Güzel oyuncu Cansu Dere, Cannes'da Habertürk Gazetesi'nden Aysun Öz'ün sorularını yanıtladı.
Hangi senaryoya “Evet” dediyse hepsi çok izlendi, “Sıla”, “Ezel” ve “Muhteşem Yüzyıl”... Sırada ne var merak ediyoruz. 2 yıldır aklına ve gönlüne yatan bir senaryo olmadığı için ekranlardan uzak duran Cansu Dere ile Cannes’da buluştuk. Yeni projelerini sorduk. Gönlünde yatan bir aslandan bahsetti ama ser verdi sır vermedi.
Cannes’da kırmızı halıda çok yürüdün, rahatsın... Evet üçüncü yılım olmasının verdiği bir rahatlık var. Daha çok keyfini çıkarıyorum diyebilirim. Yine de kırmızı halıya çıkarken ismimin okunduğu anda bir çarpıntı oluyor tabii ki ama üzerindeyken belli bir heyecan ya da başka bir şey hissetmiyorum.
Nasıl bir enerji var Cannes’da? Şahane bir enerji, bunu hissetmek çok güzel. 3. yılım burada tanıştığım güzel kadınlar oldu. Eva Longoria, Andie MacDowell’ın gibi...
Sen burada bu yıl kimi görmeyi umut ediyordun? Cannes kırmızı halısı sizin de bildiğiniz gibi her sene dünyaca ünlü yıldızları ağırlıyor. Kimlerle birlikte kırımızı halıyı paylaşacağımı çok önceden bildiğim için herhangi bir düşünce içine girmedim. Son 3 yılda gördüm ki Cannes’da sürprizlere yer yok her şey son derece planlı ve programlı.
Ancak listede ismini gördüğüm andan itibaren Andie Macdowell’ı merak ediyordum. Takip ettiğim bir aktristti. 30. yıl kutlamasında tanıştık, sakin, naif ve samimi biri... Yine kırmızı halı seremonisi öncesinde geçen sene tanıştığım Eva Longoria ve Sonam Kapoor ile yeniden bir araya geldim.
Cannes’da kırmızı halıya hazırlanırken ben bile saatlerimi harcıyorum. Sizi düşünemiyorum nasıl bir hazırlık yaptınız? Sadece kırmızı halı ve ona hazırlanmakla sınırlı bir durum değil aslında. Gün boyunca devam eden ve sabahın erken saatlerinden itibaren başlayan bir süreç. Röportajların, çeşitli video ve fotoğraf çekimlerinin olduğu kapsamlı ve yoğun bir gün.
Belki de bu yoğunluk bir bakıma daha iyi; zamanın nasıl geçtiğini anlamadan kırmızı halıda hazır buluyorum kendimi. Düşünecek fazla zamanım olmuyor.
‘YETER Kİ TAŞIYACAĞIM ELBİSEYİ TANIYACAK KADAR VAKİT VERİLSİN’ Yine öyle bir yürüdün ki bırak kırmızı halıyı otelin lobisinde diğer ülkelerin güzellik elçileri kalabalıkta kaybolurken herkes sana bakıyordu. Seni bu bakışlar motive ediyordur değil mi? Daha evvel uzun süre modellik yaptığımdan giydiğim bir elbiseyi ve işi en iyi şekilde taşımayı öğrendiğim için zorlanmıyorum.
Yeter ki taşıyacağım elbiseyi tanıyacak kadar vakit verilsin. Uzun boylu ve zayıf olunca herkes her kıyafetin üzerine olacağını düşünür ancak bu büyük bir yanılgı. Belki üzerine beden olarak oturmuştur ama taşımak istemek ve yakıştırmak beden ölçüleriyle ilgili bir durum değil. Açıkçası, Georges Hobeika’nın böylesine güzel bir kıyafetini layığı ile taşımak istedim.
O anda bakışların bana yöneldiğini değil, işime yöneldiğini düşünüyorum, aksi halde biraz gergin olabilirdim sanırım, günlük hayatımda ilginin bu denli üzerimde olması pek tercih ettiğim bir durum değil.
Burası güzel ve güçlü kadınların arenası... Kendini en güzel ve en güçlü ne zaman hissediyorsun? Kendi adıma bunu sadece fiziksel görüntüyle tanımlayamam. Hissettiğim rahatlıkla ilgili daha çok. Fiziksel olarak ne kadar iyi görünsem de ya da üzerimdeki kıyafet ne kadar güzel olsa da eğer kendimi o anda rahat hissetmiyorsam ne güçlü ne de güzel olduğumu düşünebilirim.
“En” diye bir şey yok, değişiyor. En güzel nerede hissediyorum, bilmiyorum. Güzellik tamamen bir birleşim. Sadece fiziksel değil bahsettiğim; kalbinin ve aklının nasıl olduğu, gözlerinin çevreye nasıl bir enerji yaydığıyla ilgili... Bana göre güzellik karşı tarafa hissettirdiğinin, yansıttığının bir bütünüdür.
Bu tarzın ve kendine güvenli duruşundan dolayı hayran olan da sinir olan da çoktur. Nedir seninle alıp veremedikleri? Bu herkes için geçerli bir durum değil mi? Tanınmış biri olmakla alakalı olduğunu düşünmüyorum. Her insanın seveni olduğu kadar, sinir olanı da vardır elbette, aksi zaten garip olmaz mı? Benimle kimsenin bir alıp veremediği olduğunu düşünmüyorum, ama varsa da haberim yok.
Seni “soğuk” buluyorlar ancak seninle Cannes seyahatleri yapan biri olarak buna katılmıyorum. Bu senin yeni tanıştığın insanlara ya da medyaya karşı koruma kalkanın mı acaba? “Soğuk” demeyelim de mesafeli olduğum doğrudur. Sağlam ilişkilerin yavaş yavaş kurulabileceğine inanıyorum.
İnsan tanımak, güven kazanmak zaman ve sabır işidir. Çevremizdeki herkesle aynı mesafe ve yakınlıkta olunabileceğine inanmayan biriyim, aksi pek samimi olmaz. Yeni tanıştığım birine karşı ilk tutumum nerede ve hangi koşullarda olduğuyla da ilintili. Sizinle ilk tanışmamız L’Oreal Paris vesilesiyle oldu; birlikte bir iş yapıyorduk, ekip ruhu vardı.
Siz de orada yaptıklarımızı diğer insanlara ulaştıracak ve asıl amacın gerçekleşmesini sağlayacak olan ekiptendiniz. Öyle bir ortamda daha güvenli başlıyor ilişki. Elbette sizin de son derece hoş sohbet ve samimi olmanızın etkisini de yadsıyamayız. Benimle tüm süreçte heyecanımı paylaştınız, yaşadıklarıma şahit oldunuz. Bunlar çok özel ve güzel anlar. Kısacası kıymetli...
'İSTANBUL FİLM FESTİVALİ DE SON DERECE HEYECAN VERİCİ' Türkiye’de seni Cannes kadar heyecanlandıran bir etkinlik var mı? Elbette ki, 68 yıldır gerçekleşen ve dünyanın dört bir yanından geniş çaplı katılımın olduğu film festivalinin bir parçası olabilmek gurur verici. Kıyaslama yapmanın doğru olduğunu düşünmüyorum.
Ülkemizde bu kapsamda bir festival belki de yok ama zaten dünyada da sayıca benzeri çok az. Bana göre önümüzdeki yıl İKSV tarafından 35’incisi gerçekleştirilecek olan ve yine uluslararası düzeyde gerçekleşen İstanbul Film Festivali de son derece heyecan verici.
'ÖNCE HİKÂYE, SONRA YAPIM ŞİRKETİ' Proje konusunda çok seçici davranıyorsun nedir kriterlerin? Senin “Evet bu işte varım” demen için nasıl bir senaryo olması gerek? Seçici olma, yaptığı işe kıymet veren her insan için geçerli bir durumdur diye düşünüyorum. Benim için önce hikâyeyi, senaryoyu okuduğum anda kalbime, aklıma girmesi önemli.
Karakterin verdiği heyecan, tanımak isteme duygusu, macerasına ortak olma arzusu... Bunlar çok mühim. Bunu yakaladıktan sonra diğer konulara sıra geliyor. Daha önceki işlerimde de gördüğüm gibi, var olan hikâyeyi hayata geçirecek yapım şirketi de çok önemli. Çünkü iyi bir ekibi bir araya getirmek en az hikâyenin kendisi kadar önem taşıyor.
Yeni proje, film, dizi var mı yeni sezonda? Evet, ilgimi çeken ve içinde olmaktan mutluluk duyacağım bir hikâye var ama henüz bir paylaşımda bulunabileceğim aşamada değil.
Senin de oynadığın Ezel ve Muhteşem Yüzyıl’dan sonra onlar kadar beğenilen çok az dizi yapıldı. Sen dizi sektörünün içine girdiği durum konusunda ne düşünüyorsun? Her dönemin kendine ait tercihleri olabiliyor. Zamana göre ilgilenilen konular, istekler, beklentiler değişiklik gösterebiliyor.
Kariyerinde en çok neye üzülüp sevindin? Pişmanlık duyduğum ya da beni üzen bir işim olmadı. Hepsinin bir parçası olmaktan mutluluk duydum.
Andie MacDowell iyi yaşlanan kadınlardan ve yaşıyla çok barışık. Ben 35 olduktan sonra yaşlanmaktan korkmaya başladım doğrusu, sen korkuyor musun? Yaşlanmanın korkutucu ya da mutsuz edici bir şey olduğunu düşünmüyorum, henüz 50’li yaşlara gelmediğim için o zaman geldiğinde ne hissedeceğimi şimdiden tahmin etmek zor.
Yine de etrafa bakınca, eğer 50’li yaşlarda olmak kötü bir şey olsaydı o zaman çevremiz o yaşa gelmiş ve çok mutsuz insanlarla dolup taşardı sanırım. Öyle bir durum da olmadığına göre, kötü bir şey değil diye düşünüyorum. Akıl, beden ve ruh sağlığı bozulmadığı sürece hangi yaşa geldiğinin pek bir önemi var mı? Önemli olan mutlu hissetmek, yaş kaç olursa olsun.
Kırmızı halıda herkes seni elbiseyle beklerken sen tulum giydin. Niye böyle bir tercih yaptın? Maskülen bir şıklıktan yana mısın? Her zaman arzum ve tercihim sade ve zarif görünmekten yana olmuştur. İtiraf etmeliyim ki kıyafetimi ilk gördüğümde bana da değişik geldi, denedikten sonra neden olmasın ki dedim.
Georges Hobeika’nın koleksiyonunun farklı bir parçası idi. Arkasında uzun bir pelerini olan böyle dikkat çekici bir tulumu başka nerede giyebilirim diye düşündüm ve en iyi şekilde taşımak istedim.
Kırmızı halıda topuklu giymeyen kadınlarla ilgili haberler çıktı. Bu zorunluluk konusunda ne düşünüyorsun? Cannes’ın bu konudaki tutumu ve tavrı yıllardır biliniyor. O yüzden de üzerinde durduğum bir mesele değil.