İzzet Çapa, Kelebek için Çağan Irmak'la röportaj yaptı. İşte Kelebek'te yayınlanan o röportaj..
Her röportajda konuştuğum kişiyi anlatan birkaç cümlelik kısa girişler yazarım mutlaka. Ama bu defa yapmayacağım; onu sadece kendi eserlerinin isimlerini sıralayarak tanıtacağım. Çünkü biliyorum, zaten tanıyorsunuz. “Babam ve Oğlum”dan, “Mustafa Hakkında Her Şey”den, “Issız Adam”dan, “Çemberimde Gül Oya”dan, “Asmalı Konak”tan biliyorsunuz... O duygularımızla adeta equalizer’ın tuşlarına dokunurmuşçasına oynayan bir adam. Demet Akbağ’ın başrolünde olduğu yepyeni bir hikayeyle, “Nadide Hayat”la huzurlarınızda bugünlerde Çağan Irmak... Gerisini buyurun hep birlikte kendisinden dinleyelim.
Seyirci beni o kadar sevdi ki egom kalmadı
* Hayatını senden değil de beyazperdeden “dinliyor” olabilir miyiz? “Ben susayım da filmlerim konuşsun” diyen bir adam mısın?
- (Gülüyor) Vay be, o da nereden çıktı şimdi? Aslına bakarsan hiç alakası olmamasına rağmen “Babam ve Oğlum”la benim hayatım arasında çok bağlantı kurdular.
* Yanılıyor muyum o halde?
- Kısmen yanılıyorsun. Mesela “Dedemin İnsanları”nda anlattığım hikaye gerçekle birebirdi. Tabii filmdeki öyküde bazı eksikler de vardı.
* Haydi gel en başa dönelim. Nasıl başladı bunca öyküyü içinde barındıran adamın kendi hikayesi?
- Şanslı bir çocuktum diyebilirim. Seferihisar’da yeşilin ve mavinin içinde büyüdüm. Deniz kıyısında hâlâ organik tarımla geçinip var olan, hayata kalender meşrep tavırla bakan, üç şekerli insanların yaşadığı bir yerde geçti çocukluk günlerim...
İSTANBUL’DA GEÇEN FİLMLERİMDE BİLE EGE KOKUSU VAR
* Kalbinin Ege’de kaldığı aşikâr...
- (Gülüyor) İstanbul’da geçen filmlerimde bile Ege’nin kokusunu bir şekilde duyuyor insanlar. Kim bilir belki de bu zaafımı değiştirmeliyim.
* Özlüyor musun o daha masum, kirlenmemiş, “büyümemiş” geçmişini?
- Zannedildiği gibi geçmişe özlem takıntısı olan bir adam değilim. Tam tersi şimdinin gençlerini takip etmeyi ve bugünü yaşamayı çok daha yararlı buluyorum.
* 45’inde bir delikanlı yeni nesillerle nasıl iletişim kuruyor?
- Dünyaya onların gözünden bakmaya çalışıyorum. Tamam, belki biz çocukken ne güzel top oynardık, ip atlardık falan ama kabul edelim bugünkü çocukların realitesinde de bilgisayar var. Daha sanal bir dünyada yaşıyorlar. Bu da onların yadsıyamayacağımız gerçeği. “Bizim zamanımızda” diye cümleler kurmayı hiç sevmiyorum. Sanki hep eski daha güzelmiş gibi konuşuluyor ve sürekli karşılaştırmalar yapılıyor. Halbuki onlar kendi gerçeklerinde gayet mutlu. Senin iki aylık ön çalışma ve altı ay süren post-prodüksiyonla yaptığın bir filmin etkisini tek videoyla 15 saniyede yaratabiliyor bugünün nesilleri. İşte bu yüzden onların mentalitesini kavramaya çalışıyorum. Sözün özü sokaktan ve “şimdiden” istese de kopamayan bir adamım.
* “Bırak geçmişi, önümüze bakalım” diyorsun anladığım kadarıyla...
- Aynen öyle... Geçmiş güzel hatırlanır, tatlıdır, buna sözüm yok. “Issız Adam”da plaklar falan çaldığından herkes benim çok nostaljik bir adam olduğumu sanıyor ama aslında hiç de öyle değilim.
BİR KERE YAŞIYORSUN VE BUNUN DA TELAFİSİ YOK
* Peki o zaman sen nasıl bir adamsın?
- An odaklı bir adamım. Mutluluğumun da mutsuzluğumun da eşit şekilde farkında olmak yaşadığımı hissettiriyor bana. Geçmişi bir kenara bırakınca “keşkeler” hayatından siliniyor. Bir kere yaşıyorsun ve bunun telafisi yok. Doğuyoruz ve öleceğimizi bilerek hayatımıza devam ediyoruz.
* Öleceğini bilerek yaşayan tek canlı biziz...
- O yüzden de bugünün keyfini sürmek en iyisi. Bir yerde maddi imkanları kısıtlı da olsa, zengin de olsa insanların mutluluk katsayılarının değişmediğini okudum. Sanırım bu iç kimyamızla alakalı bir durum. Bir bardak kahve de yeri gelince mutlu edebiliyor insanı...
* Ya da Rize çayı...
- Aynen öyle. Yaşattıkları his aynı oluyormuş.
* Mutlu musun?
- Evet hiç şikayet edecek bir durumum yok. Şanslıyım ve mutluyum.
* Hiç mi yakmıyorsun gemileri? Her şey toz pembe mi?
- (Gülüyor) Eskiden çoğunlukla işle ilgili oluyordu öyle durumlar ama artık yok.
* Bir şehir efsanesine göre dişleri çıktığında aynaya bakınca kendinden bile korkan bir kurt adam olabilen Çağan, aniden çok masum bir adama dönüşebiliyormuş...
- Öyle bir şey var da diyemem, yok da diyemem. Film çekerken fazla mükemmeliyetçi olduğum bir gerçek. Benimle ilk defa çalışanları bu konuda uyarıyorum zaten.
* Deliyimdir ne yapsam yeridir mi diyorsun?
- (Gülüyor) Duyguları yüksek yaşayarak film çekerim. Etrafa bağırıyorsam aslında kendime kızmışımdır. “Siz bunu sakın üstünüze alınmayın, beni kendi halime bırakın, takılmayın, görmeyin” diyorum öyle durumlarda. Şu güne kadar sette bireysel olarak hiç kimseyi azarladığım vaki değildir.
Ama ortalığa, işin gidişatına, sektöre yani her şeye zaman zaman isyan ettiğim doğrudur. Finalde “Evet çocuklar bitti, teşekkür ederim” deyip sarılırım hepsine ve işimize devam ederiz.
BU İŞİ KARİYER İÇİN DEĞİL KEYİF ALDIĞIM İÇİN YAPIYORUM
* Bu kadar başarı, egonu pastalarla, böreklerle besliyor mu?
- Bu konuda seyirci yalakalığı yapmak istemiyorum ama yıllardır beni o kadar okşadılar, o kadar çok sevdiler ki inan artık egom kalmadı. Kabul ediyorum, seyirciden çok dayak yediğim de oldu. Zaten bu da bizim mesleğin bir parçası. “Allah’ım beni eleştirmesinler” diye yalvarıyorsan yapmayacaksın bu işi. Sen onlara konuşacak bir malzeme veriyorsan, beğenmeyen de olacak, seven de... Kendini benim yerime koy. 22 yılını Seferihisar’da küçük güzel bir kasabada geçirmişsin. Sonra gelmişsin genç yaşında yönetmen olmuşsun. Türk sinema piyasasına göre çok genç bir yaşta, kendi senaryomu yazıp televizyon filmi haline getirip “Günaydın İstanbul Kardeş”le bu işe girdim... İnsanlar inanamamıştı, yok o kesin 40 yaşındadır diyorlardı. Eh haliyle o esnada muhakkak bir saçmalayıp “Ha hah ben artık oldum” diyorsun. Ondan sonra da hayat sana iki tokat vuruyor ve neyin ne olduğunu anlıyorsun.
* Çağan Irmak’ı kendine getiren en büyük tokat ne oldu?
- Anlatılacak bir hikayem kalmadığı zaman evren o tokadı atar bana herhalde. Ama inan bu durum benim için dram olmaz, devam ederim hayatıma. Ben bu işi kariyer yapmak, bir yere gelmek için değil sadece keyif aldığım için yapıyorum.
* Bir yarış halinde değilsin yani...
- İnan hiç kimseyle veya hiçbir şeyle yarışım yok.
* “Para kazanmak, gişe yapmak derdim de yok” deme bana...
- Mesela “Karanlıktakiler”i çektiğimde kendime “Bu film iş yapmayacak, keşke bedava dağıtabilsem de herkes seyretse” dedim. Nitekim iş yapmadı, zaten bedava bile olsa o filmi herhalde çok az kişi izlerdi.
* Ama seni mutlu etti...
- Aynen öyle. Yukarıda anlattıklarının benim için önemli olmadığını yakın çevremdekiler çok iyi bilir.
* “Kabuslar Evi” de çok tutmamıştı yanılmıyorsam...
- Aslında baktığında benim 12 filmimden sadece dördü gişe yaptı. Onlar da “Dedemin İnsanları”, “Babam ve Oğlum”, “Issız Adam” ve “Unutursam Fısılda”.
* Yalnızca sanatçıların korsanı engelleyemeyeceğini söylemişsin...
- Evet söyledim. Kardeşim ben “Korsan almayın” dedim diye millet almayacak mı? Bu durum bana çok komik geliyor. Yüzlerce korsan satan dükkan var sonuçta. Tabii artık her şey internete düştüğü için onlar da bir bir kapanıyor. Alım gücü olmayan insana da böyle ulaşıyoruz işte. Ne yapalım, bu da hayatın bir gerçeği.
YAZARIM, YÖNETİRİM AMA KENDİMİ SANATÇI GÖRMEM
* Çağan Irmak filmlerini ikiye ayırabilir miyim?
- (Gülüyor) Ayır bakalım nasıl ayıracaksın.
* Çağan’ın isteyerek yapıp da para kazanmadıkları, bir de mecburen gişe için yaptıkları...
- Hiçbirini herhangi bir mecburiyetten dolayı yapmadım. Çok net olarak söyleyebilirim ki hepsi keyif ve zevk işiydi. Ayrıca filmlerimin hem senaryolarını yazıp hem de yönettiğim halde kendimi sanatçı olarak görmüyorum.
* “Tevazu sanatını” iyi biliyor olmayasın...
- Asla mütevazı bir tavır değil bu. Ben ana akım sinema yapan, bundan dolayı da çok mutlu olan bir zanaatkarım. Filozof olmak gibi bir derdim hiç olmadı. Ama bizde içinde “ağır sanat” olmayan filmlere pek iyi gözle bakmazlar...
* Sadece bizde değil ki, dünyada da böyle bir düşünce hakim...
- Açıkçası bu beni hiç rahatsız etmiyor. Ben kendi koştuğum kulvarın farkındayım ve bunu böyle yaptığım için çok mutluyum. Kişisel filmler de çektim zamanında ama gişe filmlerimi de severek ve isteyerek yaptım.
* Sözlüklerde senin için “Filmlerin Kemalettin Tuğcu’su” diyorlar. Milleti sürekli ağlatmak gibi bir derdin mi var?
- Hiç öyle bir derdim olmadı fakat benim için bugüne kadar söylenmiş belki de en güzel söz “Hemşire olsaydı damarı tam yerinden bulurdu”... Ağlatabilirim ama acıtmıyorum. Bir dram filminin en az komedi kadar insanları rahatlatabileceğine inanıyorum. Düşünsene, izlerken ağlıyorsun ve sıkıntını, derdini, tasanı orada bırakıp gidiyorsun.
* Belki de mutluluğun ne olduğunu bilen bir toplum olmadığımız için bizleri güldürmek daha zordur...
- Türkiye’de hüzünlenmek çok kolay. Fakat eğer hüzünlendirirken samimi olmazsan bir dahaki sefere seni
reddederler.
* Sen içimizdeki hüznü en iyi yakalayanlardansın...
- Şöyle diyeyim; seyirci eğer karakterle veya hikayeyle empati kuramazsa “Ağladım ama güzel değildi” der. Sonra da senin üstünü çizip gelmez filmlerine.
* Vallahi bana “Seni en çok kim ağlattı?” diye sorsalar, “Çağan Irmak” derim hiç düşünmeden...
- (Gülüyor) Edebiyata meraklı olduğum için hayatım boyunca çok sayıda roman okudum. Lise yıllarında bugünün çağdaş yazarlarının hepsini devirmiştim. Okuduğum o romanlarda duygular en derin, en mahrem yere kadar anlatılıyor ya, işte ben de bunu sinemada yapmaya çalışıyorum. Belki de bu yüzden filmlerim insanlara dokunuyor.
* İyi bir edebiyat okuru olman mı bizi damardan yakalamanı sağlıyor?
- Aslına bakarsan edebiyatı ve müziği sinemadan daha çok seviyorum. Fakat bunları yapamadığım için hepsini birleştirip sinemada kendimi ifade ediyorum...
* Sanki sözlerden ziyade filmlerindeki görsellerle “seyirciyi tokatlıyorsun” biraz...
- Okuldaki kitaplarda “Sinema görsel bir sanattır, diyaloglara çok da önem vermeyiniz” derlerdi. Bu o kadar yanlış bir söylem ki... Oysa 7. Sanat olarak kabul edilen sinema, diğer tüm sanatları içinde barındırır. Dolayısıyla koyduğun fotonun da, müziğin de, diyaloğun da mutlaka sinematografik bir ölçek içinde kullanılması şart. Maalesef okuldaki hocalarımızın çoğu at gözlüğüyle bakıyorlar bu duruma. Mesela kitapta, “Sinemalarınıza mutlaka bir genel çekimle başlayınız” yazar. Neden abi, niye? Ben belki o genel planı göstermek istemiyorum seyirciye. O yüzden sinema şöyledir böyledir diyemezsiniz. Çünkü her gün değişiyor bu anlayış. Unutmayalım ki altı ayda bir değişen, hatta yeni kelimeler türeten bir toplumumuz var bizim.
YAŞIM İLERLEDİKÇE DAHA ÇOK “BİLMİYORUM” DER OLDUM
* “Ben” dışında en çok hangi kelimeyi kullanıyorsun Çağan?
- (Gülüyor) Burada inceden bir dokundurma mı var yoksa? Şaka bir yana inanır mısın yaşım ilerledikçe en çok “Bilmiyorum” kelimesini kullanmaya başladım.
* Mütevazılığa doğru bir kayış mı bu acaba?
- Sadeliğe doğru bir kayış desek daha doğru olur. Çünkü eskiden karşımdaki insana daha az konuşma hakkı tanırdım. Şimdi dinlemeyi öğreniyorum. Hakikaten genç çocuklar beni artık çok şaşırtıyor. Bir şey söylediklerinde “Aaa bir dakika ben bunu bilmiyordum” demeyi çok seviyorum. Bu durum da beni hayata daha çok bağlıyor, içimden bir ses sürekli “Öğren haydi” diyor.
* Instagram’a da bayağı bir mesai harcıyorsun...
- Evet çünkü Instagram insanların görsel zevkini yükselten bir şey. “Herkes fotoğrafçı olamaz!” diyorlar. Hayır olsun kardeşim; herkes fotoğraf çeksin. Ama tabii herkes de çıkıp “Ben fotoğrafçıyım” demesin. Bu insanların görsel keyifleri birazcık üste çıksın diyorduk senelerdir. Şimdi bunları yapmaya başladıklarında, neden onları ürkütelim ki? İki sene önce “Sanat cep telefonuna indi” demiştim. Evet insin abi. İnsin ki görsele dair algımız biraz daha yükselsin.
SANATÇILAR NEDEN YAPTIKLARI İŞE BU KADAR HAYRAN
* Herkes yönetmen olmak istesin ki yönetmenliğin kıymeti bilinsin, değil mi?
- Ben hiçbir zaman yönetmenliğe kutsal bir şeymiş gibi bakmadım. Haydi doktor desek, o hayat kurtarıyor. Biz niye sanatçılar olarak kendi yaptığımız işe bu kadar hayranız anlamıyorum.
* Filmlerinde hep aynı tiplerle çalışmanın özel bir sebebi var mı?
- İşte bana sorulan en yanlış soru bu.
* Ama sen, Cem Yılmaz, Ferzan Özpetek hep “çeteleşmiş” bir kadroyla film çekiyorsunuz sanki...
- O bahsettiğin kadroyla üç filmden fazla çalışmamışımdır aslında. Fakat başka ekiplerle yaptığım filmleri çok az insan izledi. O yüzden de “Niye hep aynı kişilerle çalışıyorsunuz?” diyorlar. Mesela “Nadide Hayat”ta hep farklı isimler var.
* Demet Akbağ gibi kolay senaryo beğenmeyen bir kadını nasıl ikna ettin filmde oynaması için?
- Tuhaf bir şekilde her şey öylesine denk geldi ki ikna etmem pek de zor olmadı.
* İkna etmek kolaydı da, peki çalışmak zor muydu Demet’le?
- Kesinlikle hayır. Artık bir süre sonra resmen bakışarak anlaşmaya başladık. Açıkçası Demet’ten çok şey öğrendim diyebilirim. Komedide zamanlamanın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gösterdi bana. İyi zamanlamayla kötü esprinin bile parlayabileceğini, kötü bir zamanlamayla iyi esprinin bile güme gidebileceğini gördüm.
* Kadını hüngür hüngür ağlatmayı başarmışsın ama...
- (Gülüyor) Fiziksel anlamda bütün ekibi çok zorladım. Bu filmin bir sürpriz ismi de Sevil Aka olacak. Diğerlerini tanıyorsunuz zaten. Sevil ise pastanın üstündeki çileğimiz. Denizin ortasında komik komik didişen bir grup insandık. İnan vallahi filmi özledim. Gidip bir daha o tekneye çıkmak istiyorum.
SON GÜN FİLMİ BİTİRDİĞİME DEĞİL, ÇEKİMLERİN KAZASIZ BELASIZ BİTTİĞİNE SEVİNDİM
* Hâlâ Demet’in dalış sahnesi çekildikten sonraki gözyaşlarının sebebini öğrenemedik. Tehlikeli bir durum falan mı vardı?
- Çok profesyonel bir dalgıç ve çekim ekibiyle çalıştık. Sürekli Demet’in ve bizim ensemizdelerdi. Bir şey olduğu an şak diye saniyesinde o el uzanıyordu. Bu yüzden de çok rahat etti Demet.
* Tehlikeli bir durum yoktu yani...
- Hiçbir şey olmadı. Zaten son gün filmi bitirdiğime değil, çekimlerin kazasız belasız bittiğine sevindim.
* Çağan Irmak tekrar dizilere döner mi?
- Ezberbozan bir proje olursa tabii ki dönerim. “Homeland”, “American Horror Story” gibi bir şey olursa, onları benden başka hiç kimsenin çekmesine izin vermem. Ama kimse kusura bakmasın, artık bu saatten sonra birbirinin gözünün içinde kaybolan kızla oğlan veya abuk sabuk müzikler eşliğinde kapılara pencerelere bakan insanlar çekmeyeceğim.
BEN EGO SAVAŞI VERMİYORUM AMA SETTE BENİM DEDİĞİMİ YAPMAYA DA MECBURSUN
* Bugünlerde tansiyonunu en çok ne çıkarıyor?
- Algı eksikliği daha doğrusu algı yokluğu. Toplum olarak algılarımızı kapatmamıza çok üzülüyorum. “Anlamadım” kelimesi var ya, işte o zaman dinlemiyordur seni karşındaki. Çünkü sadece kendiyle ilgili bir fikir var kafasında. Mesela, diyelim ki adam sete geliyor, ne yapacağını anlatıyorsun, o başka bir şey yapıyor. Çünkü kafasında akşam evde onu kurmuş. Seni dinler gibi görünmüş ama aslında hiç dinlememiş. Pardon ama ben orada ego savaşı vermiyorum. Yönetmen olarak bir kumaş, bir aura yaratıyoruz, filme ters gelmeyecek bir şey yapmaya çalışıyoruz. Ben sonuçta orada bir koro şefiyim. Sette herkes benim dediğimi yapmak zorunda.
* Bugün bir dizi çeksen nasıl bir iş yaparsın? Farkındaysan zorla seni televizyona döndürmeye çalışıyorum.
- (Gülüyor) Nasıl bir dizi olur biliyor musun? Altı kişinin eline silah verirsin de önce hangisi ateş edecek diye beklersin ya, işte öyle tokatlar atmak istiyorum.
* Kaosu seviyorsun...
- Filmde evet. Yani yenilmesi yutulması zor, acayip bir senaryo yapmak istiyorum ama dizi sektöründe bunun karşılığı yok Türkiye’de. Mesela ben kadın suikastçı dizisi yapmak isterim ama kime seyrettireceğim ya da hangi kanal bunu yapmak ister bilmiyorum. Hatta senaryosu bile hazır bu bahsettiğim işin.
* Kaç senaryo çıkar senin sandıktan?
- İki, üç dizi senaryosu, bir, iki tane de film çıkar. Hele içlerinde öyle bir tanesi var ki... Osmanlı’da geçen, hafif fantastik, benim de sınırlarımı zorlayacak çok manyak bir hikaye. Seyredenin çok seveceğinden eminim. Bu projeyi yapmadan ölmek istemem. O benim demir leblebim.
* Filmlerinde “küfür” resmen yardımcı oyuncu gibi...
- (Gülüyor) Küfre karşı değilim çünkü sanatta steril olmak gerektiğini düşünmüyorum.
* Eskiden seni eleştirenlere çok takılıyormuşsun diye duydum...
- Düşünsene daha çocuğum, okul bitmemiş ve yönetmen olmuşum. Nasıl takılmayayım ki eleştirilere? İyi ki o zaman takılmışım ve bitmiş. Bu yaşta öyle şeylere kafamı yorsam kendime inancımı yitirirdim.
* Peki sen kimleri seyrederek büyüdün?
- Lütfi Akad’ı çok severim, Türk sinemasının en sade, en olağanüstü adamlarından biridir. Metin Erksan’ın da yeri ayrıdır benim için. Amerikan sinemasından da Robert Zemeckis ve John Cassavetes favorilerim.
KİMSEYİ HAKİR GÖRMEDEN İLETİŞİM KURMAK ÇOK ÖNEMLİ
* Senin gibi bir sanatçının, pardon zanaatkarın, yaptığı işlerle toplumsal mesajlar vermesi gerektiğine inanıyor musun?
- Ben hiçbir zaman kendimi bir öğretmen olarak görmek istemiyorum. Kimi Türk aydınının kendini bu şekilde görüp de “Toplumu şöyle değiştirdim, böyle değiştirdim” demesi bana o kadar ters geliyor ki, savaştıkları şeyin altına odun attıklarına inanıyorum. Ben dağdaki çoban için çalışıyorum deyip de hayatında hiç çobanla karşılaşmadıysan burada eksiği kendinde ara. Öyle herkesi bozan tweet’ler atarak olmuyor bu iş. Tam tersi, nefret toplumu yaratıyorsun. Kimseyi hakir görmeden iletişim kurmak çok önemli. Sorunun cevabına gelirsek, ben bir yönetmen olarak böyle bir zorunluluğum olduğunu hissetmiyorum açıkçası. Hiç de siyasi mesaj vermeyeceğim.
* Filmlerin sayesinde ‘çaktırmadan’ müzik sektörüne de hayat verdin...
- Film müziklerim için çok yeni ve genç insanlarla çalışıyorum. Bundan sonraki projemde de durum değişmeyecek. Müzik bence dünyanın en eski sanatı. Issız bir adaya düşsem yanıma müziklerimden başka hiçbir şey almam.
* Nedir bu bahsettiğin yeni proje?
- Mahir Ünsal Eriş’in sekiz sayfalık ‘Benim Adım Feridun’ hikayesine senaryo yazdım. İlk defa bir edebiyat uyarlaması üzerinde çalışıyorum. Çok farklı ve genç bir komedi olacağını garanti edebilirim.
MÜRÜVVET SİM’İ BAŞROLDE OYNATMAYI ÇOK İSTERDİM
* Filminin afişinde en çok ismini görmek istediğin oyuncu kim?
- Eğer yaşasaydı, kesinlikle Mürüvvet Sim. O kadar isterdim ki onu başrolümde oynattığım bir film çekmek. Çok sevdiğim, sinemayı bırakmış birkaç oyuncuya da teklif götürdüm. Ama aldığım cevap “Çağan, sen bile bizi geri döndüremezsin” oldu.
* Kimler mesela?
- Zeynep Değirmencioğlu’nu “Çemberimde Gül Oya”da bir bölüm öğretmen olarak oynatmak istemiştim. Aradığımda “İnan o kadar duygulandırdın ki beni, o kadar mütehassis oldum ki... Ama gerçekten dönmeyi düşünmüyorum” dedi, ben de kararına saygı duydum. Birkaç isme daha böyle teklif götürdüm... Zeynep’ciğimi bilmiyorum ama bazı şeyler küstürmüş onları.
* Gençliğinde beyazperdeden en çok kime hayrandın peki?
- Dört büyüklerin hepsine hayrandım ama bir de Gülşen Bubikoğlu’nu severdim..
* Türkan Şoray’ın en çok çalışmak istediği isimlerden biri senmişsin... Sultan’ın yönettiği son filmi izledin mi?
- Fırsat olursa ben de onunla çalışmayı çok isterim. Bu tempoyla bırak sinemayı eve bile gidemiyorum ama daha önce yönetmenlik yaptığı dört filmi de olağanüstüdür.