Beklenmedik bir şekilde eşini kaybeden oyuncu Burçin Bildik, yaşadıklarını Ayşe Arman'a anlattı..
Bir telefon firmasının reklamıyla girdi hayatımıza oyuncu Burçin Bildik. Reklamlardaki rolü çok dikkat çekti Bildik'in. Kimi çok sevdi, kimi bir o kadar nefret etti. Şikayet de ettiler. Hatta rolünü bile değiştirdiler. Ekranlara gelen reklamları haricinde bu haberlerle de sürekli dikkat çekti Bildik..
Bir gün tatilde eşini kaybetti Bildik, ansızın, apansızın.. Tanıyan tanımayan herkes şaşkındı, üzgündü. Bildik de bir o kadar şaşkın ve üzgün! Sadece 1 dakikalığına ayrılmıştı eşinin yanından, döndüğünde ise eşi orada değildi.. Kayıp gitmişti ellerinden.. Tüm Türkiye üzüldü Bildik'in eşi için. Çok gençti, 31 yaşındaydı ve hiç olmadığı kadar mutlu.. Her şey bir anda olup bitti ve o artık aramızda yok..
Hürriyet yazarı Ayşe Arman'la bir araya gelen Burçin Bildik, hala eşini kaybetmenin şoku içinde, Arman'a yaşananları, hissettiklerini ve eşini anlattı. Çok sevdiği biricik eşini de böyle tanımladı: Eşim değil 'Kar'ımdı, eridi gitti..
İşte Arman'ı bile ağlatan o röportaj..
Numarasını çevirdim.
"Alo" diye bir ses.
Yorgun bir ses. Üzgün bir ses.
Yok yok, bitmiş bir ses.
Ne diyeceğimi bilemedim. Bazen, "Başın sağ olsun" demek, anlamsız geliyor. Neye yarıyor bilmiyorum.
Acı paylaşılıyor mu?
Bilmiyorum.
Ama dedim.
"Çok üzgünüm" dedim.
Eşini kaybetmesinin bana çok dokunduğunu söyledim. Belli ki özel bir ilişki, "Aşkınızın hikayesini dinlemek isterim" dedim.
Ağlamaya başladı.
Ben de...
"Buyurun gelin" dedi.
Gittim.
YENİ EV, YAŞANMAYI BEKLİYOR
Bostancı taraflarında, bir ara sokakta bir apartman. Mis gibi. Yedinci kata çıktım. Daha yedi gün oturmuşlar o evde, sadece yedi gün. Yeni ev. Yaşanmayı bekliyor. Balkonunda fesleğenler var. Çerçevelerinde hayat dolu fotoğraflar.
Ve içeride genç bir adam.
Karısının parmağından çıkan yüzükleri boynunda asılı. Onları okşuyor, onlarla konuşuyor.
Zor, çok zor.
Allah kimseye vermesin. Allah kimsenin sevdiğini almasın. Hele böyle apansız hiç almasın.
En mutlu günlerinde.
Karısı Elçin Zeynep Bildik, "Seninle uçağa binsek" demiş, "Nereye gideceğimiz hiç önemli değil" demiş. Hem de o tatile çıkmadan bir iki gün önce. Kadere bakın ki, o tatilin dönüşünde Elçin Zeynep Bildik uçağa binmiş kocası Burçin Bildik'le. Ama bir tabut içinde, uçağın kargo bölümünde...
Ne zaman, nasıl tanıştınız?
Üç yıl önce 14 Şubat'ta. Kuşadası'ndayım, programım bitti, İzmir'e döndüm. Dalgınım, mutsuzum, yorgunum. Bir arkadaşımın şirketine uğrayayım dedim. Öylesine, çay içmek için. Arkadaşım yok. "E o zaman girmemeyim" dedim. "Aaa olur mu? Buraya kadar gelmişsiniz, buyurun şirketimizin genel müdürüyle tanışın" dediler. Ve işte, Elçin karşımda?
Görünce ne hissettiniz?
Vuruldum. Gözlerimi bu ufak tefek kadından alamıyorum. Bir çift göz ama nasıl güzel. Akrep burcudur Elçin, insanın içine içine bakar. Aramızda tarifsiz bir elektrik. Sanki birbirimizi bin yıldır tanıyormuşuz gibi. Hiç ayrılmak istemedim. Dokunmak istedim. Bu hiç tanımadığım kadının saçlarını okşamak, sarılmak. Biraz da utandım çünkü 10 yıllık bir ilişkinin içindeydim. Arkadaşlığı ve dostluğu sağlam ama sevgililiği artık başka boyuta geçmiş bir ilişki.
Ve?
Ve tuhaf, Elçin'i görür görmez, karım olacağını hissettim. İzah edilebilecek bir şey değil. Bu, bir his. "Amma uzun boyluymuşsunuz!" dedi bana. Tatlı, komik, pozitif. Siyah bir pantolon giymişti. Büyülenmiş gibi orada salak salak duruyorum. Çay içtik, şiir miir konuştuk, o da Nazım seviyormuş, ayrılırken, gayri ihtiyari cama baktım, bana el sallıyor. Cesaretlendim, hemen mesaj attım. "Sizinle tanışmaktan çok keyif aldım, umarım bir gün programa da gelirsiniz" diye. Çat diye yanıt geldi: "Her ne kadar beyefendinin arkadaşı olsanız da, sizinle sohbet etmekten, ben de keyif aldım / Zeynep Elçin Yılmaz." Şok oldum. O mesajda, önüme konulmuş bir set var, "Hop n'oluyoruz!" var. 15 gün o mesaja baktım. "Patronun arkadaşıyım" diye iyi davranmış demek ki diyorum ama gözleri, gülüşü gözümden gitmiyor.
Demek ilk görüşte aşk?
Evet. Bir süre sonra arkadaşımı görme bahanesiyle, yine gittim. Çıkarken de ona, "Çok özür diliyorum. Yanlış anlaşıldım galiba. Mesajı atarken, size asılmak gibi bir niyetim yoktu." dedim. Bir an durdu "Niye?" dedi, "Ben o kadar da çirkin miyim!" Haydaaa yeniden umutlandım, "Lütfen konuşalım, iş çıkışı arar mısınız" dedim. "Tamam" dedi ama bekliyorum, aramıyor, gözüm saatte, hissediyorum ki bir bahane bulacak, beni ekecek. Nitekim öyle oldu. Vazgeçmedim, arayıp "Lütfen" dedim, "Lütfen görüşelim?"
Siz zorluyorsunuz?
Hem de nasıl, sonuna kadar. Nihayet pes etti, "Tamam" dedi. Karşıyaka'da Alaybey'de sokaktan çıktı, denize açılır o sokak. Bana doğru yürüyen o kadına baktım ve kollarımı açtım. Neden öyle yaptım bilmiyorum. Gözlerimin içine bakarak bana geldi ve birbirimize sarıldık. Nasıl ağlıyor. O zaman anladım ki, o da benim hissettiklerimi hissediyor ve korkuyor. Dedi ki, "Sen İstanbullusun. Çok kadın girmiş çıkmış hayatına. Deftere birini daha yazacağım diye geldiysen, 'olur arabana bin ve git! Benim düzenimi, dengemi bozma." Sıkı sıkı sarıldım ve "Bana güven" dedim. Gerçekten de devam eden ilişkimi bitirdim ve onu hemen ailemle tanıştırdım. Elçin, benim eşim değil, karımdı. O da severdi 'karım' lafını. (ağlıyor) Nereden gelmiş bu karı-koca hitapları bilir misiniz?
Hayır?
Ben halk oyunları okudum, folklar eğitimi aldım. Koca, dağdır. Kadın da o koca dağın üzerine düşen kar. Dağın karıdır yani. Şimdi diyorum ki, benim karım eridi. (ağlıyor) Evliyanın birine sormuşlar, "Erkek nedir?" "Erkek baştır evladım" demiş, "Peki" demişler, "Kadın nedir?" "Kadın da boyundur. Boyun nereye dönerse, baş oraya bakar!" Biz işte böyle bir çifttik.
14 ŞUBAT'TA TANIŞTIK, 14 ŞUBAT'TA EVLENDİK
Peki sonra?
Sonra? Tam bir yıl sonra 14 Şubat'ta evlendik. O bir sene içinde, Elçin işinden ayrılıp İstanbul'a bana gelmişti.
Bugüne kadar tanıdığınız diğer kadınlardan farkı?
Bugüne kadar birlikte olduğum herkes, beni sahnede tanıdı. Sahnedeki insan bir sıfır öndedir, çirkin bile olsa. Sahne, başka bir pırıltı. Ama bir tarafıyla da 'gerçek' değil. Hep o adama aşık oldular. Ama Elçin sahnedeki adama değil, hayatındaki adama aşık oldu.
Elçin deyince bize ne anlatırsınız?
Enerjiktir, sizi alır uçurur. Yapıcıdır. Dert anlatmaz. Çözüm odaklıdır. Bir de hiç hesabı kitabı yoktur. "İstanbul'da ben ne yaparım, ne ederim?" bunları hiç düşünmedi, beni sevdi, peşimden geldi. Bizler, çok sahte ilişkilerin içerisinde olan bir iş yapıyoruz... Elçin, yüzde 100 gerçekti. Bütün hayatımı düzene soktu. Onun sayesinde görüşmediğim insanlarla tekrar görüşmeye başladım. Resmen, hayatını bana adadı.
Çalışıyor muydu?
Bir yazılım firmasına girmişti ama esas işi bendim. Ben sosyal bir iş yapıyordum ama asosyal bir adamdım aslında. Onun sayesinde son iki senedir normal insan oldum. Herkes sevdi Elçin'i. Beni terk etmiş bütün arkadaşlarım geri geldi. Onun sayesinde, 'biz' olduk. 22 senedir sahneye çıkıyorum ama gece hayatım yoktur, işim bittiği zaman da kös kös evime dönerdim. Yine dönüyordum ama bu defa evde bıcır bıcır, dünyanın en tatlı kadını vardı.
Size sonsuza kadar böyle gidecek gibi mi geliyordu?
Evet... (ağlıyor) Hep o güzel sabahlara uyanacağız zannediyordum. İnsanın daha doğarken kabul ettiği tek şey, ölüm. Ama işte yine de sevdiklerimiz sonsuza kadar bizimle birlikte olacak zannediyoruz. Şimdi bazı fotoğraflarına bakınca fark ediyorum ki, o başka bir yere bakıyor, vizöre değil, başka bir boşluğa. O, buraya ait değildi. (ağlıyor) Çok duyarlı, donanımlı ruhlar, görevleri bittiği anda alınırlar, o da alındı. Saçmalıyor muyum bilmiyorum. Tabii ki kendime gelemedim. Kim ne verse, sigara, sakinleştirici içiyorum.
Sağlık sorunu var mıydı?
Nedeni bulunamayan bir tansiyon yüksekliği vardı.
Ne kadar yükseliyordu?
20'nin üzerine çıkıyordu. Ama hissetmiyordu. Eve tansiyon aleti aldık. Bir gün baktım, 26'ya 12! "N'oluyor?" dedim. "Bilmem" dedi. Söylemezdi. "Neyin var?" dersin. "Yok bir şey" der, hastalık-mastalık sevmez, şikayet etmez. Geçmişte de tetkikler yapılmış. Herşey normal. Nereden geliyor peki bu tansiyon? Doktorun koyduğu teşhis: Nedeni belirsiz tansiyon. Zaman zaman yükseliyor. Ama kalbi düzgün, damar yolları da iyi. Bir tane tansiyon ilacı verdi doktor, "Her sabah yarım ondan kullan bari" dedi. "Bari" dedi ya bitti, Elçin ya siyahtır ya beyaz. Grilere itibar etmez. Bari'ye prim vermedi, ilacı içmedi. Meğer anevrizması varmış. Fark edemedi kimse. Başında, saatli bomba gibi taşıyormuş.
ACIDAN MAGAZİN MALZEMESİ ÇIKARMALARINA ÜZÜLDÜM
İlk kez para kazanıp eşinizi 5 yıldızlı otele götürdüğünüzü yazdılar?
Öyle şeyler yaşadım ki, kimin ne yazdığı umrumda bile değil. Ama acıdan magazin malzemesi çıkarmaya çalışmalarına üzüldüm.
Ben inandım ve etkilendim?
Yıllarca küçük tavernalarda şarkı söyleyerek hayatımı kazandığıma, kıt kanaat geçindiğime, 118 33 reklamıyla, turnayı gözünden vurduğuma ve karımı, "Gel gidip gezelim, nasıl olsa paramız da var" dediğime mi? Yok! Bende bir Bayhan hikayesi yok. Bu, tamamen kurgulanmış, uydurulmuş bir şey. Ama dediğim gibi acım o kadar büyük ki, yazılıp çizilenler gerçekten umrumda değil.
HER ŞEY O BİR DAKİKA İÇİNDE OLDU GÖZLÜĞÜMÜ ALIP GELİYORUM, ARTIK KARIM YOK
Tatile gitme fikri nereden çıktı?
Mustafa Abi sağolsun, "Çok yoruldunuz, bir de ev taşıdınız, hadi yürüyün size hediyem olsun" dedi.
Mustafa Abi kim?
Ailemizin 'Hızır'ı. Çok yakın bir dostumuz. Elçin'e baba gibiydi. Mustafa Abi davet etti yani. "Parayı buldu, karısını beş yıldızlı otele götürdü" diye yazdılar ya, alakası yok, Torba'da bir butik otele gittik.
Ve?
Ve geldiğimiz gece Bodrum'da ele ele yürürken, "Bir şey söyleyeceğim Burçin" dedi, "Dünyanın en mutlu kadını benim. Yeni bir evimiz var. Aşık olduğum kocam var. Daha ne isterim?"
Peki ertesi sabah oldu?
Güzel bir gündü. Havuzda yüzdük, sonra kahvaltı. Sıcak diye saat birle dört arasında çıkmadık. Sarmaş dolaş uyuduk. Dörtte Elçin tutturdu, "Denize gidelim" diye. Altıda iskeleye ulaştık.
İkiniz mi?
- Yok yok üçümüz.
Siz de denize girdiniz mi?
Ben girmedim. 30'umdan sonra yüzmeyi öğrendim, havuzda yüzmeyi tercih ederim. Onlar girdiler. Ben iskeledeyim. Ama uzansam Elçin'imi tutacak mesafedeyim, Elçin de ısrar ediyor, "Sen de gel" diye. Mustafa Abi de dibinde. "Bak" diyor Elçin, "Minik minik balıklar, çok güzel!" O kadar ısrar etti ki, "Peki" dedim, "Bari deniz gözlüğümü alıp geleyim." Lens var gözlerimde, deniz gözlüğüyle daha rahat ederim. Gittim, gözlüğü aldım. Sadece bir dakika sürdü. Geri döndüğümde, baktım Elçin suyun üzerinde, ellerini açmış, yüzüstü yatıyor.
Ne hissettiniz?
Hiç. Ne hissedebilirsin ki? Bir dakika önce sohbet etmişsin, balıklara bakıyor zannettim. Mustafa Abi de, o arada yüzmüş geri gelmiş. Her şey, hemen iskelenin dibinde oluyor, uzansa merdiveni tutabilecek kadar yakınında. Mustafa Abi'ye dedim ki, "Abi Elçin'e söyle balıklara bakayım derken boğulacak, kaldırsın kafasını!" "Ben hallederim" dedi, eğildi ve ben onu Elçinim'i kaldırırken gördüm. İşte o zaman, bir anormallik olduğunu anladım. Sadece bir dakika. Her şey o bir dakika içinde oldu. Gözlüğümü alıp geliyorum, artık karım yok? (ağlıyor) İnsanın aklına gelir mi böyle bir şey? Ne bir çırpınma, ne bir ses, ne bir yardım talebi... Hiç? Küt diye, bir anda?
Ne olmuş peki?
Bilsem? Beynindeki o şey, fındık büyüklüğündeki baloncuk, yani anevrizma patlıyor. Ama neden, ne oldu da patladı o meret bilmiyorum. Üç tane daha varmış meğer. Doktor, "Elçin Hanım, 120'yle giden bir arabanın kontağını kapatmış" dedi... Tak? Öksürmüş olabilir diyorlar, hapşırmış olabilir diyorlar?
O anda aklınızdan ne geçiyor?
Ben bayıldığını düşündüm. Doğrusu ölüm gelmedi aklıma hiç. Donakaldım. İnsanlar koştu, doktorlar geldi, kalp masajı yaptılar. Ben sadece seyrediyorum, izleyici gibi...
Geri gelecek hissi, hani filmlerde olur ya?
Hiçbir şey hissedemiyorsun öyle bir anda. Sadece bekliyorsun. Uyanıp, "Bir şeyim yok, hadi gidelim" diyecek zannediyorsun. Ağzından su çıkıyor. Burnundan kan geliyor, oysa biz daha dün gelmiştik, ne kadar mutlu olduğunu anlatıyordu, (ağlıyor?) "Elçinim" diyorum, "Beni bırakma. Geri gel." Çağırırsan gelirmiş gibi hissediyor insan. O arada ambulans geldi. Öne bindim. O doktorun çabasını da unutmayacağım. Bir an göz göze geldik. Ben çok yalvarmam kimseye, yalvardım, "N'olur onu geri getirin" diye. Doktor göğsüne vurmaya başladı. O da benimle birlikte "Geri gel" diye bağırıyordu. Kalp masajından sonuç alamayınca elektroşok yaptılar, dozu arttırdılar, o küçücük bedeni, kalktı kaklı indi. Bir ara doktor "Geri geldiiiii" diye bağırdı. "Oh" dedim. "Allah'ım şükürler olsun, sesimi duydun!"
Sonra?
Aşağıya indirdiler. Ambulanstaki doktor diğerine, "Şunu yaptım, bunu yaptım, geri geldi" diye anlattı. "Ama nabız çok düşük, 64" dediklerini duydum. Ve aklımdan gitmeyen üç kelime, "Durumu çok kritik!"
Sizi içeride miydiniz?
Yok almadılar, sesimi çıkarmadan dışarıdan izliyorum. Bir telaş var. Arada konuşuyorlar duyuyorum. "Nefes almıyor ama verebiliyor." Sonra içeri girmeme izin verdiler. Elini tuttum, denizden çıktığı için soğuktu. Siz kaç doktorun ağladığını gördünüz? Elçin'e bakan herkes ağlıyordu. Doktor dedi ki, "Durumu çok kritik, her şeye hazırlık olun. Şu anda beklemekten başka yapabileceğimiz bir şey yok. Lütfen otelinize gidin, biz size haber vereceğiz!" Verdiler, kötü haberi verdiler: Sabah 04.30'da bir atak gelmiş, nefes gitmiş. Bir süre sonra da doktor bana geldi, "Beyin ölümü prosedürüne geçmek zorundayız" dedi. Elim ayağım boşaldı. "Müsaade edin, onu son bir kez göreyim" dedim. Odaya girdim, vedalaştım. "Er ya da geç yine birleşeceğiz" dedim, okşadım sevdim. Bu kadar. Benim de yaşamımın en önemli bölümü, Elçin'le orada son buldu?
KARIM İSTEDİĞİ İÇİN BURADASINIZ
Yapı Kredi taksici reklamını çektiğimde, "Böyle bir değeri nasıl ıskalarsanız?" diye köşe yazarlarına mektuplar yazdı. Nasıl uğraşıyordu benim için anlatamam. Benim parlamam için elinden gelen her şeyi yaptı. Hala yapıyor. "Gör bak Ayşe Arman da seninle röportaj yapacak!" diyordu. Haklı çıktı. Siz, karım istediği için buradasınız.
52 MEKTUP
Bir sene, doğum gününde mektuplar hazırladım Elçin'e. 52 tane. O sene doğum günü cumaya gelmişti, her cuma birini açsın diye. Büyük bir heyecanla beklerdi cumaların gelmesini. Tabii benimkilerin, onun bana yaptığı hediyelerin yanında esamesi okunmaz.