İzzet Çapa, Binnur Kalkavan'la röportaj yaptı.. İşte Kelebek'te yer alan o röportaj...
“Normal”in karşıtı her zaman “anormal” demek değildir. Bazı özel durumlarda farklılık öyle artılarla bezer ki insanı, karşınızdakinin normal olmadığına şükredersiniz. Billur Kalkavan da o karakterlerden biri... Enerji dolu, çılgın, güzel, şeffaf, pırıltılar saçan bir kişilik... Zaten bunlara bakıp zekasını ve aklını keşfetmemeniz işten bile değil. Eh geriye ne kalıyor; böylesine donanımlı biriyle edilen sohbetin tadına varmak!
* İş de yapsan, evinde de otursan, her dönemin kadınısın...
- Sorma ya, bazen yaşını başını almış tipler yanıma gelip “Ben sizinle büyüdüm” falan diyor. Yaşlandığımın resmidir bu herhalde (gülüyor). Aslına bakarsan çocukluğumdan beri ekranlardayım.
* Şaka yapıyorsun! Senin çocukluğunda televizyon var mıydı?
- Hah tamam, daha başından muhabbetin gidişatı belli oldu. Fazla kaşınma, bu düellodan sağ çıkmazsın (kahkahalar).
* Tamam tamam sustum. Çocukken ne yapıyordun ekranlarda?
- Reklam filmlerinde oynuyordum. 6 yaşındayken Erol Taş’la “Ayrı Dünyalar” diye bir film çektim. Görmen lazım, çok tatlıydım. TRT’de hâlâ gösteriyorlar arada. Anlayacağın çocukluğumdan beri bu piyasanın içindeyim.
* Çizgi film karakteri gibisin. Ne tipin değişiyor, ne halin ne de tavrın... Çocukluğundan niye hiç haberimiz yok peki?
- Bilmem ki... Belki de kimse sormadığı içindir.
* Ben sorayım o halde. Anan kim, baban kim, ne zaman ve nasıl “çıldırdın”?
- (Gülüyor) Doğuştan çılgınım. Babam Kalkavan ailesinin en hası, en kültürlüsü, en şıkı, Oxford Felsefe-Edebiyat mezunu Nazım Kalkavan. Annem desen ayrı bir olay. “Basit insanlarız, herkes gibiyiz” diye anlatabileceğim bir ailem yok maalesef ki... Sadece onları anlatsam yazı dizisi olur.
ANNEM BABA TARAFINDAN ABDÜLMECİT’İN TORUNU
* “Mini dizi” kıvamında anlat bari Oxford’lu babanla, olay anneni...
- Yanlış anlaşılmasın, Oxford’u falan övünmek amacıyla söylemiyorum. Sadece detay işte. Annem de mesela High School mezunu, köklü ve eski bir İstanbul ailesinin kızı. Aynı zamanda da Abdülmecit’in torunu.
* Deli saraylının annesi eski saraylı...
- Biz böyle şeyleri fazla anlatan insanlar olmadığımızdan anlatmamışımdır. Annem de asla kendini pohpohlayan bir kadın değildir. Murat Bardakçı kaç kere bu konuyu yazmak istedi de annem izin vermedi. Anlayacağın benimkiler diğer artist ailelerine benzemiyor.
* Sen kendini artist olarak mı görüyorsun?
- Soranlara “Artist oldum” diyorum.
ARTIK UÇUĞA DA, KAÇIĞA DA SAPIĞA DA MARJİNAL DER OLDUK
* Lügatımıza “marjinal” sözcüğünü sokan kadınlardan birisin. Rahatsız oluyor musun sana böyle hitap edilmesinden?
- Normal ve herkes gibi olmadığım, sürüden ayrıldığım ve Türkler’e göre marjinal kabul edildiğim için Allah’ıma şükretmeliyim bence. Neredeyse memlekette dövme nedir bilinmezken dövme yaptırdım, marjinal oldum... Kimse yalnız yaşamazken yalnız yaşadım, marjinal oldum... Anlayacağın bizde ayıp-yasak-günah üçlemesinin içinden çıktığın zaman marjinalsin.
* Sence ayıp-yasak-günah aslında diğer insanlara da cazip gelmiyor mu?
- Zaten insanlar içten içe yapmak isteyip de yapamadıkları şeyleri sende görünce, hemen “marjinal” etiketini yapıştırıyorlar. Asla kötü bir kelime değil ama gitgide içini boşaltmışız biz. Artık uçuğa da, kaçığa da, sapığa da marjinal der olduk.
BİNDİĞİM GEMİ BATSA DİYE HAYALLER KURARDIM
* Tek başına yaşama fikri aileden bir kaçış mıydı?
- Alakası bile yok. Ben kendimi bildim bileli yalnız yaşamak istedim. Gemiye bineyim, gemi batsın, bir adada mahsur kalıp Robinson Crusoe gibi hayvanlarla kendime bir hayat kurayım diye hayal eder dururdum hep. Ailenin asıl “marjinali” babam da beni çok özgür bıraktığı için hayalimi gerçekleştirmekte hiç zorlanmadım.
* Daha çocukluktan kafa “gidikti” senin yani...
- (Gülüyor) Hayatımın büyük bir kısmı hep doğa olmuştur. Ufacıkken tek başıma bahçede bütün gün hayvanlarla oynardım.
* Yuvadan “uçtuğunda” kaç yaşındaydın?
- 20 falandım işte.
* Sanki isyan edip kaçmışsın gibi bir senaryo yazmıştım kafamda.
- Yok ya, hatta ben evden ayrıldıktan sonra babam anneme, kardeşimi kastederek “Bu da gitse de biz baş başa kalsak” demiş. Bana hiç karışmadıkları için gerçekten çok şanslıyım.
* Biraz abartıyorsun gibi geliyor. En rahat aile bile çocuğuna karışmadan duramaz.
- Canım ufak tefek şeyler oluyordu tabii. Mesela dövme yaptırdığımda annem “Niye böyle silinmeyen bir şey yaptırdın? Hiçbir şeye kızmaz ama baban buna kızacak” dedi.
ESKİDEN ÇOK PARAMIZ VARDI AMA ARTIK YOK
* Haklı çıktı mı bari Valide Hanım?
- Babama gösterince, bana “Ah Bili’ciğim, ne de güzel olmuş, çok yakışmış” dedi.
* Senin DNA’nda babanın genleri ağır basıyor galiba.
- Babam uçuğun önde gideniydi. 1914 doğumluydu, yaşasaydı 100 yaşında olacaktı bu sene. Bugün bile erkekler pembe gömlek giymeye çekinirken, babam o zamanlar pembe gömlekle dolaşırdı. Çok değişik ve güzel giyinirdi. Annem yazın ona şile bezinden
kıyafetler diktirirdi. Müthiş fikirleri olan, sıra dışı bir adamdı ve arkadaşları da hep kendisi gibiydi.
*Ne işle meşguldu bu “renkli kişilik”?
- Vallahi bize “Armatörüm” diyordu ama ben ne bir gemi, ne de babamın çalıştığını gördüm. O yüzden inan bu sorunun cevabını ben de bilmiyorum.
*Paranız vardı ama değil mi?
- Eskiden çok vardı ama artık yok. Babam yedi paraları (gülüyor).
Sana kala kala bir tek soyadı mı kaldı yani?
- Eh biraz öyle oldu. Babam, zamanında Türkiye’nin en zengin adamlarından biriymiş. Fakat çalışmazdı. Yani bu konuda pek de iyi bir rol model değildi. Allah’tan bende içimden gelen bir çalışma alışkanlığı var.
LASTİK AYAKKABI, MASAYA KOL KOYMAK, PİPET KULLANMAK YASAKTI
* Nasıl geçiyordu “baba ocağında” hayat?
- Bütün gün evdeydim, öğleden sonra uykularımız vardı. Kardeşimle gürültü yapmamız, oyun oynamamız yasaktı. Konuşamazdık bile. Sofrada yemek servislerini garsonlar yapardı. Biz, mum gibi otururduk.
* Daha beş dakika önce “özgürüm” demiştin...
- Babam ailelerin normalde sert olduğu konularda çok rahat bir adamdı ama iş sofra disiplinine gelince hiç taviz vermezdi. Yemeğe otururken her zaman çok şık giyinmek zorundaydık, lastik ayakkabı giymek yasaktı, masaya kolumuzu koyamaz, pipetle asla bir şey içemezdik.
* Billur “annesinin kızı” mı yoksa?
- Ben hiç kimsenin kızı değilim aslında. Annem hep “Senin gibi bir kız nasıl doğurdum ben” der (gülüyor).
* Sen evde nasıl sofra hazırlıyorsun peki?
- Hiç hazırlamıyorum ki! Çocukluğumuzda hep afili sofralarda oturduğumuz için bıkmışım herhalde öyle şeylerden. Eve yemek masasını bile Buğra’yla (Bahadırlı) beraber olmaya başladıktan sonra aldım. Kardeşimi sorarsan, o da evinde ayakta yiyor yemeklerini.
* Sofra “travması” yaşıyorsunuz anlaşılan abla kardeş...
- Hem de nasıl! Öyle nefret etmişim ki sofrada oturmaktan, bir yere yemeğe gittiğimde, tabağımdakiler biter bitmez “haydi kalkalım“ diye fırlarım. Buğra bir gün “Keyif yapıyoruz, niye hemen kalkmak istiyorsun?” diye sordu, “Sıkıntılıyım, kalkmam lazım” dedim (gülüyor).
* Ne çekmişsin be Billur!
- Dalga geçme, millet de şimdi “böyle travma mı olur” diyecek zaten. Fakat şunu da belirtmek isterim ki, hayatta ne öğrendiysem babamın beni sıkan o sofralarında öğrendim. Resimden, sanattan konuşur; Latince lügatlar açıp kelimelerin kökenlerinden bahsederdi.
* Off ben bile sıkıldım.
- Çok konuşurdu zaten rahmetli. Annem “Babanın tıraşlarına senelerce katlandık” der hep (gülüyor).
HAYATIMI MAHVETMEMEK İÇİN ÇOCUK DOĞURMADIM
* Senin çocuk yapmamanın sebebi kendi “marjinal” çocukluğun olabilir mi?
- Kendi hayatımı mahvetmemek için çocuk doğurmadım ben.
* Hoppalaaa! Bu nasıl laf şimdi?
- Son derece gerçekçi bir laf. Çocuğun varsa önceliklerin değişir. İlk onu düşünmek zorundasın. Ben hayatımda kendimden önde kimse olsun istemedim. Ayrıca doğursaydım, çocuğum kesin ruh hastası olurdu.
* Ona ne şüphe...
- Ciddi söylüyorum. Mesela asla annem kadar rahat olamazdım ben. Çünkü küçük yaştan beri çok şey gördüm, geçirdim. Çocuğum gelip bana yalan söylese gözünden anlarım ne haltlar karıştırdığını.
* Kalkavan ailesinin senin bu erken yaşlardan beri çok şey “görüp geçirmenden” rahatsız olup, soyadını değiştirmeni talep ettiği doğru mu?
- Yok be, neden soyadımı değiştiriyormuşum? Kim böyle bir tehditte bulunabilir? Benden hoşlanmayan aile üyeleri vardı eskiden, hâlâ da vardır ama bu onların sorunu. Bana kimse gelip “soyadını değiştir” diyemez, çünkü benim dedem Rıza Kaptan, 1900 senesinde Rize’den İstanbul’a gelen ilk Kalkavan’dır.
* Zaten anne de padişah soyundan...
- Baba tarafından Abdülmecit’in torunu resmen. Anne tarafından Arnavutluk da var bende. Arnavut ve Laz karışımıyım anlayacağın.
* Dadılarla, aşçılarla, uşaklarla büyüyen bir prenses...
- Ama ne yazık ki, o prenses buraya gelmeden önce evini temizledi (kahkahalar).
* Geçmişteki o şatafatlı hayatı arıyor musun?
- Ağlamaya başlarmışım şimdi (gülüyor). Çok konforlu şartlarda büyümeme rağmen evin içinde birinin çalışmasına, kalmasına falan hiç tahammül edemiyorum. Haftada bir kere temizliğe gelen kızın gözünün içine bakıyorum gitsin diye. Ev işini kendim yapmayı çok seviyorum.
* Temizliğin dışında neler yapıyorsun?
- Aslında televizyon oyuncusu ve programcılığı yapıyorum ama bir senedir çalışmıyorum.
CİNSELLİK HERKES İÇİN ÖNEMLİ BEN SADECE DIŞA VURUYORUM
* Seni karşıma alıp bu soruyu sormazsam olmaz. Neden Billur Kalkavan için cinsellik hep ön planda?
- Cinsellik aslında herkesin hayatında çok önemli, ben sadece bunu dışa vuruyorum. Senelerce cinsel sağlık programları yaptım, talk show’larımda mutlaka bir günü cinselliğe ayırdım.
* “Seks hakkında çok konuşanın aslında seks hayatı yoktur” derler...
- Derler değil mi? Ama ben kendimle ilgili konuşup anlatmıyorum ki... Ne zaman duydun benim “Şununla yattım, bununla kalktım” dediğimi? Ben Türkiye’de rahat rahat cinsellik hakkında konuşabilen ender insanlardan biriyim. Türkiye’yi bu konuda rahatlatmayı misyon edindim.
* Bu durumu yanlış algılayanlar da oluyor tabii...
- Güya marjinaliz ya ondandır (gülüyor). Bakma zamanında gezdik tozduk, uçtuk kaçtık ama ben hayatımın her döneminde aklı başında, ayakları yere basan bir kadın oldum. Üstelik etrafımdaki çoğu insandan da daha muhafazakarım. Eskiden benim evde çalışan kız teyzesinin para karşılığı erkeklerle yattığını anlatmıştı. Ben de “Bir de biz artistlere laf edersiniz” diye cevap verdim.
BAKTIM ÇALIŞMAK ÇOK GÜZEL BİR DAHA GİTMEDİM OKULA
* Bir elin yağda bir elin balda yaşarken, ne demeye 16 yaşında Mudo’da çalışmaya başladın?
- Rezalet bir öğrenciydim İzzet. Zekiydim ama otoriteden oldum olası hoşlanmadığım için okulla, dersle hiç alakam yoktu. Lise 1’de sınıfta kalınca iki seçenek sundular. Ya bir sene boyunca tekrar okula gidip aynı dersleri alacaktım ya da evde çalışıp sene sonu imtihanına girecektim.
* Eminim senin kafanda üçüncü bir şık daha vardı!
- Olmaz olur mu? Anarşizm diz boyu! Evde ders çalışmak yerine, anneme gidip “Ben bari Mudo’da çalışayım” dedim. Mustafa’yla (Taviloğlu) da ahbaplığımız vardı. Aldı beni işe, gidip gelmeye başladım. Sapsarı saçlı, çok şirin bir tiptim. Herkes benimle çok eğlenirdi.
* Sonra da tam gaz çalışmaya devam...
- Aynen öyle oldu. Mudo’nun ardından 18-19 yaşlarındayken Güneri Cıvaoğlu’nun sekreterliğini yapmaya başladım. Baktım çalışmak çok güzel, bir daha da gitmedim okula.
GÜNERİ CIVAOĞLU YILANLA OFİSE GELMEMİ YASAKLADI
* Güneri Bey’le çalışmak kolay olmasa gerek.
- Aslında çok şekerdir. Bir kere şıktır, hoştur, klastır, yakışıklıdır. Fakat beni öyle çalıştırırdı ki anlatamam. 80’li yılların başıydı. Darbeden sonra sokağa çıkma yasağı vardı malum. Özel izinle işe gidip gelirdim. Güneri Bey, sabahları 5 dakika geciksem kızardı. Erken çıkmak istediğim gün, izin vermedi diye bir ağladım ki sorma... “Ama Güneri Bey daha 19 yaşındayım” diye mızmızlanırdım. Sonra bana izin verdi ama yanına da başka sekreter aldı (gülüyor).
* Memnun değil miydi senden?
- Memnundu herhalde ama ben de az değildim. Punk’tım o zamanlar, ofise yılanla falan giderdim. Hoş bir süre sonra Güneri Bey yılanla gelmemi yasakladı.
* Eh bir zahmet...
- (Gülüyor) Bir keresinde de beni kuduz köpek ısırmıştı. Güneri Bey bunu duyunca, ona da kuduz bulaşmasın diye bana bir ay izin verdi. “Yahu” dedim, “Üniversite mezunusunuz, koskaca genel yayın yönetmenisiniz, kuduz öyle bulaşmaz”... Ama inanmadı bana.
* Oh izni kaptın yani.
- “Beni yollarsanız sizi ısırırım” diye tehdit ettim adamı (gülüyor). Her gün gider kuduz aşısı olurdu korkumdan. Fakat her şey bir yana, iyi ve cömert patrondur. Cömert insana bayılırım zaten, babam da öyleydi. Aynı huy bende de var.
ÇOCUĞUMUN ÜNİVERSİTE MEZUNİYETİNE TEKERLEKLİ SANDALYEYLE Mİ GİDEYİM
* Az önce söylediğine göre baban cömertlikle bütün parasını harcamış zaten.
- Hayatı dolu dolu yaşayan bir adamdı. Oxford’u bitirdikten sonra bakmış II. Dünya Harbi başlıyor. Savaşıp askere gitmek falan istemeyince dedem bunu Hollywood’a göndermiş.
* Hollywood ne alaka?
- Vallahi özel bir sebebi yok. Dedem koymuş babamın cebine parayı, “Sen git orada çalış” demiş. Bizimki de Clark Gable’la falan arkadaş olmuş. O sırada da California’nın ileri gelen ailelerinden birinin kızıyla da evlenivermiş.
* “Yarı Amerikalı” kardeşlerin mi var yoksa senin?
- Çocukları olmamış. Annemin de ilk kocasından çocuğu yok. Babamın ilk çocuğu, 50 yaşındayken oluyor zaten.
* Biraz geç kalmış anlaşılan.
- Şimdi artık babamdan da geç kalanlar var. Baksana Neco’ya... “Kızlarım bana torun vermedi, kendi torunlarımı kendim yaptım” diyor.
* O yaşlarda çocuk sahibi olmak doğru mu sence?
- Bence, 25 ile 40 yaş arası çocuk yapmalı insan. Bana hâlâ “Niye yapmıyorsunuz?” diye soruyorlar. Yahu çocuğumun üniversite mezuniyetine tekerlekli sandalyeyle mi gideyim?
ANNEMLE EVLENDİĞİNDE BABAMIN 5 METRESİ VARMIŞ
* Neyse dönelim Hollywood’daki “aşk hikayesine”...
- Babam evlendikten sonra almış buraya getirmiş karısını. Zavallı kadın California’dan gelip, “Celdum, cittum” diyen Laz bir ailenin yanında 9 sene yaşamış.
* Canım aşık olduğu adam var yanında ne de olsa...
- Yahu benim hovarda babam metresleriyle vakit geçirdiği için Amerikan hatun, Rıza kaptan ve eşi Zeliha ile otururmuş sürekli.
* Bari bu sefer de ben söyleyeyim... Zavallı kadın.
- Öyle de kibar bir insandı ki, ölene kadar bizlerle dost kaldı biliyor musun? Bir gün babama “Nazım ben ailemi özledim, bir California’ya gideyim” demiş. Gidiş o gidiş. Kibarca terk etmiş anlayacağın. Babam “Çok sevindim gittiğine” diye anlatırdı bize. Kadının adı Camille’di. Sonra annemle çok iyi arkadaş oldular.
* Eskiyle yeni bir arada...
- Medeniyet bu işte. Camille sonraki kocasıyla Türkiye’ye geldiğinde annemle babam onlar için özel davet verirdi. Kadın “Happy Cumhuriyet Bayram” diye evi arardı. Annem “Yahu Camille sen nereden biliyorsun Cumhuriyet Bayramı’nı” falan diye sormuş. Meğer babamı 29 Ekim’de terk ettiği için o günü hiç unutmamış. Çok aşıkmış çünkü babama.
* Camille aşık fakat babanın gözü dışarıda...
- Babam çok fenaymış ama. Annem “Benimle evlendiğinde 5 metresi vardı, geceleri evi ararlardı. Sonra yavaş yavaş hepsi silindi gitti” diye anlatırdı. Bizim ailede öyle kıskançlık falan yoktur.
KADINLARIN BAYILMAYACAĞI ERKEKLERLE NE İŞİM VAR
* Sevgilin senden çok genç, üstelik de yakışıklı... Kıskanmıyor musun onu diğer kadınlardan?
- Hayatta kıskanmam. Mesela kadınlar Buğra’yla çok ilgileniyorlar. Geçenlerde Başak’la (Sayan) oturuyoruz, Buğra da birkaç kadınla sohbet ediyor. Başak “Kıskanmıyor musun?” diye sordu. “Hayır tabii ki” dedim, “Kadınların bayılmayacağı erkekle benim ne işim var?” Buğra zaten bana aşık, onu kıskansam da, kıskanmasam da durum değişmeyecek.
* Peki ya o seni?
- Bir erkek beni kıskanırsa derhal ondan ayrılırım.
* Burada oturuyorsun, Buğra gitmiş orada kadınlarla muhabbet ediyor, kurmaz mısın “Bir halt mı karıştırıyor?” diye?
- Ne kuracağım be, söyler bana zaten.
* Bu konuda annen gibi ketumsun anlaşılan.
- Dinle bak aklıma ne geldi. Babam kabak kafalıydı. Bir gün annem seyahatten gelmiş, banyoda bir tarak duruyor. “Nazım bu tarak kimin?” diye sormuş, kafasına tek tel saç olmayan adam “Kimin olacak, benim” diye cevap vermiş. Annem “Bu olaydan sonra
babana hiç soru sormadım Bili’ciğim” derdi.
* Babanın da maşallahı var...
- Anneme, “Beni kıskanmadığın için seni ağız tadıyla hiç aldatamadım” derdi. Bak, kıskanılmadığın takdirde, sana sunulan rahatlıktan ötürü senin de bir şey yapasın gelmez. Kıskançlık insanın bedenini de ilişkisini de zehirleyen bir hastalık. Onun dışında ukalalık, ego, şımarıklık gibi hiçbir hissi de yaklaştırmam kendime.
* Halbuki dışarıdan bakıldığında son derece ukala, egosu büyük ve snob bir havan var.
- Soğuk olabilirim ama asla snob değilim. Öyle elleşmekten, öpüşmekten, gereksiz samimiyetlerden hiç hoşlanmam. Aslına bakarsan beni soğuk bulanlar da Türkler. Yurtdışına gittiğimde hiç böyle bir yakıştırmayla karşılaşmıyorum.
BİR ÇOCUK DOĞURACAĞIMA 50 KEDİYE DAHA BAKARIM
* Çocuk yapmama konusuna dönmek istiyorum. Pişman olmaktan korkmuyor musun?
- Yok, hatta her gün çocuğu olanlara bakıp, “Ne akıllı bir insanmışım” diyorum. Yanlış anlaşılmasın çocukları çok seviyorum. Hatta hayvanları sevdiğim kadar bile diyebilirim. Altı kedim var. Bir çocuk doğuracağıma 50 kediye daha bakarım.
* Senin kedi sevgin hafif obsesif bir hâl almış duyduğuma göre.
- Hayvanlarla, insanlardan daha yakın bir ilişkim var. İnsanlar çok daha kötücül ve pis bana göre.
* Bir televizyon programında “Omzumda sevgilim yerine kedimin yatması daha iyi” demişsin.
- Sevgilim kaç kilo, kedi kaç kilo? Tabii öyle derim (kahkahalar). Şaka bir yana ben onu filmlerde falan sevgilisinin göğsünde uyuyanlar için söyledim. Nah uyursun adamın göğsünde! Kafan rahatsız olur bir kere. Kaşık pozisyonuymuş, bilmem neymiş. Yok yok, sıkılırım ben. Uyku dinlenme eylemidir. Öyle eller kollar birbirine geçmiş şekilde sevgiliyle mıç mıç olunmaz uykuda.
ALDATILMIŞIMDIR BELKİ AMA BUNA KAFA YORMAM
* Nasıl hep böyle dinç kalabiliyorsun?
- Genç ve dinamik kalmamın sebebi “günün insanı” olmam. Geçmişle hiç işim olmaz, bugünü benimser, bugünü yaşarım. Yok efendim “Beyoğlu’nda şapkayla dolaşılıyordu” tarzı konuşmalardan hiç hazzetmem.
* Kaymak gibi cildinin sebebi geçmişi konuşmamak değil herhalde.
- O hem genetikten hem de kendime bakmamdan kaynaklanıyor. Sigara içmiyorum, iki light biradan fazla içkim yok, arada ufak tefek botoks falan da yaptırınca “taze” kalıyorum. Bir de neşeli olsun abi insanlar. Ne çok şeyi takıyorlar kafaya! Şu herkesin hayatının merkezindeki aldatma meselesini hiç anlamıyorum mesela. Bazen soruyorlar bana “Hiç aldatıldınız mı?” diye. Yahu aldatılmışımdır belki, ne bileyim ben? Oturup bunun üzerine kafa yormak aklıma bile gelmez.
* Ayrıca öyle veya böyle kim aldatılmıyor ki?
- Aynen öyle. Bırak sevgilinin başkasına gitmesini, patronunun sana yalan söylemesi bile aldatmadır. Burası aldatanların ülkesi değil mi zaten? Herkes birbirine yalan söylüyor.
* Tamam tamam sakin ol. En iyisi aşktan meşkten bahsedelim. Neden sevgililerin hep senden genç?
- “Acaba yaşlı babayla büyümenin tesiri olabilir mi?” diye sordum bazı psikologlara, “olabilir” dediler. Ben kendimi bildim bileli genç erkeklerden hoşlandım. Anneme sorsan, televizyonda dizi seyrederken oyuncular arasındaki en yaşlı adamı beğenir.
* “Kızlar babalarına benzeyen erkekleri beğenir” derler...
- Babama bayılırdım ama asla beğendiğim erkek tipi olmadı. Klasından, rafineliğinden, zevkinden bahsediyorsan, Buğra o konularda aynı babam gibi mesela. O açıdan babama benzeyen erkeklerden hoşlanıyorum. Bir kadına ayakkabı alabilen erkek nadirdir. Bizim hırtalozlara baktığın zaman bir çiçek bile getirmezler eve, karısının kaç numara ayakkabı giydiğini nereden bilsin.
İYİ Kİ EVLENMEMİŞİM YOKSA ŞU ANDA 6. KOCADA OLURDUM
* Bugünlerde çalışmadığını söyledin ama senin boş boş oturacağına da inanamıyorum pek.
- Yok canım, oturur muyum hiç? Billur TV diye bir internet televizyonu kurduk. Buğra’nın fikriydi bu. Billur.tv adresine giren herkes, bugüne kadar yaptığım cinsel sağlık programlarını izleyebilecek. İleride başka içeriklere de yer vereceğiz. Yarın yayına giriyor.
* Haydi evlilik sorusuyla muhabbeti bitirelim...
- Evlilik mi? Çıldırdın herhalde! Evlilik kim, ben kim?
* Her genç kızın hayali değil mi evlenmek?
- Bu kızın ne gençken ne de şimdi öyle bir hayali oldu. Hatice diye bir dadım vardı. Bizim aileden pek çok kızın mürüvvetini görmüştü. Bana sürekli “Bu kadar yaramaz olmasan seni kimler alırdı?” derdi. Bir türlü Hatice’ye evlenmek istemediğimi söyleyemedim. Beni kimsenin almamasının verdiği acıyla öldü zavallı kadıncağız.
* Peki annen hiç zorlamadı mı evliliğe?
- Yok canım, annem bize hiçbir zaman “Evlenin” demedi. Hatta bana “Sen kaç”, erkek kardeşime “Sen de kaçır” derdi. İkimiz de hiç evlenmedik. Fakat birkaç sene önce “Ben sizi mutsuz mu ettim? Kaçın kaçırın diye espri yapıyordum. Benim yüzümden mutluluğu bulamamış olabilir misiniz?” diye sordu.
* Ne cevap verdin peki?
- “Sen çok akıllı bir anneymişsin, şu an 6. kocamla evli olurdum ve bütün o ayrılıklar sana yansırdı, biz çok mutluyuz” dedim (gülüyor).