye'ye.

- Defne babasını ne zaman gördü?
- Yıllar geçti aradan. 6. yaş gününde 3- 5 günlüğüne geldi, gördü kızını. Sonra bir de Asos'taki otele geldi. Birlikte Bodrum'a da gittiler. Herkes Defne'yi tanımış, sevmiş, koşup sarılmış. Adam şaşırmış. Demiş ki: "Seni benden başka herkes tanıyor kızım!" Bizim ki yapıştırmış cevabı: "Senden başka herkes de seviyor babacığım." Bu söz milatları oldu, muhteşem bir 'arkadaşlık' başladı baba kız arasında. Defne Amerika'ya da gitti, kaldı yanında birkaç defa.

- Peki abisini görmüş mü, tanışmış mı hiç?
- Abisini babası görmüyormuş ki, Defne nasıl görsün...



UYUŞTURUCU, DEFNE'NİN EN NEFRET ETTİĞİ ŞEYDİ

Deli Hatice... Bir zamanların İzmir'inde "en güzel, en hoş, en şık, en popüler" olan kadınlardan biri... Büyük Efes otelinin "devri şahane" yıllarında o, ön büro sorumlusudur. Ol nedenle; Sanatçılar, siyasetçiler, iş dünyası, akademisyenler ve jet sosyeteden "ibadullah çevresi" vardır. Tüm yakışıklılar, playboylar peşindedir ama gönlünü tek kişi çeler, evlenirler İlk eşi makine mühendisi tur tekneleri çalıştıran yakışıklı delikanlı Barış Ertan'dır (Siren Ertan'ın babası...) O evlilik çok yürümez, boşanırlar... Yılar sonra Bir Noel partisinde tanıştığı Amerikalı siyahi yüzbaşıyla kısa sürede çok iyi arkadaş olur, sonrasında âşık olup evlenme kararı alır. Ailesi "gavur" damat' fikrine karşı çıkar. Ama bakarlar ki, bu siyahi Amerikalı, yemek önceleri ve sonrası sofraya dua etmeden oturup- kalkmaz, babası son sözü söyler: "Yahu bu adam bizden daha Müslüman. Verdim kızı gitti!" Tüm Alsancak ayaklanır: "Hatice zenciye gidiyor 'deli' mi bu kadın?.." Evet, Hatice "deli"dir... "Zenciye değil sevdiğime. Yabancıya değil, aşkıma varıyorum. Mutsuz akıllılara inat mutlu deliyim" der, İzmir'de düğün dernek kurulur. Soranlara: "Biz aşk sarmaşığı gibiyiz kocamla" der... Bir yıl sonra "tek yapraklı" sarmaşığa dönerler çünkü Defne kız doğar...

Defne Joy'un annesi Hatice Foster, kızının ölümünün ardından kendisinde şok yaratan başka şeyleri de anlatıyor. Diyor ki; "Kızımı kaybetmenin dışında en çok 'Uyuşturucu kullanıyor muydu? O gece de bir şey mi almıştı?' sözleri yıktı bizi. Defne'nin canı çok kıymetliydi. İğne bile olamaz, ciyak ciyak bağırırdı. Ben kızımla abla kardeş gibi, arkadaş gibiydim Savaş'ım. Hayatında bilmediğim nokta kadar şey yoktur. Uyuşturucu en sevmediği, nefret ettiği şeydi Defne'nin. Bu dünyanın içindesin sen de. Git araştır. Ya da bir Allah'ın kulu çıksın söylesin. Bir gram olsun bir yerde bir şey kullandığını bilen, duyan, gören olmuş mu?








Ben de hiç duymadım...
Bu kız bunca yıldır tanınıyor, biliniyor. Haydi, bir kişi çıksın da "Benim flörtümdü. Ona parmağımla dokundum. Saçına elim değdi" desin varsa. O görüntüsünün arkasında tutucu bir kızdı Defne.

Şerefine, namusuna, iffetine çok düşkündü. İnsaf be... Bu kız 9 ay hamilelik yaşadı. Sonra 1 buçuk yaşındaki bebeğini emzirdi. 10 kilo verdi. Bir anne bu süreçte bırakın uyuşturucuyu, 3 damla alkol alır mı?

'DAMADIM ADAM GİBİ ADAM'
Esas rapor gelince anlaşılır durumu.
Bak doktor ahbaplarımız anlattı. Uzun süre geçince vücut temizlermiş kendini. İşte bu yüzden vücudu tamamen arınmış. "Son gecesinde, ilk kez alkol alınca içkiye toleransı düşük temiz vücut hemen etkilenmiştir" diyor o doktorlar. Arabaya binince sızmış olabilir. Evde ayılmış, kendine gelmiş, direnmiş olabilir. 45 kilo kız. Ben bile kaç kere sırtlayıp hastanelere taşıdım bu halimle.

Damadın İlker Yasin ne diyor?
Damadım adam gibi adamdır, erkek gibi erkektir. İçinde Allah imanı olan, düzgün çocuktur. Seda hayran kaldı çocuğun delikanlılığına.

Hangi Seda? Seda Sayan mı?
O benim ta İzmir'den tanışımdır. Çok severiz birbirimizi. Kara gün dostudur. Geldi, destek verdi sağ olsun.










'HERŞEY ORTAYA ÇIKSIN'
Çocuk gibidir Seda da. O da perişan olmuştur senin bu halini görünce.
Olmaz mı, ağla ağla ağla biz burada... Bir çocuk geldi, "Ben çok iyi arkadaşıydım" dedi elimi öptü cenazede. Küçük Emrah'mış, hayal meyal hatırlıyorum. Saba Tümer İzmir'deki butiğimden müşterimdi, o da geldi. Acun evladım paraladı kendini. Allah bin kere razı olsun ondan da.

Üzülmeyen kalmadı ki...
Yani Savaş'ım. Biz kızımızın melek olduğunu biliyoruz. Şimdi ortalığı ayağa kaldırmıyorsak kızımızın durumundan çekindiğimiz, onun bizi mahcup edecek bir şey yaptığını düşündüğümüzden değil. Sırası var, vakti var.

Sen 2 evlilik yaptın, ikisinde de acı çektin. Nasıldı kızının hali vakti?
Bak Savaş. Dediğime inan sen. Kuş yuvası gibiydi evleri. Çoluk çocuk güzel bir hayat sürmekten başka gayeleri yoktu ki. İki elimiz yanımıza gelecek sonunda. Kimseyi suçlamak istemem. Herkes ana baba evladı. O çocuk, Kerem Altan'a da bilip bilmeden bir suçlama getirmem bir anne olarak. Tek istediğimiz bu işin her şeyi araştırılsın. Herkesin kanı, saçı, idrarı kontrol edilsin. Komşular, taksi şoförü, o gece yanında olan arkadaşı Tolga Karel ne diyor anlaşılsın. Bu kadarına hakkımız yok mu?






'OĞLUMU KISKANIRIM' DERDİ
Evliliklerine nasıl tepki verdin ilk duyduğunda?
Ayol bunlar Asos'ta bir sabah erkenden kalktı dikildi karşıma. Dediler ki "Biz Ayvacık'a ineceğiz. İşimiz var". Kan testi yaptırmaya gitmişler nikâh için. Sonra geldiler. "Biz haftaya nikâhlanıyoruz, gün aldık" dediler. Aaaaa! Yahu nasıl hazırlanacağız 1 haftada? Kırdık sardık hazırlandık. Yaptık nikâhı.

Oğlu Can için neler düşünüyordu? Doktor olsun, mühendis olsun, sanatçı olsun?
Neler neler düşünüyordu. Ama en çok "Kıskanırım ben bunu" diyordu. "Büyüyecek, yakışıklı aslan olacak babası gibi. Kızlar gelip gidecek evimize, kıskanırım ben oğlumu" diyordu. Ben de "Ne olacak bilmem ama geveze olacağı kesin, sana çekmiş" diyordum. Defne de gülüp; "Ben kime çektiysem o da öyle" diyor. Profesörler söyledi. Çocuk aklı annesinden alırmış.

Bir aşk sarmaşığıydık... Ne dal kaldı ne yaprak...
Ey oğul;
Bilesin Ki Atın İyisine Doru, Y
iğidin İyisine 'Deli' Derler...

Şeyh Edebali...



CANIM GİTTİ CAN'IM KALDI

Artık yeter!.. Susun, sussunlar, susalım artık!... Sen, ben, siz, biz, onlar ve herkes sussun, dinlesin!.. Şimdi sadece o konuşsun. Herkesin susma, bir tek onu dinleme vaktidir artık!.. O, bir anne... Daha 10 günlük bir "ölü kızın" anası... 10 gündür, ağzı olan herkesin milyon türlü laf ziyan ettiği, eli kalem tutan herkesin kendi meşrebince bir şeyler veczettiği bir merhumenin, Defne Joy'un annesi o. O, İzmir'in ve yakın çevresinin bildiği namıyla "Deli Hatçe". Bunca gün sustu sustu, hep sustu... Şimdi vakit erişti, an geldi, konuşacak o anne, o 'Deli Hatçe'... Konuştu dinledim. Konuştu hüzünlendim. Konuştu sevindim. Konuştu, bir kez daha Defne'yi çok çok sevdim. Adı neden "Deli Hatçe"ye çıkmıştı, işte ta oralardan başladı yürüdü. Bir çırpıda on yılların tekmil anısını harmanladı, önüme serdi. "Defne?" dedim, doğurup, büyütüp, önce endişeler, sonra iftiharlar edip en sonra da heyhat ki; kara toprağa verdiği, Allah'a emanet ettiği biricik yavrusunu tarifledi bana. "Can?" dedim, canı yangın anlattı; yavrusu ardında kala kalan tek Can'ını, torununu anlattı, anlattı, anlattı ben hep dinledim. Ve... Siz de buyurun öyleyse...

YALANLA BESLİYORLAR BİZİ
Bir uyarı levhası asayım bu yazının giriş kapısına. "Dikkat. Yalanla besliyor(uz)lar sizi..." Yalancıyız çünkü... Çünkü ve mesela; "Babası gelmedi ki... Ne cenazeye, ne eve zaten ne de Türkiye'ye..." Sordum:

Hava koşullarından cenazeye yetişememişti. Geç gelmişti. Mezara ziyaret, evde toplantılar, ortak 'napıcaz?' kararları almalar olmuş ama?
Yok öyle bir şey Savaş'ım. Gelmedi, gelmeyecekmiş de... Bana ulaşamamış ama ortak bir ahbabı arayıp söylemiş gelemeyeceğini. "Kızım ölmüş... Perişanım... Çok üzgünüm. Ama gelmem, gelemem, gelmeyeceğim... Dayanamam" demiş.






Aranız kötü müydü? Boşanmıştınız değil mi?
Boşanmadık. Boşanmadı da onun için boşanamadık. Ayrılırsak tazminat ödeyecek bana ya o yüzden istemedi.

Sen istedin mi?
İstedim ama Defne kızdı. "Senin neyini eksik ettim annem. Para pul için boşanıyorsun sanırlarsa ya" dedi.

Babasını da kollamış seni de.
Ahh Savaş'ım... Ahh bir bilsen, bir bilseler Defne'nin içini, kalbini. Seven bin kat daha fazla severdi o zaman onu. Sanmam ama sevmeyeni varsa bile onlar da vazgeçip sever.

NEDEN SUSUYORLAR?

Bütün aile... Hele de sen. Neden bir şeyler söylemedin şunca vakit? İlk 3-4 gün elbette şoktaydınız, perişandınız, hala da öylesiniz ama bunca suskunluk bazı el ağızlarında "Durum âşikâr, ne diyebilirler ki?" zevzekliğine dönüştü.
Daha da susacağız bir müddet. İlker evlat öyle uygun gördü çünkü. O kocasıdır, çocuğunun babası, ailesinin reisidir. Ben anneyim ama bağrıma taş basar karara saygı duyar beklerim. Damadım hepimizi topladı. Orada dedi ki; "Hele acımızı bir yaşayalım anam. Hele herkes eteğindeki taşı döksün. Bir toparlanalım ondan sonra baksınlar bakalım bu işin aslı faslı ne, nereye, nerelere varacak?"






Buna saygı duyuyorum ama içime de kurt düşüyor?
Bekle biraz daha ne olur. İlker bambaşka bir çocuktur. Dürüsttür, merttir, cesurdur... Soruşturmada eksik var mı, yanlış var mı, olay çarpıtılmış mı? Kızımın o evde ne işi varmış, neler olmuş? Bizim de bildiğimiz, duyduğumuz, öğrendiğimiz şeyler var. Hepsi çıkar elbet ortaya bekle.

Acı haberi, TV'deki alt yazıdan öğrendi
Anne Hatice Foster, acı haberi aldığı o günü şöyle anlatıyor: "Biraz sıkıntılarım vardı. Bodrum Turgutreis'te çok sevdiğim arkadaşlarım "Gel tebdil mekân yap, iyi gelir" dediler, gittim. O sabah erkenden kalkıp kahvaltıya oturduk. Gülüşüp konuşuyorduk kadın kadına. Tam karşımda televizyon açık. Hangi kanaldı hatırlamıyorum. Bir alt yazı geçtiler. Kızımın adını okudum önce. Gerisini seçemedim. Dedim "Aman şansa bak kızım konuk olacakmış." Sonra hep birlikte ekrana kilitlendik. Yine aynı alt yazı geçiyor. "Ölü bulundu" kısmını okudum. Şaşırdım ama çok hafif. "Bu kız yine bir hinlik peşinde" dedim. Sonra yayını durdurup haberi anlat..." Sözleri boğazına takılıyor o anda. Hıçkırarak ağlamaya başlıyor. Boğulur gibi, kesik kesik konuşarak tamamlamaya çalışıyor. "Kalbimin sesini dışarıdan duyarlardı, öyle vuruyordu kalbim. Parçalandım ben yaa, ben yok oldum yok oldum Savaaaaaş. Dünya simsiyah oldu, kör oldum, sağır oldum ben yaa. Can'ım kaldı ama canım gitti Savaaaaş..." Daha da devam edemiyor.

PİLOTLA PAZARLIK...
Erkek kardeşi, Defne'nin dayısı emekli bankacı Nejat Bey var yanımızda. O tamamlıyor gerisini: "İstanbul'a gelecek ama uçakta yer yok. Hava yolları sağ olsun, ne yapıp edip bir yer açıyorlar ablama. O kadar çok ağlayıp haykırıyor ki "Böyle yaparsa almam uçağa" demiş kaptan pilot. Pazarlık etmişler, "Tamam ağlamam söz" demiş. Korkutmak için söylemişlerdir belki de. Veriyorlar sakinleştiriciyi, basıyorlar iğneleri hapları külçe gibi binip iniyor. O günden beridir de sadece 3-5 yudum su içiyor, lokma sokmuyor ağzına. 10 gün yemeden durur mu bir insan. Öleceksin, yesene abla diyorum dinlemiyor..."



"Soğuk bir kış günü İzmir'in o efsane takımı Altay, 3 büyüklerden birini hacamat etmiş. Taraftarlar Alsancak'a yürüyor. Altay'ın kadrosunun en şahane olduğu dönem, 1976-77 yılları... Takımda 3 Mustafa oynuyor, Büyük Mustafa (Denizli), Arap Mustafa ve küçük Mustafa. Ekle yanlarına Tanzer'i, Mithat'ı, Ahmet'i, Zinnur'u, daha sonra Bilal'i... Hele ki Erol (Togay) ve artist gibi Şeref'i... İzmir'e geleni koltuğunun altında birkaç golle memleketlerine yolluyorlar. Altay gururumuz. O zaman her maçtan sonra hedef Cafe Plaza... Biz keyifle içkimizi yudumlarken, sarışın güzel bir kadın içeri giriyor ve bara kuruluyor. Sigarasını masanın üstüne koyuyor. Bizi başıyla selamlayıp, siparişini 'Martini' olarak veriyor. Kendinden emin, gayet rahat ve o zamana pek de uymayan özgür tavrı ilgimizi çekiyor. Arkadaşım 'Kim bu?' diyor sessizce.

DANS İÇİN YARATILMIŞ
Anlatıyorum. Geçenlerde arkadaşlarla Amerikalılara ait NCO Klup'te gördüm onu. Zenci bir Amerikalı ile dans ederken... Adının Hatice olduğunu söylediler. İnan bana Türk kızı olduğunu duyduğumda şok oldum. Hatta gurur duyduğumu söyledim. Adam Amerikalı, hem de zenci. Vücutları sanki dans için yaratılmış. Ee müzik de onların. Ama Hatice? Olmaz böyle dans eden bir Türk kızı. Hafif yanık tenli, dalgalı sarı saçları ile fazla bir kadın. "Çılgın bu" dedim, hayretle. Sanki dans için yaratılmış. Bu manzara sadece Gene Kelly'li, Fred Astaire'li Amerikan filmlerinde olur sanırdım! Bir saatten fazla dans ettiler. Harikuladeydi... Kıvrak iki vücut, gözleri aşk konuşan 2 çift göz. Adam da adam hani, yakışıklı bir zenci. Kibar ve zarif. O da sıradışı bir tip. Bir müddet sonra, Hatice'nin o Amerikalıyla evlendiğini ve bir kız çocuğu dünyaya getirdiğini duymuştum. İşte o kız, geçen hafta aramızdan ayrılan Defne Joy Foster'dır. Deli Hatice'nin kızı. Allah Defne'ye rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun. Hatice'ye de İlya peygamber sabrı dilerim."