Dün gece Kanal D'de yeni sezona merhaba diyen "Güllerin Savaşı"nda izledik Barış Kılıç'ı. Bu gece ise TV8'de geçen yıl çektiği sinema filmi "Seni Seviyorum Adamım" gösterilecek. Kısa yaz tatilinin ardından sezona bomba gibi giren Kılıç'a tatilin yaradığını gördüm. Zayıflamış, spor yapmış, bronzlaşmış, çok daha çekici görünüyor. Kendi bu kadar iyi görünürken kadınlara da birkaç lafı var: "Estetik bir yere kadar, tavrınızla öne çıkın."
* Barış, bu hafta sonu televizyonlarda hep sen varsın. TV8, "Seni Seviyorum Adamım"ı yayınlıyor. Bu film vizyona girdiğinde çok arkasında durmuştun, hatırlıyorum... - İlk filmim, ilk göz ağrım çünkü. Benim için çok önemli. Yazın da Bulgaristan'da gala yaptık. Sofya'ya gittim. Güzel, keyifli oldu.
* "Güllerin Savaşı" da ikinci sezona başladı. Hayırlı olsun... - Teşekkürler. Benim için yoğun bir hafta. Hepsi aynı haftaya denk geldi.
* Çok zayıflamışsın ve son derece fit görünüyorsun. - 4 kilo verdim aslında ama sıkılaştım herhalde, çok spor yaptım.
* Kaç günde bir, kaç saat spor yapıyorsun? - Setimin olmadığı gün mutlaka yapıyorum. Haftanın altı günü deliler gibi spor yapmıyorum ama haftada üç gün kesinlikle gidiyorum. Gidince de 1 saat 15 dakikada bitiriyorum.
* Saatlerce kalmıyorsun yani? - Saatlerce kalman için neden yok. Spor dediğin zaten 40 dakikada bitiyor. Sonrası lak lak. Geyik başlıyor. İşimi bitirip çıkarım ben.
* Nasıl geçti yaz? - Hareketliydi. Haziranın ilk haftası dizi bitti. Sonrasında Londra'da Prens Harry'nin bir yardım kampanyası için davet vardı, oraya katıldık.
* Nasıl bir geceydi? - Gece değil, gündüzdü. İngilizlerin kriket oyunu var, onu oynadılar, biz de izledik. Tuhaf bir spor, hâlâ anlamış değilim. Sonra küçük oğlumu Barcelona'da bir haftalık futbol kampına götürdük.
* Futbol merakı babadan oğula geçmiş demek ki! - Evet. Sporcu olmak istiyor, ben de şimdiden en azından ona o dünyayı göstermeye çalışıyorum.
* Kaç yaşında çocuklar? - Büyük oğlum 8, ufak oğlum 5 yaşında.
* Futbola o kadar erken mi başlamak gerekiyor? - O disipline 8-9 yaşında girmek lazım. Şimdi hem antrenman yapıyor hem de futbolun ne olduğuyla alakalı dersler alıyor. Kışın da devam ediyor. Fenerbahçe altyapıda oynuyor Batu. Futbolun sadece topa vurmaktan ibaret olmadığını bu yaşta öğreniyor.
* "Oğlum futbola erken yaşta yönelince eğitimine gereken önemi vermez" diye endişe ediyor musun? - Bunu ailece çok tartıştık ama çocuğun istek ve arzusunu kırmak bence daha tehlikeli bir şey. Sonuçta şu an istiyor. Eğitimine de en üst seviyede devam ediyor, çok iyi bir okula gidiyor.
Elimizden geldiğince destekliyoruz o anlamda. Eğitimden asla feragat etmiyoruz ama çocuğun yüzde yüz spor da yapması lazım.
* Neden? - Çünkü hayat disiplinini spordan alıyor. Takım sporu yapmış biriyle, yapmamış biri arasında hayat anlayışı anlamında çok farklılıklar oluyor. Ben bu disiplini kazansın istiyorum.
* Sen ne zaman bıraktın futbolu? - Üniversite zamanında. Marmara Üniversitesi'ni kazanmıştım. Okulla antrenmanı birlikte yürütemedim. O zamana kadar çok profesyonel bir yere gelemediğim için de bir tercih yapmak durumunda kaldım; eğitimime devam ettim. Sonra zaten oyunculuk başladı.
* "Keşke futbolcu olarak ünlü olsaydım" dediğin oluyor mu? - Ben sporcu olmayı çok istedim. Bir sürü de profesyonel sporcu arkadaşım oldu. Onlar benim hayatımı merak ediyor, ben onların hayatını merak ediyorum. Ben kısmen de olsa onların hayatını yaşadım. Kamplar, yurtdışı seyahatleri, o takımdaşlık bambaşka, çok keyifli bir şey.
* Sen de şimdi en azından halı saha maçları yapıyorsundur, uzak kalmamak, eski günleri bir parça da olsa yaşatmak adına! - Risk alamıyorum maalesef. Dizi için yaptığımız sözleşmelerde sakatlık vs. olmayacak gibi maddeler var. Halı sahada oynamak, kayak yapmak; bunların hepsi yasak.
Sakatlık riski olan şeylerden uzak durmamız gerekiyor. Haksız da sayılmaz yapımcı. Senin bir saatlik keyfin için koskoca proje yarıda kalabilir...
* Yasaklanan başka ne var? - Çok yemek yemeyeceksin, içmeyeceksin, sete geleceksin...
* Sete bu kadar çok gelme durumu bağımlılık yaratıyor mu insana? - Tabii. O süreci yaşayan, 2-3 hafta boşlukta sanki hayatta hiçbir işe yaramıyormuş hissiyatına kapılıyor. Enteresan bir duygu. Çalışırken yoğunluktan şikayet ediyoruz, boşlukta da "Ya işte bitsin bu tatil" diyoruz. Böyle eğitilmişiz açıkçası. Böyle kurulmuş şifre, böyle de devam ediyor.
* Güllerin savaşı ne demek? - Tarihte İngiltere'de taht için çıkan bir savaş. Böyle bir film de var. Ama bizimkinin bunlarla alakası yok tabii. Bizim dizimizin içinde iki 'Gül'ün; Gülru ve Gülfem'in savaşı var. İhtiras var, hedef var, idealistlik var...
* Senin hayatında yaşandı mı hiç savaş? - Kendi adıma çok savaş verdim. Çok küçük yaşta hayatın direkt göbeğinden başlamak zorunda kaldım. Erken yaşta hayat kavgası vermeye başladım. Bu da beni eğitti.
* Nasıl yani? Hayat kavgasından kastın ne? - Babam emekli öğretmen. İlkokul öğretmeniydi. Biz de ilkokul çağında İstanbul'da zor şartlarda okuduk kız kardeşlerimle.
* Benim babam da öğretmen, hatta ilk öğretmenim. Sana da okuma yazmayı baban mı öğretti? - İlk öğretmenim değil ama ilk tokadı ondan yedim diyebilirim. Disiplin dediğimiz şeyi babamdan yediğim ilk fiskeden öğrendim.
* Başka neler öğrendin ondan? - Hiç kimsenin kanun ya da bir sistem karşısında hiç kimseden farkı yok, sadece herkes yaptığı işle anılır. Başarılıysan başarılısındır, yapamıyorsan başarısızsındır. Başarılı olmak için de çalışman gerek.
* İlk paranı nasıl kazandın? - Su satmıştım pazarda.
* Ne aldın o parayla? - Kötü bir şey aldım, hâlâ da onun burukluğunu yaşarım. Annem sigara içiyordu, ona sigara almıştım.
* Ama anneni mutlu etmek için almışsın... - Anneme ilk hediyem de domatesti. Anneler Günü'nde 2 kilo domates almıştım. Hiç unutmaz, hâlâ aklına geldiğinde oturup ağlar.
* Neden domates? - Küçüktüm. Mahallede "Bugün Anneler Günü, siz annenize ne aldınız?" diye konuşuyorlardı. Benim de cebimde çok az para vardı. O sırada oradan bir seyyar satıcı geçiyordu. Tezgahta en çok gözüme çarpan domatesti herhalde. Aldım çıktım eve, anneme verdim. O gün de evde bir sürü misafir vardı. Domatesleri görünce gözlerinden yaşlar boşaldı.
* İki erkek çocuk babasısın, onları yetiştirirken zorlandığın oluyor mu? - Büyük oğlum aynı bana benziyor. Hareketleri, tavırları vs. Bazen ben iyi bir adamım herhalde, o da iyi olacak diye düşünüyorum. Ama şimdiki jenerasyonda da istek, talep bitmiyor. Çocuk yani, isteyecek, bu çok doğal belki ama ben o yaşlarda bir şey isteyemiyordum.
Durumu biliyorduk. Bu da benim erken büyümemi tetikleyen bir şey oldu. Şimdi bakıyorum onların imkanları daha iyi bizden ama dertleri de bizden daha fazla...
* Limit ya da kural koyuyor musun çocuklarına? - Limit koyuyorum. iPad'le oynama, TV izleme saatleri sınırlı. Yaşlarına uygun olmayan bir şeyi asla izletmiyoruz. TV ile ilişkilerini sınırlı tutuyorum, sokağa çıkarıyorum. Her şeyi paylaşıyoruz, beraber vapura, trene, otobüse biniyoruz.
* Yakında yayınlanmaya başlayacak olan HAÇİKO kamu spotuna sen de büyük katkıda bulundun. Eve hayvan alındı mı o arada? - En son geçen hafta eve kuş aldık. Çocuklar çok seviyor hayvanları. Bense evde kedi-köpek bakımının zor olduğunu düşünüyorum. Bahçeli bir yerde koşup oynayabilecek bir hayvanı küçük bir eve hapsetmek beni çok rahatsız ediyor.
* Popülerliği olgun yaşta elde etmen iyi mi oldu? - Ben 30 yaşından sonra çok popüler oldum. Bu işi 20 yaşından beri yapıyorum ama zaman 30 yaşından sonra benim için doğruyu getirdi önüme. Şimdi de diyorum ki iyi ki böyle olmuş. Çünkü daha erken yaşta böyle bir popülaritem olsaydı bunu çok yanlış değerlendirebilirdim, kaldırmayabilirdim.
* "Popüler olduğum yıllar evliliğime denk geldi" diye iç çektiğin oluyor mu? "Ah evli olmasaydım, neler yapardım" dediğin? - Allah zaten insana her şeyi bir arada vermiyor, ben hep bunu söylerim. (Gülüyor) Ben doğada böyle bir denge olduğuna inanıyorum. Allah insana sapıtmasın diye her şeyi ölçülü ve zamanında veriyor.
* Nasıl kontrol ediyorsun kendini? - İç kontrolüm çok gelişmiş. Sınırları hep korudum. İkili ilişkilerimde olsun, aşklarımda, flörtlerimde olsun çirkinlik boyutuna hiç geçmedim. Çünkü hep dürüst olmaya, dürüst davranmaya çalıştım. Dolayısıyla hiçbir kırgınlık yaşamadım eski ilişkilerimde de.
* Biscolata erkeklerine benzetiyorlar seni... - Evet bir dönem çok konuşuldu. Hatta arkadaşlarım aradı, "Reklam çekmişsin" falan dediler. Gidip firmadan göz payı isteyecektim. (Gülüyor)
* Öyle bir teklif gelse yapmaz mısın? - Ben ürünle oyuncunun birbirine yakışması gerektiğine inanıyorum. Bana da çok teklif geldi reklam yüzü, marka yüzü olmam için. Ama o işi zevkle yapmalıyım, o ürüne yakın olmalıyım.
* Senin sektöre ilk girişin, bir arkadaşınla gittiğin reklam çekimiyle olmuş. İş görüşmesine o gitmiş, rolü sana vermişler, doğru mu? - Evet. Şimdi o günleri gülerek hatırlıyoruz. Zaten herkesin bir şeylere başlaması tesadüflerle gerçekleşiyor. O da benim tesadüfüm oldu.
* Arkadaşın oyuncu oldu mu? - Reklam sektöründe, oyunculuk yapmıyor ama arka planda çalışıyor.
* Seninle sohbetlerimizde hep bahsettiğimiz şey, şehir hayatının verdiği yorgunluktu. İstanbul seni yormaya devam ediyor mu? - Son sürat devam ediyor. Emeklilik demeyelim adına ama gelecekle ilgili planlarımı biraz daha öne çekmeyi düşünüyorum. Daha sade bir hayat istiyorum. Ege'de, güzel bir kasabada, bir taş evin içinde olmayı hayal ediyorum.
* Bir dönem öfke kontrolüyle ilgili şikayetlerin vardı, hâlâ çok kavga ediyor musun? - Öfkemden şikayetim vardı, ani öfke patlamalarım oluyordu. Ama bunları dizginledim. Çünkü günün sonunda hep özür dileyen ben oluyorum. Böyle olunca haklıyken haksız duruma düşüyorsun.
Ve onarma süreci sana düşüyor. Öfke çok berbat bir şey. Eften püften her şeye bağırıp çağırmak zaten doğru bir şey değil.
* Kendini doğru ifade edemediğin zaman bağırırsın aslında. Sen ne zamanlar bağırıyorsun? - Ben işime çok önem veriyorum ve iş ortamında kaytaran tiplere dayanamıyorum, agresifleşiyorum.
* Her pazartesi psikoloğa gidiyor musun hâlâ? - Bir dönem çok gidiyordum. Psikoloğum bana "Tatile çık, beni aramazsın" derdi. Gerçekten de öyle oldu yani. Ama yine ufak ufak başlayacağım. (Gülüyor)
* Bu sektörde evli kalmak zor mu? - Sektörde zor ama normalde de zor. Evlenen insanın evliliği kabul etmesi lazım. Güzel bir adam ya da güzel bir kadın gördüysen o anda ona bakman, konuşman çok normal, insani şeyler yani. Bu ülkede "Neden bakıyorsun" kavgasından ölen bir sürü insan var. Ben bunu anlamıyorum, insan insana bakar yani.
* Sen baktığında şimdi "Barış Kılıç bana baktı" diye havalara giriyorlardır ama? - Artık o da onların zekası, ona bir şey diyemem. Bakmaya değecek insana bakarım. Bakıp iç geçirmekten bahsetmiyorum. Herkes bakıyor da yalan konuşuyor. "Bakmamalıyız" diyen insan bence en çok bakan insan.
* "Erkekler asla evlenmeyi düşünmez, bunu kadınlar düşündürtür" demişsin... - Bir erkeğin hayalinde mutlaka bir gün evlenip çocuk sahibi olmak vardır. Sahip olduğu şeyleri birilerine devretmek ister çünkü. Bunu da doğru kadınla yaşamak erkeğin birinci hedefidir.
Karşına çıkan kadının ilk başta tabii güzelliğinden etkileniyorsun, flört döneminde heyecan yaşıyorsun. Bu heyecan azaldığı zaman, hâlâ o kadının senin sonraki zamanını taşıyabileceğine inanıyorsan, işte o zaman düşünmeye başlıyorsun evliliği.
* Yıllar süren sağlam bir evliliğin var. Sırrınız nedir? - Evliliği uzun süre yürütmek başarı değil. Kimse 40 sene evli kaldın diye boynuna madalyon takmıyor. Mutlu musun değil misin, önemli olan bu.
* Çocuk önemli mi evliliklerde? - Bence hayatta çok önemli.
* Çocuğunuz olmasaydı evli kalır mıydın? - Çocuk yapmak şart mı, tartışılır ama benim için çocuk yapmak çok önemliydi. Çocuğumuz olmasa ayrılabilirdik.
* Şiir yazıyordun bir ara, yazıyor musun hala? - Eskiden Türkçe, edebiyat derslerim çok iyiydi. Hep benim yazdığım kompozisyonlar okunurdu sınıfta. Eskiden kaleme aldığım şeyler vardı ama uzun zamandır yazmıyorum. Kafamda yazmak istediğim bir senaryom da var.
* Sinema filmi var mı ufukta? - Vardı bu yaz ama 1,5 ayda bir şey çekecek enerjim olmadığını düşündüm. Seneye yine "Seni Seviyorum Adamım" tarzında bir şeyler yapacağım. Okudum senaryoyu, sevdim.
* Kadınlarda tahammül edemediğin estetik hataları neler? - Çok güzel sordun. Ben bunu dizi senaristlerinden istedim zaten. "Bana bir monolog yazın konuşayım" dedim. Bir kadın yüzünü, burnunu, ağzını yaptırmak için gelsin ve ben asıl konunun bu olmadığını açıklayayım. Bu senaristlerin çok hoşuna gitti. Olacak sanırım ileriki bölümlerde.
* Sen yazsan nasıl bir monolog yazardın? - Estetiğe karşı değilim. Fiziksel olarak rahatsız eden bir şeyler varsa, yapılmasına yüzde yüz katılıyorum. Ama bazıları genç yaşta kendine ihanet ediyor. Ne gereği var? Zaten iyisin, hoşsun güzelsin. Bırak, tavrınla öne çık, tavrın seni bir yere taşısın.
Herkes gibi olmak hiçbir şey ifade etmiyor. Aynı fabrikadan çıkmış insan grubu gibi gelmeye başlıyor bir süre sonra.
* Bu yıl dizide yenilik var mı? - Yeni karakterler giriyor. Hemşiremiz var. Gülfem'in karşısına yeni bir arkadaş gelecek.
* Daha karmaşık bir 'çoklu aşk'a doğru mu gidiyor? - Belki de bu sefer herkes doğru yöne gider. 47-48 bölüm boyunca herkes bir mücadele verdi bir şeyler olsun diye ama artık durup düşünme vakti geldi. Şunu gördük ki aşkta mantık işlemiyor. Aşk sizi alıyor, oradan oraya vuruyor.
Dolayısıyla hiç kimse yerini bulamadı daha, bu sezon da belki yerini bulma çabasıyla geçecek.(Hürriyet-Ömür Gedik)