Hayatını ‘üç buçuk atmadan, dört dörtlük yaşıyor’. Şimdiki dönemini “tadından yenmez” olarak tanımlıyor. Kitapsız, müziksiz, kızı Melisa’sız ve aşksız asla yaşayamıyor.
Ceyda Düvenci, hayatının bilinmeyenlerini Seninle dergisinin yeni sayısında anlattı.
O kadar uzun süredir hayatımızda ki, o kadar aileden biri ki Ceyda Düvenci...
“Dünden bugüne kendini özetlesen satırbaşları ne olurdu?” diyorum, “Offf, zor yerden sordun. Kaldım” diyor.
Sonra sıralıyor: “Satır başlarında sevgi, emek, çalışmak, inanç, dostlarım, ailem, anneannem, oyunculuk, son yıllarda kızım, kızım, kızım...
Ama bütününde galiba yine ben olurdum. 37 yaşındayım ve galiba işin sonunda hep kendimi sevmek, kendim için var olmak, kendimi sevdikten sonra her şeyin doğru şekillenmeye başlaması var...”
Onun Ceyda Düvenci olmak için emek verdiği, yorulduğu bu yolculukta ailesi, dostları ve kızı vardı hayatında.
Ama en çok da aşk... Hep aşk... Bu yüzden çalan her telefonu “aşkım” diye yanıtlıyor.
Sanırsınız sevgilisiyle konuşuyor. Yoo, hayır kız arkadaşı. “Aşk sadece karşı cinse duyulan bir duygu değil ki benim hayatımda” diyor.
Peki, nasıl bir hayat onunki? Aşk dolu mu? Zor mu? Lay lay lom mu? “Hiç boş geçmeyen bir hayattı” oluyor yanıtı.
Ve devam ediyor: “Okul, öğrenmek, hedefler, mutlaka bir program, çokça tatiller, çokça kitap, müzik hep vardı. Ama zordu.
Çünkü tek başıma, kazıya kazıya, hep tatlı bir mücadaleyle geçti.
Evet zordu ama bu benim hayattan yılmama neden olmadı, aksine daha çok tutundum.”
Peki ya şimdi hayatının nasıl bir döneminde: “Tadından yenmez bir dönemdeyim.
Çünkü kendimi çok tanıyorum, çok seviyorum, güveniyorum. Yürüyüşüm, duruşum değişti. Ne istediğimi çok iyi biliyorum.
Yaş ve çok üstüne düşünmekle gelen bir şey bu. Kariyerimde çok keyif aldığım bir noktadayım.
Sevdiğim, sevildiğim ve aşkı paylaştığım keyifli bir dönem yaşıyorum. Melisa ile çok özel bir anne-çocuk ilişkim var. Sporumu yapıyorum, kendime iyi bakıyorum.
Güzel yaşlandığımı düşünüyorum. Yaş aldıkça aynayla daha barıştım.
Sağlıklıyım, kimseye muhtaç değilim, evladıma ve kendime yetiyorum. Bir o kadar da deli gibi çalışıyorum. Tadından yenmiyor yani!”
AYRILSAK DA ENGİN’LE HEP AKRABA KALACAĞIZ
Geçmişte yaşadığı iyi kötü ne varsa hepsini geçmişte bırakabilmeyi başarmış.
Hayatı geldiği gibi kucaklayan, sahip olduklarıyla mutlu olmayı bilen, aşkla bakan, aşkla gülen biri o.
Evet ama tüm bunlar bazen bazı ilişkileri sürdürmeye yetmeyebiliyor.
Ama kızının babası Engin Akgün’le ayrılsalar da dost kalmayı başarabilmişler.
“Her şey bu kadar güzel giderken neydi bu sihri bozan?” sorusuna şöyle yanıt veriyor:
“Her evlilik kendine münhasır. Bazen olmaz ya! Kadın-erkek ilişkisi tıkanır. İkimiz de çok iyi insanlarız.
En güzel hayatlara layığız. Şu anda da çok iyi iki arkadaşız. Her gün konuşuyoruz.
Dertleşebiliyoruz, canımız sıkıldığında birbirimizi arayabiliyoruz. Kızımız için iyi birer anne-baba olmak adına güzel bir birlikteliğimiz var.
O benim hayatımda hep olacak. Çünkü biz Engin’le her zaman akrabayız. Sadece kadın-erkek ilişkimizi sonlandırdık.”
“Ayrılık ve boşanma” kelimelerini sevmiyor, hatta saçma buluyor. “Bir evladın varsa her zaman anne-babasın.
Ben hâlâ Engin’in çok mutlu olmasını istiyorum. Onun da mutlu olmasını istiyorum çünkü Engin benim kızımın babası. Dolayısıyla biz mutluysak Melisa da mutlu. Bizim anlaşmamız bitti ama Melisa ile anlaşmamız ömür boyu sürecek.”
Kızıyla yalnız kaldığında “eyvah” demiş mi? Tahmin ettiğim üzere yanıtı “hayır” oluyor:
“Hiçbir zaman eyvah demedim. O, beni güçlü tutan ve kendimi güçlü hissettiren bir kız. Yaşadığımız bir sürü sağlık problemi, aştığımız pek çok şey var, hâlâ da mücadele ediyoruz.
Evladınızla ilgili bir sağlık mücadelesi verirken ve bunun uzun soluklu olacağını bilirken daha güçlü oluyorsunuz.
Hiçbir zaman umutsuzluğa kapılmadım. Aksine dik durdum, yılmadım. Her gün daha güçlü uyandım, her gün daha çok çalışmak için sabrım, gücüm ve enerjim oldu.”
Bu kadar sabır küpü olmak, gelen her şeyi tevekkülle kabullenmek... Peki, hiç isyan edip “Neden ben?” dediği olmamış mı derseniz...
O kadarı olmuş tabii: “Tabii ki oldu. Sonuçta 78 gün ayaklarım tavanda yattım hamileliğimde. Onca şeyi atlattıktan sonra Melisa’nın sağlığıyla ilgili yaşadıklarım beni çok üzdü. Evladım üzerinden sınandığım için isyan ettim. Sonra hemen toparladım kendimi. Tevekkül gerçeğine sığındım.
‘Allah dağına göre kar verir. Melisa’yı dimdik ayakta tutacak kişi benim gibi güçlü biridir’ dedim. Melisa da bana çok şey öğretti bu süre içinde. Hiç surat asmadı, hiç yılmadı, mutlu bir çocuk oldu, günde 10 saat fizik terapi gördü, gık demedi. İnsan utanır böyle bir bebekle ‘Öf, ne oldu bize ya’ demeye.”
AŞKIM İÇİN MÜCADELE EDERİM “Peki şimdi aşık mısın?” diye sorduğumda “Her an her şeye aşığım. Aşık olmadan yaşayamam. Bu sadece kadın-erkek ilişkisi olarak anlaşılmasın. Evladımın bana ‘Annem, seni seviyorum’ demesi, aşkların en güzeli.
Bazıları için bu çok ağır olabilir ama ben evladımda inandığımın suretini görüyorum. Melisa’nın ölümden dönmesi mucize, bir sürü tehlike atlatıp sapasağlım ayakta kalması mucize. Dolayısıyla inandığımın yarattığı her şeye aşk duyuyorum.”
Aşktan anladığı yalnızca kadın-erkek ilişkisi değil ama ben onu da merak ediyorum. “Peki ya karşı cinse duyduğun aşkın için ne kadar savaş verirsin?” dediğimde “Sonuna kadar” diyor: “Aşk varsa, kalbim çarpıyorsa, karşımdakinin de çarptığını görüyorsam, bunun için mücadele ederim. Çünkü zor bulunan bir duygu. İlişki kolay oluşabilen bir şey değil. Hayat zaten zor. Bir kadının bir erkeği sevmesi, kalbinin çarpması, uyumlanması zaten artık mucize. Aşklar karşılıklıysa güzel, yeter ki dürüst olsun.”
O kadar kendinden emin konuşuyor ki, zaman akıp gidiyor. Gecenin bir yarısı oldu. Hiç yorulmuyor anlatmaktan, çekinmiyor. Bir telaşı yok. “Hayat” diyorum “Üç buçuk ile dört arasındadır. Ya üç buçuk atarsın ya da dört dörtlük yaşarsın. Hangi taraftasın?” Önce bir kahkaha atıyor. “Bayılıyorum bu lafa... Ben dört dörtlük yaşayan taraftayım. Bir de çok dürüst yaşarım hayatı. Boğulacaksan okyanusta boğul” oluyor yanıtı. Mesnevi’yi seviyor.
Onu çok doyuran, besleyen, büyüten, tevekkül noktasına gelmesinde en etkili şey Mesnevi ve Yunus Emre. Herkesi anlayışla karşılaması, artık yaptıklarının ondan ötürü ve ona dair olmadığını anlamış olması, hayat ve insanlarla kavgasının bitmiş olmasını da buna bağlıyor.
HER ÇİFTİN MAHREMİYETİ OLMALI Yakında TRT1 ekranlarında yeni dizisi “Aşkın Kanunu” ile karşımızda olacak. Polis çift İpek ile Çetin’in hikayesini anlatıyor dizi...
İpek’in iki çocuğu var, kayınvalidesiyle yaşıyor, ayrı bir eve çıkmanın heyecanı içindeyken eşi biriktirdikleri parayı kardeşine veriyor. İşte boşanma isteği bu noktada devreye giriyor.
Ama hakim 8 aylık bir düşünme süreci koyuyor. Ceyda Düvenci heyecanlı. Başrolü paylaştığı Mustafa Üstündağ, diğer rol arkadaşları Beste Bereket, Bülent Şakrak, Ayten Uncuoğlu ve yönetmeni Çağatay Tosun ile iyi bir ekip oluşturduklarını söylüyor.
Dizide aşkın kanunu var ama Ceyda’ya göre her çift kendi kanununu kendi yazıyor, aşkıyla, yaşadıklarıyla... Dizideki gibi kayınvalidesiyle yaşayamayacağını da söylüyor. “Yakın oturmaya evet ama herkesin mahremiyetinin olması gerekir. Kayınvalideyle aynı evde olmaz” diyor.
SOSYAL SORUMLULUK DEĞİL ZORUNLULUK Evet, mümkün olduğunca sosyal sorumluluk projelerine destek vermeye çalışıyorum. Adı sosyal sorumluluk ama bence bizim birey olarak hayatımızda yapmamız gereken zorunluluklar bunlar.
Çocuklar, engelliler, eğitim, sokak hayvanları, barınaklar... Çocuklar için en son Yapı Kredi Yayınları için bir kitap okudum.
Özge’nin (Özder) sokak hayvanları için kurduğu “Bana Göz Kulak Ol” derneği için de çalışıyorum. O dernek için köpek mamalarıyla fotoğraf çektirdim, toplanan 2 ton mama Türkiye genelinde 14 barınağa gönderildi.