"Pek Yakında" isimli filmiyle sinema seyircisi ile buluşmaya hazırlanan Cem Yılmaz, Milliyet'ten Asu MARO'ya bir röportaj verdi.. İşte o röportaj...
Cem Yılmaz’ın tek başına yönettiği ilk film “Pek Yakında” bu hafta vizyona giriyor. Filmin insanların sebepsizce birbirinden nefret ettiği bir ortamda herkese iyi gelmesini uman Yılmaz: “Duygudan başka benzinim yok. Bunu şimdiye dek birçok insan fark etmiştir, ben fark edenlere yapıyorum işimi”
Cem Yılmaz’la kapak çekimi yapacağız... Yeni filmi “Pek Yakında” 2 Ekim’de sinemalarda. Ayın 4’ünde ise “STANDARTCY” gösterisiyle Amerika turnesinde olacak.
Bir koşuşturma içinde yani... İki arada bir derede Galata’da bir kafede buluşuyoruz, SevenPlus’ın stüdyosunda fotoğraf çekimine geçmeden önce...
Tahmin edileceği gibi geçen arabalardan bile laf atılıyor: “Abi tam senden söz ediyorduk...” Nasıl görüyorlar anlamıyorum, “Doğal bir ışığım olduğunu söylerler” diyor kahkaha atarak... Bir hanım yaklaşıyor o sırada “Ayy, fotoğraf çektiriyor musunuz?” “Çektiriyoruz...”
Neşeli Cem Yılmaz... Heyecanlı da...
“Pek Yakında”yı fragmanından tanıyoruz henüz sadece... Korsan DVD’ci Zafer’in kendisini terk eden karısı Arzu’nun kalbini yeniden kazanmak için bir film çekme hikayesi; kabaca anlatılırsa. 70’lerde çekilememiş bir fantastik film yapmaya soyunuyorlar bir grup arkadaşıyla; “Şahikalar/ Kötülüğün Sonu”. Fragmanda sorduğu gibi: “Bakalım arzular zafere dönüşecek mi?”
Tahmin edileceği gibi, bir dizi ilginç
Cem Yılmaz karakteriyle tanışıyoruz, şahane oyuncularca canlandırılan: Tülin Özen, Zafer Algöz, Ozan Güven, Özkan Uğur, Çağlar Çorumlu, Cengiz Bozkurt, Hare Sürel ve sürpriz isim Zerrin Tekindor...
Sıcak bir film “Pek Yakında”... Güzel duygular uyandırsın istiyor Cem Yılmaz, bize iyi gelsin... Dileyelim öyle olsun...
Tek başına yönettiğiniz ilk film bu...
Evet, “Hokkabaz” ve “AROG”u Ali Taner Baltacı ile yaptık, “Yahşi Batı”yı Ömer Faruk Sorak’la. Filmin bütününü tasarlamayla ilgili çok yoğunlaşınca, birazcık da film seti tecrübesi kazandıkça tek başıma yapabilirim diye düşündüm. Çok zorlanmadım doğrusu, tam tahmin ettiğim gibi gitti. Kamera arkasındaki ekip de beraber çok iş yaptığımız insanlar, onlar da bir konfor veriyor ama bir heyecan vardı tabii, bir beklenti kendimden.
Keyifli miydi peki?
Yani, hikayeyi yazdıktan, rolleri pay ettikten, dekoru, kostümü konuştuktan sonra en neşeli bölümü bitmiş oluyor. Sahaya inince planlanan işi yapmak kalıyor, orası birazcık stresli.
Aslında sette yalnızca oyunculuk yapmak bana çok fazla kolay geliyor, hatta hiç çalışmamış hissediyorum. Filmin bütününü yaparken işle ilgili bir hedef oluyor, hep oraya konsantre olmak da benim gibi tembeller için zor. Çok tembel işi değil yani sinema.
Hiç tembel olduğunuzu düşünmemiştim...
Valla tembelim ben çok. Yalnızca kriz anlarında çalışırım. Üç-dört yılda bir şey çıkması zaten aslında çok verimli bir yazar olmadığımı anlatıyor. Bu seferki filmin diğerlerinden farkı ne oldu? Fantastik bir yere gitmeyip de daha olağan bir yerlerdeki değişik insanları nasıl anlatabilirim diye düşündüm.
Yapısı eski bir filme benziyor; görüntüsü, planları, rejisi anlamında... Çok iddialı kamera hareketleri yok. İstedim ki bu sakinlikte bir şey yapayım, bugüne kadar yaptığım filmlerden de birazcık daha iyi olsun.
Bir de “Bu adamlarla ilgili kimse film yapmaz ama ben yapayım” duygusu vardır ya, benim adamlarım öyle. Görmesen görmezsin ama birden film kahramanı haline gelebiliyorlar, hatta büyük büyük şeyler başarmaya çalışıyorlar.
“Yahşi Batı” zamanında “Kadın karakter yazmakta çok başarılı değilim” demiştiniz. Şimdi ne düşünüyorsunuz?
Bir tık daha iyi olduğumu düşünüyorum bu konuda.
Bizim filmlerin bir erkekler hamamı görüntüsü vardır ama insanın aklına böyle hikayeler gelmesiyle ilgili o. Bir de bir erkek olarak maceranın bir yerine kendinizi, daha yakından bildiğiniz şeyleri koyduğunuz zaman, kusurlu olarak söylüyorum bunu, otomatik olarak öyle oluyor. Ama bu ben kadın karakter durumu ve diyaloğu yazmakta ya da duygularını anlatmakta çok başarısızım anlamına gelmiyor.
Hayatında önemli kadın figürleri olan biri misinizdir, yoksa erkekler camiasında mı geçer hayat?
Çok keskin bir ayrım yok. Çocukluğumuz mesela kadınların daha baskın olduğu bir ortamda geçti doğrusu. Ve benim annem ya da yakınımızdaki kadınlar söz sahibi kadınlardı. Buna rağmen nasıl çıkmıyor o şey dersen, bilmiyorum. Belirgin bir şekilde kadın-erkek diye ayırmadığımdan herhalde
Her zaman birlikte film yaptığınız oyuncu kadrosu bu filmde de var...
Ben “Arkadaşlarımla film yapıyorum” diye değil, iyi oyuncular diye onlara bu rolleri teklif ediyorum.
Yani bir rolü “Bunu Zafer Algöz çok iyi oynar” diye düşündüğüm için ona teklif ediyorum. Kaldı ki alttan alta çok iyi bir oyuncu olduğumu düşünmeme rağmen, filmi kıymetli kılacak isimlerle çalışmaya gayret ediyorum.
Oyuncu olarak kendinizden memnunsunuz...
Monitörün başında birbirimizi methederken en çok ıskalanan isim ben oluyorum. “Özkan Abi çok iyisin, Ozancım çok iyisin” derken hiç kimse bana “Çok iyisin” demiyor. Sağolsun, Tülin bir-iki kere söyledi.
Siz de bunu duymak için Russell Crowe’la, Ferzan Özpetek’le çalışıyorsunuz...
Valla Russell da “Sen iyi bir oyuncusun” dedi. Biraz anlar bu işlerden diye düşünüyorum. Ferzan da keza aynı şekilde...
Ben işimi çok severek yapıyorum. Şener Şen’le çalıştım, Yavuz Turgul’la, bir insana fazla fazla yetecek güzel şeyler duydum. Ne diye anılmak istersin dendiğinde, ben komedyen olarak anılmaktan çok memnunum. Herif komedyen, evet, aynı zamanda da film yapıyor.
Zerrin Tekindor da var filminizde... Ya, evet ilk sinema filmi hem de.
Sizi çok seviyor...
Sağolsun, biz de onu çok seviyoruz, alkışlarla geçti setimiz. Ne güzel, bambaşka bir disiplinden, onun gibi bir tiyatro insanının sizin onun için tasarladığınız rolü beğenmesi.
Ben çok yakıştırmıştım, ne mutlu ki o da kabul etti. Böyle sürpriz isimlerle çalışmayı çok seviyorum. “Yahşi Batı”da da Demet Evgar’la çalışmıştık.
Russell Crowe çok güzel şeyler söylemişti Yekta Kopan’ın programında sizinle ilgili... “İşimde sevdiğim şey, çocukken sevdiğimle aynı” diyordu bir de. Sizin için de böyle mi bu?
Adamın meslekle ilgili söylediği şey birçok insanın ortak paydası. Böyle dünya çapında bir yıldızın ağzından çıkınca daha anlamlı oluyor. Birçok başarının çocuksu bir duyguyla ve işi çok sevmekle ilgisi olduğunu görüyoruz.
Emin ol bundan 15 sene önce şöyle düşünüyordum; ben dışarıdan katılıyorum yarışmaya. “Neden sahneye çıkıyorsunuz, bununla ilgili eğitiminiz yok?” sorusu beni hiç ilgilendirmedi mesela. Filmde de canının istediğini, arada bir sektörün dışından yapan birisi olarak var oldum.
“Kendi imkanlarımla kendi filmimi yapıyorum” diye düşündüğüm için beni saymasalar da olur dedim. İyi oyuncular listesi yapıldığı zaman beni koyup koymamaları o zamanlar hiç ilgilendirmiyordu. Şimdi de belki ilgilendirmez ama birazcık daha sinemayla ilgili bir insan olarak hissediyorum kendimi doğrusu.
Artık dışarıdan katılmıyorsunuzdur...
Bazen. Önemi yok ki, kontratlı bir oyuncu değilim hiçbir yerde. Kendi yaptığım filmin dışında bir maceram da gerçekleşmiyor. Russell’ın teklifini de kişisel sebeplerle kabul ettim, kariyer planı doğrultusunda değil.
Nasıl bir sebeple? E adam ikna edici konuştu benle.
Bayağı başta niyet etmediniz yani...
Tabii, neden olmasın? Çünkü benim için uygun değil diye düşündüm, bana ihtiyaç olup olmadığından emin olamadım. Ama Allah’tan son dakikada doğru karar vermişim, o tecrübe kaçırılacak bir tecrübe değildi doğrusu. O da bir dost kazandı işte daha ne istiyor? İstanbul’a geldiği zaman Sultanahmet’te kazıklanmadan gezebileceği bir arkadaş edindi.
Kristal Elma konuşmanızın gündeme damga vurması konusunda ne düşünüyorsunuz? Hangisi o, manitacılık mı?
Evet. Ya, ben yıllardır şundan çok muzdarip oldum: Önünü arkasını yazmayınca ve ne sebeple söylendiği bilinmeyince hiçbir esprinin anlamı yok. Ben orada bir tarifte bulunuyordum. “İnsanlar bir mekana geldiklerinde dürüst olabilirlerse daha iyi olabilir” diye bir içerik üzerine söylenmişti.
“Cem Yılmaz Baby TV izlemekten bezdi, manita arıyor” değil yani ana fikir?
Yani bir kere bu hiç komik değil. Bu dramatik yani. Benim senin röportajında insanlara geçmesini istediğim şeylerden bir tanesi şu olsun: Düzyazıya aldanmayın, ben daha komiğim.
Hiç demediğim şeylerin komik olmadığına dair eleştirilerle 20 senedir mücadele veriyorum. Ben öyle bir şey demedim ki. En azından o tonda demem. Bir de arkasına şunu yapıştırıyorlar: “Bunu dedi ve kırdı geçirdi”. İzleyenleri de deli yerine koyuyor, buna niye gülüyorlar belli değil.
Bu süreçte hayatınızda çok önemli bir değişiklik oldu, baba oldunuz. Bu sizi değiştirdi mi? Yani bilmediğin bir duyguyu öğreniyorsun. Ama çok yabancı bir duygu değilmiş doğrusu, özlenen bir duyguymuş. Çok mutluyum.
Baş başa bir şeyler yapıyor musunuz? Yani, elimden geldiği kadar. Ama halihazırda birazcık daha fazla zaman geçirebilmeyi bekliyorum çünkü şu anda onun kendine ait bir gündemi var. Yavaş yavaş daha yakınlaşıyoruz, konuşma yeni yeni başladığı için.
Sizi izliyor mu hiç? Yemin ediyorum, şu ana kadar iyi, kötü, güzel, çirkin falan değil, ilk öğrendiği sıfat “komik”. Bir gün bir çizgi film izliyordu, dönüp bana “komik” dedi. Buna âşık oldum, bu laf beni derinden vurdu yani. Geçen gün bizim filmin fragmanını izledi ve “Cem Maz” dedi, “Kim oynuyor bu filmde?” sorusunun cevabı olarak. Cem Maz diyor bana.
Çıkacağınız Amerika turnesinde 4 milyon kazanıyormuşsunuz, “dudağımız uçuklamış” haberlere göre...
O tabirlere bayılıyorum. Valla inşallah dedikleri çıkar ama ben zannetmiyorum, aşağı yukarı ne kadar kazanacağımı biliyorum ben. Neyle neyi çarptıklarını hep sormuşumdur. Benim başımın altından çıkmış bir şey bu. Ben seyircinin ya da bizim insanın buna eğilimli olduğunu 20 sene önce anlatmıştım sahnede, dediğim de çıkıyor.
Hangi eğilim o? Hesaplamak. Koltuk sayısını çarpmak, bölmek. Hep fahiş rakamlar görüyorum, çok hoşuma gidiyor. Herhalde beni öyle şeylere layık görüyorlar. “Dört günde şu kadar kazanması lazım” diye düşünüyor kendince, insan memnun oluyor, ama sonra da hayıflanıyor. O kadar para kazanmadığım için “Allah Allah, halbuki gazetede böyle yazmıştı” diye düşünüyorum.
Ama hep oluyor bu. 3 bin tane gösteri yapıyorsun, kapalı gişe oynuyorsun, 19 sene, o kısmından hiç bahsetmiyor. Dikkat ederseniz piyango gibi bahsediyor. Bir de tövbe estağfurullah, niye başkasının dudağı uçukluyor ki birinin kazandığı paradan? Bir şey uyduruyorsun, üstüne al bari. “Böyle bir şey yazdım ve yazdığım şeyden ötürü dudağım uçukladı” dese daha güzel olacak.
Geçenlerde Twitter’da çıkan mesele nedir? Russell Crowe size “Hiç komik değilsin” demiş...
Eğleniyoruz işte. Russell kimle tanışsak “Oğlum baksanıza adamın 7 milyon takipçisi var” diyor. “Ben o kadar kullanmıyorum Twitter’ı” diyorum ama inanmıyor. Bir ara eğlenmek için “Bana you are not funny yazsana” dedim. “Nasıl yazacağım?” dedi, ben yazdım ona Türkçe, attı, 11 bin RT almış. “Nasıl oluyor?” diyor, heyecanlanmış çocuk. Ben de onun yanında kendimi Hint yıldız gibi hissediyorum.
Ama bu “Russell, Cem’e komik değilsin dedi” şeklinde haber oldu...
Russell Crowe niçin Türkçe bir şey yazsın? Türkçe biliyor mu ki?
O haberlere şaşırmadınız mı?
Şaşırıyorum. Adam Russell Crowe’un bana Türkçe “Hiç komik değilsin” dediğini zannediyor. Kendi aramızda eğlendiğimizi düşünmüyor. İnsanları gergin sanıyorlar çünkü.
Ben gergin birisi değilim ki. Ne zaman bir film olsa böyle haberler çıkıyor: “Çok gergin, çok sinirli”. Gamsız bir insan olmadığım doğru ama sinirli değilim, hiç kimseye kızgın değilim. Beni kızgın bir insan gibi hayal ediyorlar. Bazen Twitter’da bir espri paylaşıyorsun, çok ciddi bir kalabalık “Anlamadım ben bunu” diyor.
Ne yapabilirim bunun için ben? Sonra da “Niye insanları küçümsüyorsun?” diyor. Benim yaptığım işi yapan birinin insanları küçümsemesi mümkün mü? Bu işin doğasına, duygusuna aykırı bir şey. İnsanların neler hissettiğine, ne düşündüğüne kafa yormakla geçiyor benim ömrüm. Bunu bir arkadaş şöyle özetledi: Duygusal insanlara göre bir yer değil bu tip mecralar.
Siz de duygusal bir insansınız...
Duygudan başka bir benzinim yok benim. Bunu şimdiye kadar birçok insan fark etmiştir, ben onlara yapıyorum işimi doğrusu. Başka şekilde düşünene yapmıyorum.
2007’de Murat Menteş’e şöhretle ilgili olarak “Bunun benden alınması için büyük bedeller ödemeye hazırım” demişsiniz, böyle mi düşünüyorsunuz hâlâ?
Yok, insanların bu işin yan sanayii olarak sana taktıkları şeylerden bahsetmişimdir. Bir başarının neticesindeki hazzı sıkıntıya dönüştürmeye çalışan şeyler...
Hiç kimse bunla doğru düzgün, uzlaşmadan mücadele edemiyor. İki tane ihtimal var, bir tanesi deli numarası yapmak, ikincisi de gerçekten içeriden gamsız birisi olmak. 20 yaşındayken deli numarası yapmak daha kolay oluyor, 40 yaşındayken biraz daha zor oluyor.
Büyük bir rahatsızlık içinde değilsiniz anladığım kadarıyla tanınıyor olmaktan...
Yok canım, bir sürü olumlu şey yaşayan birisi olarak bundan rahatsız değilim. Ama neyle bilindiğiniz de önemli. Çünkü gerçekten ben çok dar bir kitleye hitap ettiğimi düşünüyorum.
Bunu kitleselleştirip etkisini azaltmaya çalıştığı zaman başka bir mecra, ne bileyim, sahnede yaptığınız bir esprinin önünden arkasından koparılıp “Şöyle dedi” diye yazılması, beni izlememiş bir adama tanıtıyor. Ama nasıl tanıtıyor? Herkesin kötü olduğuna çılgınca hemfikir olduğu bir şey magazin, bir tek ünlü birisi şikayet edince “Öyle diyorsun ama...” diye giriyorlar.
Peki bir film daha bitti, şu anki duygunuz ne?
Bazı duymak istediğimiz şeyler var hepimizin oyuncu olarak, yönetmen olarak, görüntü yönetmeni olarak, sanat yönetmeni olarak, herhalde onu bekliyoruzdur. Niyetimizin anlaşılmasını istiyoruz. Ben bu kadar insanların birbirinden gerçekten haklı sebepler olmadan bazen nefret ettiği bir tansiyonda, iyi geleceğini düşünüyorum bu filmin.