Burak Özçivit'in Trump Alışveriş Merkezi'nin çatısında faaliyete girecek olan Cadde'de Bali Bey adında bir döner restoranı açacağı haberleri pek çoğunuza "Ne alaka?" dedirtti muhtemelen. Neydi birdenbire Malkoçoğlu'nun kılıcını bir kenara bırakıp eline döner bıçağını almasının sebebi? Burak'la muhabbete oturduğumuzda bunun hiç de ani bir karar olmadığını, üç jenerasyondur devam eden bir aile geleneğinin uzantısı olduğunu anlattı bana.
Burak çocukluk günlerinden, üniversite yıllarına, özgürlük tutkusundan, kontrol manyaklığına kadar kendisiyle ilgili bilinmeyenleri çoğu zaman samimiyetle, bazen de babasının zoruyla paylaştı 3.5 saat boyunca. Yalnız müstakbel gelin adayımız sevgili yeğenim Ceylan Çapa olduğundan, kalemimin taraf tutacağını göz önünde bulundurup, özel hayat konusunda tek bir şey bile ne ben sordum ne de Burak söyledi. Zeki çocuk vesselam...
Haydi bakalım Malkoçoğlu Bali Bey, bize biraz Çivitoğlu Burak Bey'den bahset. Bizi Antep'te Çivit değil Çiğitoğlu diye tanırlar hala. Yahu espri yapmıştım ama destekli atmışım anlaşılan. Anlat o zaman, kimlerdensin Çiğitoğlu?
Dedemin dedesi Antep'te pamukçuluk yaparmış. Pamuğun içinde fıstık gibi çiğit denilen bir şey vardır, bizimkiler çıkardıkları çiğit yağıyla da ünlenince lakapları Çiğitzade oluvermiş. Bali Bey'den masallar... Kılıcımı çektirme şimdi bana da dinle. Çiğitzade daha sonra Çiğitoğlu oluyor ve soyadı kanununun ardından Özçivit diye devam ediyor.
Eski pamuk tüccarısınız yani... Hem öyle hem değil. Dedemin babası Kurtuluş Savaşı gazisi. Antep harbinde savaştıktan sonra sakatlanıyor ve ömrü boyunca bacağının içinde saplı kalan şarapnelle yaşıyor. Onun lakabı da Karadayı. Neyse Karadayı sakat bacağıyla pek çok iş yapmayı deniyor ama ne denese bir türlü tutmuyor. Derken bir baklavacının yanında çırak olarak çalışmaya başlıyor.
Ben de ayakkabı yapıp satmaya başlıyor diyeceksin sanmıştım. Çok fazla televizyon izliyorsun İzzet. Karadayı daha sonra kellecilik yapmaya başlıyor, ardından da kebapçılık da karar kılıyor. Anlayacağın bizim ailedeki kebapçılık geleneğini başlatan dedemin babası.
Karadayı'dan sonra deden mi devralıyor kebapçılık bayrağını? Aslında ilk başta Karadayı dedeme "Sen bu işi yapma" diyor. Hal böyle olunca dedem de kasap olmaya karar veriyor. Ama bakıyor ki kasaplıktan memnun değil, baba mesleği olan kebapçılığa dönüyor. İşte ne oluyorsa o zaman oluyor zaten. Etten iyi anladığı için dedemin yaptığı kebaplar herkesin diline düşüyor.
“Boynuz Karadayı'nın kulaklarını geçiyor” diyorsun. Aynen öyle. Dedem öyle ünleniyor ki, ustabaşı olarak Ankara, İzmir gibi bütün büyük şehirleri dolaşıp maharetini sergilemeye başlıyor. Ama asıl hedefi İstanbul'a gelmek.
Taşı toprağı altın tabii... Ama rekabet ortamı da cabası... Hangi rekabetten bahsediyorsun? Dedem 1950 yılında yorganını yastığını sırtına alıp, Antep'ten İstanbul'a göç etmiş. O zamanlar daha evli bile değil. Bir tanıdığının vasıtasıyla ustabaşı olarak işe başlıyor, gel zaman git zaman Beyazıt'taki Bakırcılar çarşısında yerin iki kat altına inerek girilen bir dükkanda İstanbul'un ilk kebapçısını açıyorlar.
Niye rekabet olmadığı şimdi anlaşıldı. Dedem o dükkanda günde 20 tepsi kadayıf, 1000 porsiyona yakın da kebabı tek başına yapıyor yıllarca.
Dükkan kendisinin mi? Yok, o sadece ustabaşı ama işte İstanbul'un ilk kebapçısı dedemin kebaplarıyla açılmış. Aynı zamanda çok matrak bir adammış, şişleri göbeğiyle çevirirmiş. Zeki Müren dahil dönemin bütün dev sanatçıları gelir onun kebaplarından yermiş.
Ne zaman patron oluyor Karadayı'nın oğlu? Yahu dedem öyle hırsları olan bir adam değilmiş açıkçası. İlerleyen tarihlerde çok sevdiği için İstanbul'un karşı yakasına taşınıyor. İşte o zaman Anadolu Yakası'nın ikinci kebapçısını açıyor.
Deden zamanın girişimci işadamıymış desene. Hem de nasıl. Bilerek veya bilmeyerek içinden ne geliyorsa peşinden giden bir çılgın.. Çalışkanlığı da cabası. Antep'te 6 saatte 12 tane koyun yüzdürürlermiş ona. Dişiyle tırnağıyla devamlı çalışmış durmuş. Bugün görsen elleri tutmuyor sürekli mücadele etmekten.
Baban nasıl dahil olmuş bu 'kebap saltanatına'? Anadolu Yakası'ndaki dükkanda çırak olarak başlamış babam işe. O günlerde bir de dedem 60-65 kadar aşçı arkadaşıyla birlikte İstanbul Lokantacılar derneğini kurmuş. Kendisi emekliye ayrıldığından derneğin 35 binden fazla üyesi varmış düşünebiliyor musun? Ama dedem 51. üye olduğunu hep anlatır bize.
Saltanatın devam etmesinde kalmıştık. Dedem yaşından dolayı işi bırakmak zorunda kalınca dükkanı babam ve amcama devrediyor.
Şehzade Burak'ı niye kebapçı tahta hazırlamadılar peki? Aslında küçükken yazlarımı hep bizim dükkanda geçirirdim. Ustanın yanından ayrılmaz, döner nasıl kesiliyor, kim ne yapıyor diye sürekli etrafı seyreder dururdum. Ama babam "Bizim meslek zor, sen git oku kendine yeni bir iş bul." diye kebapçı olmama izin vermedi.
“İzin verseler kapacaktım tahtı” diyorsun... Tabii. Belki inanmayacaksın ama çok iyi döner keserim. Çocukken sabah 6'da babamla birlikte kalkar, o mezbahada et seçerken ben de oyuncak arabalarımla oynardım.
Yine de babandan ambargoyu yedin ama. Eh biraz öyle oldu. Aile geleneğini devam ettirip kebapçı açmam bugüne kısmetmiş.
Şöhretinin meyvesini yemek de öyle olsa gerek... Kıvamı tutmazsa o kebabın şişten dökülmesini şöhretim falan engelleyemez İzzet. Benim bu işe kalkışmamın birinci sebebi dedeme olan vefa borcumu ödemek. Kadere bak ki yıllarca ünlülere hizmet eden dedenin torunu, ünlü olunca onu sevenlere hizmet edecek.
Sadece bu mu? İkincisi de ailemizin geleneğini devam ettirebilmek. Üç jenerasyonun birikimini ortaya serdiğim zaman bunu ünlü olduğum için değil işi bildiğim için yaptığımı herkes anlayacaktır zaten. Dedemin yerin 2 kat altındaki dükkanında başlattığı geleneğimizi Trump'ın tepesine taşımak da ayrı bir keyif.
Tamam canım hiddetlenme hemen... Dükkanın adının Bali Bey olmasını sen mi istedin? Aslında ben dedemin babasına ithafen adını Karadayı koymak istiyordum. Ama daha sonra arkadaşlarım Bali Bey'in daha uygun olacağını söylediler ve o isimde karar kıldık.
Bu karakterle böylesine özdeşleşmekten, ileride Hamlet'i bile oynasan Bali Bey diye anılmaktan korkmuyor musun? İyi bir oyuncunun bu tip korkularının olması yersiz bana kalırsa. İşimi en iyi şekilde yapma yolunda ilerlediğime eminim, o yüzden bu 'yakıştırmayı' kıracağımdan şüphem yok.
Peder bey elinden döner bıçağını aldıktan hemen sonra oyunculuğa mı soyunmaya karar verdin? Babam "Git oku" deyince Marmara Üniversitesi Fotoğrafçılık Bölümü'ne yazıldım. Hemen akabinde de mankenliğe başladım.
Okula gidip gelirken keşfedildin desene. Hayır aslında evde keşfedildim. (Gülüyor) Babam mankenlik yapmam için çok ısrar ediyordu.
Hayret, genelde bu tip konularda anneler çocuklarının aklını çeler. Bilemiyorum, belki de babamın içinde kalan bir ukte vardı. Yakışıklı mı o da senin gibi. Yakışıklıdır tabii, gelince görürsün.
Eee nasıl idare ettin hem okul sıralarını hem de podyumları? Aslına bakarsan pek idare ettiğim söylenemez. Mankenlik, yarışmalar falan derken okulu iyice asmaya başladım. Çok sevdiğim bir Oktay Hocam vardı, yeni gelen öğrencilere "Burak gibi olacaksanız fotoğrafçılığa hiç başlamayın." derdi.
Peki sen ne olmanın hayalini kuruyordun? Ben kafamda fotoğrafçı olacağım diyordum. Hayal gücüm geniştir, gözüm çok iyidir zaten mankenliğe baktığımda, hiç de geleceği olan bir meslek gibi görünmüyordu.
Ne kadar yürüdün o gelecek vaat etmeyen podyumlarda? 2-3 sene kadar. O dönem gelen oyunculuk teklifi ise hayatımı değiştirdi. Mankenlik benim için çok tek düze bir işti; kıyafeti giyiyorsun, dümdüz podyumda yürüyorsun. Kendimi elbise askısı gibi hissediyordum. Belli bir kalıbın içinde kalmak hiç bana göre değil.
Oyunculuk virüsünü kapınca işler değişti ama. Kesinlikle. İkisini mukayese etmek bile mümkün değil. Her şeyden önce inanılmaz bir manevi tarafı var oyunculuğun. Dedim ya, mankensen sadece bir askısın, ama oyuncu asla tek bir şey değil, tam aksine her şey, hayatın tamamı.
Toy zamanlarında da böyle boyundan büyük laflar ediyor muydun? (Gülüyor) Oyunculuk koçum Yıldırım Urağ'la ilk karşılaştığımızda "Tamam yakışıklısın falan da, egon bana sökmez" dedi. O gün bugündür egom askıda, zaten hala da birlikte çalışıyoruz.
Hocandan bunca zaman kopamamanın sebebi bağlılık mı yoksa bağımlılık mı? İnsanlarla aramda bir mesafe var çoğu zaman, kimseye kolay alışamıyorum ama alıştıktan sonra da bırakamıyorum.
Şöhret olmadan önce de var mıydı bu 'duvar örme' huyun? O benim karakterimle alakalı bir şey. Dışarıya karşı her zaman kontrollüyümdür. Hem işimden hem de kişiliğimden dolayı kimseyle kolay kolay samimi olamıyorum.
Kontrol manyağı olabilir misin? Özellikle son 2-3 senedir kesinlikle kontrol manyağı oldum diyebilirim. Yaptığım iş ve yaşadıklarım beni insanlara karşı dördüncü bir duvar örmeye sürüklüyor mecburen.
Bu seni mutsuz etmiyor mu peki? Ediyor tabii. Çünkü bir yandan da özgürlüğüne çok düşkün bir insanım. Bir tarafta kontrollü diğer tarafta özgür olayım derken dengem bozuluyor. Ondan sonra haydi yeniden o dengeyi kurayım derken yoruluyorum.
Tam Burak'ın psikolojik analizini yaparken babası gelip katılıyor muhabbetimize. Bir de ne göreyim, Burak'ın babasının bıyıkları Malkoçoğlu'nu kıskandıracak cinsten. Biz senaryo gereği sanıyorduk ama meğer bu bıyık modeli babandan yadigarmış.
(Gülüyor) Bu bıyık rolden geliyor, babamın hep vardı ama benden sonra o da ‘Malkoçoğlu Bıyığı’ modasına uydu. Yahu bak aklıma ne geldi, benim babamla amcam tek yumurta ikizi. Kendimi bildim bileli ikisinin de bıyığı vardır. Bir ara ben küçükken babam sakalını da uzatmıştı.
Eh iyi bari, ikisini ayırt etmek kolay olur. Şimdi ben o dönem babamı sakallı görmeye alışmışım tabii. Bir gün sakallarını kestirdikten sonra eve geldi. Kapıyı bir açtım, babamı tanımadım. Adamı içeri almamışım düşünsene. Bir süre "Anne amcam niye bizde kalıyor?' diye kıyameti koparmışım, sonra babam sakallarını tekrar uzatmış da ancak o zaman "Babam geldi" diye sevinebilmişim.
EVDE ŞÖHRET SÖKMÜYOR, PADİŞAH BABAM Nasıl bir çocuktu Burak? Bülent Bey: Burak son derece yaratıcı, gayretli bir çocuktu. Bülent Bey bırakın bunları, yaramaz mıydı siz ondan bahsedin. Bülent Bey: (Gülüyor) Yaptıklarını o yokken anlatırım.
Öyle bir şey yok, ben anlatıyorum anlatacağımı. (Kahkahalar) Bülent Bey: Felaket hareketliydi. Bakkala gitmem bile adeta bir yarıştı. Gitmeden önce babamla eniştem "5 dakikan var" deyip zaman tutarlardı. Ben kapıdan terliklerimi bile giymeden bir fırlardım ki sorma. Onları verdiği süreden 2 dakika önce gelirdim eve hep.
Bülent Bey: Beni eve almadığın zamanı anlattın mı? Anlatmaz olur muyum? Bülent Bey: Peki ya pinponu? Pinpon kimdi? Köpeğiniz falan mı?
(Gülüyor) Yok canım. Küçükken en büyük zevklerimden biri de babamın kucağına oturup araba kullanmaktı. Yine biz bir gün böyle giderken, yanımıza polis yaklaştı. Eskiden biliyorsun polislerin elinde pinpon raketine benzeyen levhalar olurdu. Neyse yanımızdaki polis üzerinde "Dur" yazan levhayı kaldırmış bizim arabaya gösteriyor. Hemen çekseydiniz sağa şoför bey?
Okuma yazmam yok ki o zamanlar daha 5 yaşındayım, babama dönüp "Aaa bak adamlar arabadan inelim, pinpon oynayalım diyorlar" demişim. Bülent Bey: "Beyefendi çocuğun kucağınızda oturması yanlış" diye sıkı bir ceza kestiler. Ben de onlara "O zaman bu çocuk şoförlüğü nerede öğrenecek?" dedim.
Hiç babandan dayak yedin mi? Sert bir babadır ama bana hiç dayak atmamıştır. Ben de yetiştirilmemiz icabı ona asla saygıda kusur etmem. Bu yaşımda bile babama sormadan hareket etmem. Ayrıca evde şöhret falan sökmüyor. Ailenin padişahı babam. (Gülüyor)
Peki ya işinle ilgili konular? "Baba şu dizide oynayayım mı? "Falanca filmde yer alayım mı?" diye izin alıyor musun? Konuyu önce ailemle paylaşmadan hiçbir şey yapmam. Ama şöyle de bir durum var, eğer içime tam anlamıyla sinen bir teklif varsa, ben zaten kararımı kendim veririm. Fakat belki benim göremediğim şeyleri görebilirler diye onların fikirlerini alırım.
Formalite icabı danışıyorsun yani, sonuçta yine kendi bildiğini yapıyorsun. Başka türlü başarı yakalayamazsın ki. Dedem içinden geleni yapmasaydı bugün sana onun hikayesini anlatabiliyor olamazdım.
Özgürlüğe düşkünlük genlerinde var bir bakıma. Aynen öyle. Benim kadar baskın olmasa da babamda da var o huy. Belki de arabalara olan tutkum özgürlük arayışımın bir uzantısıdır.
Haklısın kapalı bir garajda insan kendini çok özgür hisseder. (Gülüyor) Yahu garaja sadece klasik arabaları restore etmek için giriyorum. Benim bahsettiğim başka bir şey. Evde durmayı hiç sevmem. Arabaya atlayıp her gün en az 150 km yol yaptığımı bilirim.
Yolculuk ne tarafa? Lüleburgaz'a mı? Kafama neresi eserse... Bende öyle "Evde oturayım da düşüneyim" diye bir şey yoktur. Kafamı ancak arabanın içinde o yolları katederken toparlardım.
Neden -di'li geçmiş zaman kullanıyorsun? Sanırım insanlar büyüdükçe zevkleri de değişiyor. Araba hastası bir adam değilim artık eskisi gibi.
Bu artık kafanı toparlayamıyorsun mu demek oluyor? Yok şimdi de motorsiklet tutkum başladı. (Gülüyor) Durağan olmayı sevmiyorum, sürekli hareket etmeliyim. Artık trafikte sıkışıp arabanın içinde beklemenin evde oturmaktan farkı yok. Ben de motorsiklete merak sardım.
Bülent Bey siz ne diyorsunuz bu duruma? Bülent Bey: Biliyorsun motorsiklet tehlikeli bir şey. Allah biliyor ya kalbim onun motor kullanmasını hiç istemiyor ama onun da isteklerine saygılıyım.
Rol gereği her yerde her şekilde ağlayabildiğin doğru mu? Bu bana özel bir durum değil ki. Oyunculuk sihirbazlık gibi bir şey. Nasıl bir sihirbaz belirli bir hazırlık sürecinin ardından sahnede showunu sergiliyorsa, bir oyuncu da gerekli aşamalardan geçtikten sonra rolün gerektirdiği ne varsa onu yapar.
Senaryo gereği değil de, gerçek yaşamında kolay gözyaşı döker misin peki? Bazen film seyrederken duygulanıp ağladığım oluyor.
Vay be, koskoca Malkoçoğlu sulugöz çıktı. (Gülüyor) Sen de abartma şimdi. Ama itiraf etmeliyim, en son kız kardeşimin nişanında bayağı bir ağladım. Onun büyüdüğünü sanki o ana kadar hissetmemiştim, çocukluğumuz aklıma geldi ve olanlar oldu. Annemle babam ağlar diye düşünürken, hepsinden önce ben su koyverdim.
Bakalım düğünde ne yapacaksın... Gelelim kariyerindeki kırılma noktasına. Nasıl Malkoçoğlu oldu Burak? Küçük Sırlar'ı çekerken geldi teklif. Malkoçoğlu çocukluğumdan beri en sevdiğim karakterlerden biri olduğundan hemen kabul ettim. Derken diğer dizi bitti, setten çıktım, bir gün ara verip Muhteşem'in setinde aldım soluğu.
Ön hazırlığı bir günde mi yaptın sihirbaz efendi? Yahu zaten sırf o yüzden çok çekindim başlarda. Ama sağolsun Yıldırım Hoca'nın telkini ve yol göstermesiyle iş başı yapabildim.
Hazır seni bulmuşken biraz dedikodu yapalım, Meryem Uzerli'yi saraydan ne kaçırdı? Belki projenin içinde olayın detaylarını bilenler vardır ama ben bilmiyorum, sadece işime bakıyorum.
Sence diziye geri dönme ihtimali var mı? Dönmez herhalde bilemiyorum.
Peki Vahide Gördüm doğru bir seçim miydi Hürrem rolü için? Bununla ilgili de hiçbir şey söyleyemem. Bir oyuncu olarak her zaman yerimi bilirim, oradaki tek sorumluluğum bana verilen rolü en iyi şekilde oynamak. Sonuçta kararı veren de ben değilim. Bir takımın kaptanı da olsan teknik direktörün varlığını unutamazsın.
Anlaşıldı senden laf çıkmayacak, Bülent Bey yardımcı olun. Bülent Bey: Kız kardeşin kundaktayken ona ne yaptığını anlattın mı? (Gülüyor) Off baba yapma ya
Bak sen anlatmazsan babana anlattırırım. Tamam tamam anlatıyorum. Bir gün sokakta oynarken annem beni eve çağırdı. Kız kardeşim de yeni doğmuş, düşün daha göbek bağı bile duruyordu. Neyse ben oyunumu bırakıp eve gelmek zorunda kaldım diye atladım bir çarşafın üzerine tepiniyorum.
O zaman arabaya atlayamıyorsun tabii kafa dağıtmak için. Dur da dinle, meğer kızkardeşimi de kundakta çarşafların altına yatırmışlar. Ben kardeşim Burçun’un orada olduğunu görmedim. Bir yandan anne beni niye eve çağırdın diye ağlıyorum, bir yandan da kundağın üzerinde zıplayıp duruyorum. Anlayacağın bildiğin ezdim kızı.
Gerilim filmi gibi... Çok şükür ucuz atlattık ama göbeğinin bağı düştü Burçun'un. Annem bunu görünce "Aaaa bak Burçun erkekti şimdi senin yüzünden kız oldu." dedi bana.
Sen de inandın öyle mi? Yahu daha 6 yaşında bile değildim. Neredeyse 10 yaşına kadar Burçun'un benim yüzümden kız olduğunu sandım. Daha az travmatik bir çocukluk anısını tercih ederdim açıkçası.
(Gülüyor) O zaman buna ne dersin? Eskiden sokaklarda ayı oynatırlardı ya, bizim sokağa geldiklerini görür görmez hemen yanlarına koşar, tef sesini duyunca dayanamayıp ayıyla beraber ben de oynardım. Biz en iyisi veletlik günlerini bir kenara bırakalım... Belli ki hep böyle sessiz sakin bir tip değilmişsin.
Yahu hep sessiz olduğumu kim söyledi? Genelde ılıman, anlayışlı biriyimdir ama bana ters gelen bir durum olduğunda çok da sinirlenirim. Derler ya "Sakin adamdan korkacaksın." diye, işte benimki de o hesap.
Baş yaran cinsten taşım diyorsun yani. Peki Burak Özçivit'in korkuları var mı? Olmaz olur mu? Mesela ileri derecede yükseklik korkum var. Ben daha hayata yönelik korkularını merak etmiştim ama, sen fobilerini anlat bakalım.
Sorma çok fazla takıntılıyım. Yüksek bir yerden aşağı asla bakamam. Düşünsene Trump Cadde’de ben Bali Bey’i açıyormuşum ama dönercimin açılışına bile gidemiyormuşum. Tek başıma aşağıdaki kapıda herkese sadece hoşgeldin diyormuşum (Gülüyor) Bir de son zamanlarda kapalı yerlerde duramamaya başladım.
Ne yani? Asansöre falan binemiyor musun? Biniyorum ama sürekli duygularımı kontrol altında tutmam gerekiyor. Asansörde olduğumu fazla düşünmeye başladığım an ipler kopuyor. Ama kendime hakim olamadığım zamanlar da var tabii.
Olsun, merdivenleri kullanırsın sen de. Yahu tek kapalı alan asansör mü? Bir keresinde MR çektirmeye gittim. İlk defa çektirecektim, o yüzden tam olarak ne yapmam gerektiğinin farkında değildim.
Makinayı görünce ne oldu? İlk başta bir sorun yoktu. Benden önce başka biri vardı, "20 dakika sonra sizi alacağız" dediler. Başladım beklemeye, 20 dakika oldu, 40 dakika. Tabii içimden geçen tek şey benden önceki adamın başına bir şey geldiğiydi.
Niye o kadar uzun sürmüş? Makinanın içindeyken hareketsiz duramıyormuş adam, o zaman da herşey sil baştan, yeniden... Bunu duyunca o beklediğim oda adeta birden küçülüverdi. Oradakilere "Bunu yapmak zorunda mıyız?" falan demeye başladım, neyse birkaç dakika sonra sakinleşir gibi oldum.
Ve sıra sana geldi. Geldi gelmesine de, makinaya yattığım anla kalkmam bir oldu. “Çıkarın beni buradan elim kolum bağlı durumam” deyip MR falan çektirmeden fırladım gittim. O gün anladım ki elim kolum bir şeyin içine girdi mi kötü oluyorum, onlar özgürse sorun yok.
Dönüp dolaşıp özgürlüğe geldik yine. Özgür ruhlu Burak hangi oyuncuları beğeniyor, söyle bakalım. Tabii ki bir Al Pacino'nun, Robert de Niro'nun yeri ayrı ama yeni jenerasyondan Colin Farrel'ın hastasıyım. Türk hava sahası içinden birkaç isim rica etsem.
Şimdi Türkiye'den isim vermem pek doğru olmaz. Bülent Bey: Ben bir baba olarak Burak'ı bu dönemin Ayhan Işık'ı olarak görüyorum. Nasıl bir evlat Burak? Bülent Bey: 10 numara
İleride senin gibi bir çocuğun olsun ister misin? Tabii ki isterim. Baba olmayı planlıyorsun yani...
Elbette, ama zamanı gelince. Yeter artık sıkıldım yoruldum, başka soru yok. Çok şükür:)