ATİKSOY VE GÜLEÇ'TEN SAMİMİ AÇIKLAMALAR!

“Öyle Bir Geçer Zaman ki” dizisinin bir türlü kavuşamayan aşıkları Berrin ve Ahmet, bir araya geldi. Yıldız Çağrı Atiksoy ve Tolga Güleç, hem izlenme rekorları kıran dizinin kamera arkasını anlattı hem de aşk dedikodularına yanıt verdi.

ATİKSOY VE GÜLEÇ'TEN SAMİMİ AÇIKLAMALAR!

“Öyle Bir Geçer Zaman ki”ye başlayalı 1,5 yıl oldu. Nasıl sette durumlar? İyice alışmışsınızdır birbirinize...

Yıldız Çağrı Atiksoy: Aile gibi olduk artık. Çok keyifli her şey. Tüm ekip özenle, saygı ve sevgiyle çalışıyoruz. Bu da tabii ister istemez işe yansıyor. 7/24 bir aradayız. Ailemizden çok birbirimizi görüyoruz. Ben bizim seti domino taşlarına benzetiyorum, birini çekerseniz tüm taşlar yıkılır.

Tolga Güleç: Zaten sette de annelerimiz, babalarımız var. Meral Çetinkaya annemiz, Erkan Petekkaya ağabeyimiz, Hüseyin Avni Danyal da babamız gibi. Yönetmenimiz de bir nevi annelik yapıyor, motive ediyor.

Sizin karşılıklı sahneleriniz bir dönem azalmıştı ama son dönemde yeniden arttı. Birlikte çalışmak keyifli mi?

TG: Mükemmel! Çağrı, canım ciğerim benim. Çağrı’nın dediği gibi domino taşlarına benziyor bu durum. Bir takım oyunu bu iş. Tabii ki en önemli partnerim Çağrı ama tek partnerim de o değil. O yüzden ayırt edemiyoruz.

YÇA: Bu benim ilk setim değil ama ilk setimmiş gibi gördüğüm bir şey var; inanılmaz uyumluyuz. Daha üçüncü gün kardeş gibi olduk. Repo (tatil) günlerinde bile sabah kalkıp herkes birbirini arıyor “Haydi bir şeyler yapalım” diye. Bizim arkadaşlığımız, dostluğumuz diziyi geçti. Bir de hiçbirimizin egosu yok. Her oyuncunun egosu vardır mutlaka ama bizim setimizdeki herkes onu cebinde tutmayı biliyor. Bence dizi bittikten sonra çok büyük bir boşluğa düşeceğiz, çünkü hepimizin bir kader birlikteliği de var. Çoğumuz bu diziyle tanındık. Onun bocalamasını, şokunu hep beraber yaşadık.

BİZ GENCİZ, GEZİP EĞLENMEK İSTİYORUZ

Neler yaşadınız?

YÇA: Bu zamana kadar kötü bir şey yaşamadık ama bir şaşkınlık durumu oluyor tabii. Bir yerde oturduğunuzda herkes dönüp bakınca şaşırıyorsunuz mesela. Ünü kabul etmeniz, aynı zamanda da umursamamanız gerekiyor. Umursadığınız ya da kabul etmediğiniz an yanarsınız. Onu hazmetmeniz gerekiyor. Benim için ün diye bir şey yok. Onu karşımızdaki insanlar bize giydiriyor bir kostüm gibi. Her zaman gittiğiniz bardan çıkarken karşınızda bir sürü kamera görünce şaşırıyorsunuz. Biz genciz, tecrübesiziz, illa ki dilimiz sürçecek. Kameralara karşı konuşmak çok zor. “Eyvah, kamera beni çekiyor!” diyorsunuz. İnşallah zamanla alışacağız.

TG: Başlarken benim de en büyük korkum şöhreti hazmedememek oldu. İlk başlarda alışamadım tabii. Annemle dışarı çıkıyordum, “Anne bu insanlar bana niye bakıyor?” diyordum. Zaman zaman “Ne bakıyorsun?” demek istediğim adamlar bile oldu. Bu duruma zamanla alışıyorsunuz ama her adımınıza dikkat etmek zorunda kalıyorsunuz, her yere gidemiyorsunuz.

İnsanın istediği yere gidememesi zor olmalı...

YÇA: Eskiden belli başlı yerler varmış, ünlü isimler oralara gitmezlermiş. Ama şimdi her yer öyle, çünkü ünlü birini gördükleri zaman gazetecileri çağırıyorlar. Ama biz de genciz, gezip eğlenmek, yaşamak istiyoruz. En dinamik, en enerjik yaşlarımızdayız. Bir de bizim dizi drama olduğu için onu dengelemek zorundayız. Ağla ağla ağla, nereye kadar!

Sette bütün gün ağlamaktan moraliniz bozulmuyor mu?

TG: Psikolojimizin bozulduğu anlar oluyor tabii. Kendimi role çok kaptırmam gerektiğinde, çekim sonrası “Çok ağladım bugün, iyi değilim” durumu oluyor bende. Çünkü “Ya onun yerinde gerçekten ben olsaydım” diye düşünüyorsunuz. Tiyatro sahnesinde de çok başıma gelmişti bu.

YÇA: Bende öyle olmuyor. Duygu bocalaması yaşıyorum tabii ama onu kendime çok fazla yansıtmamaya çalışıyorum.

İZMİR’DEYKEN AYNI MAHALLEDE OTURUYORDUK

Sizin uzun süredir tanıştığınızı biliyoruz ama nasıl tanıştığınızı bilmiyoruz...

TG: Altı yıl oldu sanırım. Mahalle arkadaşıyız İzmir’den.

YÇA: Tolga bir sokak ötemizde oturuyordu.

Küçükken de tanışıyor muydunuz, sokakta oyun oynamışlığınız var mı?

TG: Yok, sonradan tanıştık. Çağrı bizim mahallemizin kızıdır yani... (Gülüyor)

YÇA: İkimiz de Karşıyakalıyız. Ortak arkadaşlarımız vardı, öyle tanıştık. Aynı dizide rol almamız da çok büyük tesadüf oldu.

Seçmelerde karşılaşınca ilk tepkiniz ne oldu?

YÇA: İlk ben seçilmiştim. Ahmet rolünü oynayacak birini arıyorlardı. Bana sadece “Tolga gelecek” dediler ama hangi Tolga olduğunu bilmiyorum tabii.

Öğrendiğimde ise iki kat sevindim.

TG: Benim de okulum yeni bitmişti, askere gitmiştim. Askerden yeni döndüğümde aradılar rol için. Seçmelerde karşılaştık. Üstelik ben son adaymışım. Okuma provasına da iki gün vardı. Kaderin cilvesi diyelim...

Hem uzun süren hem de izlenme rekorları kıran bir işin içinde yer almak, bu başarının bir parçası olmak size neler hissettiriyor?

YÇA: Ben yüreğimin sesini dinledim bu işte. Önce işin ismini söylediler bana, hemen “Tamam” dedim. İsme tutuldum çünkü. Cast da çok mühim tabii, dışarıda özel kurslarda öğreneceğin her şeyi sette öğrenebiliyorsun.

TG: Altı sene konservatuar okudum, setin ilk günü “Okula yeniden başladım” dedim. Önümde 150 üniversiteli genç, temmuz sıcağı, heyecandan ölüyorum ve benim onlara hitap etmem lazım. Elim ayağım titriyordu kamera önünde. Oyunculuk işte orada başladı benim için.

TWITTER’DAKİ TEPKİM YANLIŞ ANLAŞILDI

Çağrı Hanım, bir vatandaş vapurda sizi fotoğraflayıp internette paylaşmış. Siz de bunun üzerine Twitter’a “Sabah işine, akşam evine giden adamsın” yazdınız ama bu sözler yüzünden çok eleştirildiniz. Yanlış mı anladılar sizi acaba?

YÇA: Evet, yanlış anlaşıldı yazdıklarım. Benim söylemek istediğim şuydu; o fotoğrafı çekmek, o kişinin işi değil. Bunu bir gazeteci yapsaydı zaten susardım, sonuçta o onun işi. Ama başka meslekten birinin telefonuyla fotoğrafımı çekip siteye koyması bana saygısızlık gibi geliyor. Ayrıca ben karşımdaki kişiyi küçümsemedim, estağfurullah öyle şey olur mu? Ben de vapura, dolmuşa, otobüse biniyorum. Ben sadece karşı taraftakine “Sen gazeteci değilsin, benim yaptığım gibi vapur sefanı yap” demeye çalıştım.

TG: Bir de bizim hakkımızda “Twitter’da kavga ettiler” diye haber çıktı.

YÇA: Biz tecrübesiz olduğumuz için bazı konuşmalarımızın nereye gideceğini bilmiyoruz. Mesela “Çok özür dilerim” bizim aramızda bir geyik. Twitter’a öyle yazınca “özür diledi” diye haberler çıktı. Özür dileyecek ya da kavga edecek olsam, bunu Twitter’dan mı yaparım?

Bu 1,5 yıl size mutlaka çok şey katmıştır...

YÇA: Çok... Sorumluluk kattı bir defa. Hareketlerimizi kontrol eder olduk. Ayrıca ben huzurun ne demek olduğunu öğrendim. Bu zamana kadar bilmiyormuşum huzurun ne demek olduğunu. İnsanlar çok önyargılıymış, onu da gördük.

TG: Bana bir ağırlık çöktü. Espriler yapmak isterken, “Eyvah bana bakıyorlar” diye bir psikolojiye giriyorum mesela. O da beni çok ağır abi konumuna düşürüyor. Kötü anlamda söylemiyorum bunu. Davranışlarıma daha dikkat ediyorum. Seyirci Ahmet’e çok inandığı için “Ahmet bu mu?” demelerini istemiyorum.

SEVGİLİLİKTEN ÖTE BİR BAĞ VAR ARAMIZDA

Sürekli sevgili olduğunuz yazılıyor, gerçekten sevgili misiniz?

TG: Dizide sevgiliyi oynuyoruz, çok normal değil mi yazmaları?

YÇA: Tolga, benim gerçekten kolum kanadım gibi. Ağabeyim, dostum, babam o benim... Diziden önce de hayatımdaydı, diziden sonra da hayatımda olacak. Buna alışmaları gerekiyor. Biz sette hepimiz kardeş gibi olduk. Ne benimle Tolga arasında ne de setteki diğer arkadaşlarımız arasında böyle bir şey söz konusu. Biz her seferinde “Arkadaşız” dedik, şimdi susuyoruz ama siz sordunuz diye tekrar cevaplıyoruz; aramızda dostluktan başka bir şey olamaz. Sevgililik de neymiş? Ondan öte bir bağ var bizim aramızda. Bu haberler yüzünden annem bile telefon açtı “Tolga’yla sevgili misin?” diye.

TG: Yok, benim gerçekten sevgilim yok.

Dizi devam ediyor ama sonrası için nasıl planlar yapıyorsunuz?

YÇA: Şu an her şey çok güzel ilerliyor ama sonrası çok riskli...

TG: Dizinin bitmesini istemiyoruz. Şu an mutlu olduğumuz için yarından sonrasını düşünüyoruz. Ne yapacağımıza o zaman karar veririz.

KENDİNİ BEĞENMEYECEKSİN

Ekranda kendinizi nasıl buluyorsunuz?

TG: Ben beğenmiyorum. “Keşke böyle oynamasaydım, keşke öyle bakmasaydım” diyorum...

YÇA: Zaten kendini beğendiğin an o iş olmaz. Beğenmeyeceksin, illa ki bir hatanı bulacaksın.

Aileleriniz beğeniyor mu sizi?

TG: Ben, dayak yediğim sahnelerde annemin ağladığını bilirim. Çağrı yanımdayken “Berrin’le ne zaman kavuşacaksınız?” diye sorduğunu da...

YÇA: Berrin’in hastanede yattığı sahnede, Aylin yanına geliyor. Berrin, bebeğini Aylin’e emanet ettiğini söylüyor. O sahnede anneannem fenalık geçirmiş, kolonyalar dökmüşler. Aile her zaman destekler. Bir de benim babam çok eleştirir. Her bölüm sonu bana muhakkak mesaj atar, “orta, iyi, güzel” diye.

Aileler bile karakterlere bu kadar inanmışken seyirci ne yapsın...

TG: Bir keresinde İzmir’den dönüyoruz, uçağa yetişmemize bir dakika var, güvenlik görevlisi tuttu beni, “Berrin’le barış, yoksa seni geçirmem!” dedi. (Gülüyor)

TİYATROYU REDDETTİK

Siz hiç tiyatro oyununda yer aldınız mı Çağrı Hanım?

YÇA: İzmir’deyken çocuk oyunları hazırlardık. İstanbul’a gelince hep dizi projesi geldi bana, o yüzden öyle bir şansım olmadı. Bu sene Tolga’yla “Haydi tiyatro yapalım” dedik, zamanımız olmadı. Tiyatro bambaşka bir dünya. Yer almayı çok istiyorum.

TG: Bir oyundan ikimizi birden istediler ama gidemedik. Altı kişilik bir oyunda iki ana karakter olacaktık, reddetmek zorunda kaldık.

Kelebek