Hani “one man band” dedikleri, eliyle gitar, ağzıyla mızıka, ayağıyla davul çalan tek kişilik orkestra adamları vardır ya, işte Bedük onun ta kendisi! Serhat Bedük, sadece müzik yapmakla, kendi şirketinden kendi albümünü çıkarmakla kalmıyor, imajından albüm tasarımına her şeyi, ama her şeyi kendisi yaratıyor ve uyguluyor.
Az sonra okuyacağınız gibi, çok iddialı, hatta snob söylemleri var gibi görünse de aslında sadece işini çok seven ve inanarak yapan bir adam Serhat Bedük. Ondan bu kendinden emin halleri.
Haksız da değil hani, zira şarkıları, sound’u, -Türkiye’nin pop sahnesini düşünecek olursanız- her gün karşınıza çıkan işlerden değil...
Eh, bu noktaya gelmek kolay olmamış, 2004’te bugünkü tarzıyla pek de ilgisi olmayan bir albümle müzik piyasasına adım atmıştı Bedük. şimdiki tarzıyla, yani kendi tanımıyla elektro-pop türündeki dans müziğiyle dinleyicilerini ilk defa 2007’de ilk albümü “Even Better” ile tanıştırdı.
2008’de çıkardığı albümü “Dance Revolution”, 2009’daki single’ı “Gel Aşka” ve sünnet düğünlü klibiyle akılları başlardan alan “Automatik” ve son albümü “Go”nun da ardından, artık Bedük’ü “elektronik müziği Türkiye’de popülerleştiren adam” olarak tanımlarsam hiç de yanlış olmaz.
Aha şuraya yazıyorum, Bedük’ün yeni albümü “Go”, (bilhassa da çıkış şarkısı “Electric Girl”) Türkiye dışında büyük olay olmazsa bana da Habitus demesinler!
Bedük, yaptığın iş konusunda sana bin kere bravo diyor ve iddia ediyorum: “Go”nun Türkiye sınırları içinde kalması bence söz konusu bile değil! Havadis var mı havadis?
- Var ya, olmaz mı! Son albümden sonra yurtdışından çok fazla talep gelmeye başladı. Haziranda büyük sürprizlerim olacak. Kesinleşen konular var ama imzaları atmadan söylemem doğru değil. Ancak şu kadarını söyleyeyim; “Go”, yurtdışında büyük patlayacak. İspanya, ısviçre, Hollanda, Pakistan, İngiltere ve Amerika’dan hem konser hem de “Gelin albümü burada da çıkaralım” teklifleri aldık...
Vay vay vay, o zaman işler büyüyecek, öyle mi yani?
- Büyüyecek ya, inşallah...
Normalde bir ekibin yaratacağı bir projenin hem objesi hem de çalışanısın... Neden böyle, çok mu zor birileriyle ortak çalışmak senin için?
- Tek başıma olmamın birkaç sebebi var. şimdiye kadar fikir anlamında “klik” ettiğimiz, farklı bir vizyonu olduğunu düşündüğüm, kafamda yeni kapılar açacak biriyle henüz karşılaşmadım. ıkincisi, üç sene önce ben burada olacağım diyordum, şu anda olacağımı düşündüğüm yerin de ötesindeyim. Üç sene önce bunları paylaştığım zaman konuştuğum adamlar bunu görmek bir kenara, bunların olacağına ihtimal bile vermiyorlardı.
Neden?
- Neticede benim yaptığım, elle tutulur bir iş değil. Bir vizyonu kelimelere dökerek anlatmak çok zor. O yüzden kendi kendime hareket etmeyi tercih ettim. Ayrıca birlikte çalışacağım kişinin vaktini tamamıyla bana ayırması gerekiyor, böyle bir hayat mümkün değil. Gün oluyor, ufacık bir melodinin tonu için günler harcıyorum. Bunu ancak tek başıma yapabilirim.
ORYANTAL ÖĞELER BENİ İFADE ETMİYOR
Müziğinde hiç “bizim havalar” kullanmıyorsun, bunu sebebi nedir?
- Beni oluşturan şey değil çünkü. Müzik yapmaya karar verdiğimde öyle darbukalı, aksak ritimli, oryantal bir yerden yola çıkmadım. ıçinde darbuka geçen bir müzik dinlemiyorum, dinlemediğim, bilmediğim müziği de kendi müziğimin içine katmam. Bana ait bir şey olmaz o.
İlk çıkışın bugünkü sound’undan çok daha farklı, ortalama pop albümlerine daha yakın nitelikte bir albümleydi, neden? şimdi bakınca “vay be bu ben miyim” hissi oluyor mu?
- Evet, “Bu ben miydim ya” diyorum tabii ama o başka bir kafaydı. Zamanın koşulları onu gerektiriyordu. Düşün, Ankara’dan geliyorum, reklamcıyım ama aynı zamanda müzik yapmak isteyen bir gencim. Önümde bir fırsat var, bir yapımcıyla anlaşıyorum, sektörün içine giriyorum... Bir işe ilk adım atan insanın tecrübesiyle; o sektörün içinde uzun yıllardır yer alan insanların doğru dediklerinin doğru, yanlış dediklerinin yanlış olduğunu düşünüyorsun. Başka insanların doğruları aslında senin doğruların olmayabiliyor ama bunu zamanla öğreniyorsun.
O şarkılar da sana aitti ama...
- Evet, önceki yıllarda yaptığım bestelerdi, elime gitar alıp acaba Türkçe müzik yapmaya kalksam neye benzer diye yaptığım şarkılardı. Bu arada o albümü yaptığım zaman şu anda yapmakta olduğum tarzın demoları da hazırdı. ıki demo verdim yapımcıya, “Hangisini yapalım?” diye sordum. Elbette seçilen demo, daha tehlikesiz ve tutması daha muhtemel olarak görülen “Nefes Almak Zor” oldu. Yani 2007’de çıkan ve “Vay be Türkiye’de böyle işler de olabiliyormuş” dedirten “Even Better”ı ben 2003’te sundum aslında!
AMACIM TUTMASI İÇİN İŞ YAPMAK DEĞİL, YAPTIĞIM İŞİ TUTTURMAK
şarkı sözlerinin genellikle ıngilizce olması bilinçli bir tercih mi?
- Hayır değil, sadece şarkıyı yaparken ne çıkıyorsa o şekilde bırakıyorum. Daha önce de yaptım, yine Türkçe çok rahat yaparım. ıngilizce yapılmış ve öyle bilinmiş bir şarkıyı değiştirmek biraz samimiyetini bozmak gibi geliyor. “Daha çok tutsun, daha çok para kazanalım” diye böyle bir şey yapmak istemem. Benim amacım yaptığım işi tutturmak, “tutması” için iş yapmak değil.
Sence sen Türkiye’de pop dünyası içerisinde nasıl bir konumdasın?
- Bu yaptığım müziğin Türkiye için bir ilk olması beni mecburen “bayrak taşıyan adam” konumuna getiriyor. Kendimi öyle gördüğüm için ya da öyle olmak istediğim için değil, ortada olan işin sonucu bu. Yeni bir iş yapıyorsun ve kapı açıyorsun...
Serhat ve Bedük birbirlerinden çok farklı karakterler mi?
- Bedük, benim kafamda yarattığım ve benim karakterimden bağımsız bir kişilik değil, alter egom diyebiliriz aslında. Meseleye bir projeymiş gibi yaklaşıyorum, kendi kendimin projesiyim. Giyeceğim ayakkabıdan sahnedeki duruşuma, albüm kapaklarından şarkılarımın en ince detayına kadar her şeyi ben yapıyorum. Marka gibi bakıyorum. Üstelik o markanın tüm işini sadece bir kişi yapıyor. Hatta 10 kişinin işini bir kişi yapıyor diyelim. Eşim Zehra da menajerliğimi yapıyor, onun da oğlumuz Kerem’in bakımı dahil bir 10 kişilik iş yaptığını varsayarsak birlikte 20 kişilik bir ekibiz aslında!
LİSE AŞKIMLA EVLENDİM
Ya, sen evlisin bir de üstelik. Nasıl tanıştınız Zehra’yla? O “cool” Bedük’ün Serhat halini merak ediyorum ben aslında, nasıl bir hayatınız var bana biraz anlatsana...
- Zehra benim lise aşkım. Liseden beri birlikteyiz, beş sene önce de evlendik. Bir sene önce oğlumuz oldu, maşallah her şey yolunda. Evimizde üst kat stüdyo, sürekli evdeyiz dolayısıyla. Stüdyo ve evin bir arada olması daha iyi, çünkü oğlum Kerem var. Açıkçası müzik yapmadığım zaman hiçbir şey yapmıyorum, çünkü o hiçbir şey yapmadığım zaman aralığı çok fazla değil aslında. Dinlenmem lazım. Diyorum ya Zehra’yla 20 kişilik iş yapıyoruz diye, hakikaten boş zaman çok az...
MÜZİK PİYASASINDA OTOMASYON VAR
Pop müzik içinde çok sağlam müzisyenler ve müzikler var ama genelde ortaya çıkan işlerin harcıalem olduğu konusunda hemfikirizdir herhalde. Neden böyle sence?
- Bizim sektörde otomasyon var, hızlı iş var. Büyük paraların bağlandığı ve döndüğü bir sektör bu, olan sistemde işler olması gerektiğinden çok daha hızlı üretildiği için kötü sonuçlar çıkıyor ortaya. Yapımcı bir önceki tutan işin benzerini istiyor, çünkü para kazanmak istiyor, eh bir önceki tutan işin bir benzeri, bir benzeri derken ortaya koca bir çöp yığını çıkıyor. Müziğin kalitesizliğini sürdürecek bazı “doğrular” var yapımcıların kafasında. Mesela “Türk dinleyicisi vokal seviyor” diyorlar. Dolayısıyla vokalleri alabildiğine açıyorlar, arkada enstrümanlar vızıltı olarak kalıyor. Bana kalırsa “Türk insanı şunu dinliyor” diye bir şey yok. Madem vokal seviyorlar, o zaman neden beni dinliyorlar kardeşim?