Her babayiğidin harcı değil hem 3 çocuk büyütmek hem de gerçek anlamda star olmanın faturasını ödemek. Ama o, adeta “nükleer santral destekli” enerjisiyle hepsinin altından başarıyla kalkabiliyor. Şöhretinin tam zirvesindeyken sahip olduğu evlatları bütünüyle değiştirmiş Gülben Ergen’in yaşamını. Efsane folk müzik sanatçısı Joan Baez’e ünlü olmakla ilgili bir soru sorulduğunda “Benim için en kolay ilişki 10 bin kişiyle, en gücü tek bir kişiyle kurulan ilişkidir” demiş ya...
Şimdi Gülben de milyonlarca hayranının yanında oğullarıyla birlikte kendisine kurduğu dört kişilik bir dünyada yaşıyor. Dernek çalışmaları, albüm ve sahnenin yanında yarından itibaren hafta içi her sabah Show TV’de yeni programıyla karşımıza çıkmaya hazırlanıyor. Onun “ödüllerim” dediği oğullarıyla olgunlaşan “yeni dünyasına” birlikte bir göz atalım ister misiniz? O zaman haydi başlayın okumaya...
* Geçen gün internette dolaşırken küçücük bir kızın Erkan Yolaç’ın karşısındaki zor anlarını izledim. Tanıyor musun onu? Burada evet-hayır şeklinde cevap verebilirsin gerilmene gerek yok. - (Gülüyor) Evet, evet, evet... Televizyonda insanlar beni ilk kez Erkan Yolaç’ın “Evet-Hayır” yarışmasında gördüler. Tabii o gördüklerinin Gülben Ergen olduğunu çok sonra anlayabildiler.
* Zaten orada Gülben Ergen değil, daha çok “ergen” Gülben’sin... - Hakikaten soyadımı en çok hak ettiğim yıllardı. Sonra da macera başladı. 87’de Hürriyet Türkiye Sinema Güzeli yarışmasında ikinci oldum. Kenan Kalav’la “Deniz Yıldızı” filmiyle sinemaya, “Hanımın Çiftliği” dizisiyle de televizyona merhaba dedim.
* Bunlar tamam da şöhrete nasıl merhaba dedin? - İbrahim Tatlıses’in “Haydi Söyle” klibi, ardından “Marziye”... Sonra onlarca dizi, televizyon programı, reklam filmi, sahne, albüm...
* Dinlerken yoruldum valla... - Sen onu bir de bana sor. Hiç kolay olmadı ama asıl dönüm noktam “Dadı”ydı.
* “Dadı”dan gerçek hayattaki dadılığa geçişine birazdan geleceğim de önce şunu söyle, sence Gülben iyi bir şarkıcı mı? - Şarkıcılıktan yorumculuğa geçişim biraz zaman aldı ama daha öğrenecek çok şey var tabii. Müziğe tutkunum, müzikle yenileniyorum, çoğalıyorum. Hem nereden çıktı şimdi bu soru, sesimi beğenmiyor musun yoksa?
* Valla ben beğeniyorum da, annen Gülser Hanım “Kızım sesin bu kadar vasatken kasetlerin nasıl bu kadar satıyor” diyormuş. - Demiştir, doğrudur. O kolay beğenmez, beğenmedikçe ben daha iyisini yaparım. Başarımın kamçısıdır annem benim. Ama son zamanlarda albümlerimi aldığını gördüm.
* Annen böyle acımasız eleştiriler yaparken, diğer eleştirileri takmıyorsundur herhalde? - Hiç acımasız değildir, aslandır, candır, hem Osmanlı’dır hem de Cumhuriyet’tir benim annem. Bir başına beni yetiştirmiş; ağabeyimi toprağa verdikten sonra bütün acılarını sindirip kendini torularına vermiştir. İçinde gizlediği hüzünleriyle severim ben onu. Nefesi yeter, nefesine kurban olduğum...
* Bazı insanların düşündüğü gibi “sahte ve sentetik” davranmak zorunda kaldığın zamanlar oldu mu hiç? - Yoo, hiç gerek kalmadı buna. Hep doğru insanlarla, doğru zamanlarda, doğru işlerde yer aldım. Sahte, sentetik olan hiçbir şeyi yapamıyor ve taşıyamıyorum. O kumaş benim üstümde sırıtır.
* Hırsına yenik düştüğün zamanlar da olmadı mı peki? - Hırsım sadece çalışkanlığımdan ibarettir. Mesleğimle ilgili akıl kararlarımı, yürek kararlarıyla değiştireli 10 seneyi geçti.
* Akıldan kalbe nasıl transfer oldu kararların? - İnsan aklıyla verdiği kararlarda pişmanlık yaşayabilir. Artık tüm kararlarımı kalbimle veriyorum, tüm riskleri onunla omuzluyorum. Bu yüzden de pişmanlığım yok.
* Geriye dönüp baktığında hiç mi pişmanlığın yok gerçekten? - Biraz klişe olacak ama inan hiç pişmanlığım yok. Yaşadığım her şeye minnettarım, çünkü onlar beni bugünlere getirdi. Zamanında üzüp ağlatanlar, hele hele yargılayanlar sabrı konusunda bir imtihana soktular Gülben’i. Hepsine selam olsun. Ben sadece onlardan gittim o kadar.
* Şarkındaki “Bendeki sabrın yarısını gösterene evliya diyorlar” misali... - Eyvallah aynen... * Söylemeden geçemeyeceğim, galiba çocuk doğurmadan önce bile bu kadar zayıf değildin... - 10 kilo verdim. Şeyda (Coşkun) ile çalışmak şahaneydi. Kilo değil, dertlerimdi giden.
* Bir dönem manşetlerden düşmeyen meşhur selülitlerin ne alemde? - Selülitlerim gayet iyi, sana selamı var (gülüyor). Azalmakla birlikte hâlâ duruyorlar. Tenimdeki her iz gibi onlarla yaşamayı da seviyorum...
* Beden güzelliği için sırlarını biliyoruz. Peki ruh güzelliğin için ne kullanıyorsun? - Ruhun tek şifası var Allah’a inanmak ve O’nun varlığını anlamaya çalışmak. Ruha parfüm sürülmüyor İzzet, iki ceviz bir avokado ile de besleyemiyorsun ruhunu. Dürüstlük, hayırseverlik, nezaket, yargılamamak, edep... Hepsi ruh güzelliğinin ilaçları.
* Hayata bakışında köklü bir değişim var sanki... - Ben yolun çok başında bir tasavvuf öğrencisiyim, sadece okuyorum. İnsanın yaradılışını, mucizesini görmeye; Allah’ın lütuflarını öğrenmeye başladıkça güzelliğin kremden, rimelden ibaret olmadığı anlıyorsun.
* Ya o şöhret denen “parıltılı canavar” ve mesleğin? - Güzel olma çabası bana mesleğimin getirdiği renkli ve eğlenceli bir yolculuk. Bunun dışında ışıklar söndüğünde bambaşka bir hayatım var. Mesela sana baktığımda ya da şuradaki kıza baktığımda seni yaradanı görüyorum sadece. Sen bir bahanesin benim için. “Bakalım bedeninde bana görünüp, ne söyleyecek” diye bekliyorum. Her insana bakışım bu...
* Tamam ben bahaneyim ama sorumun cevabını alamadım. - Hmm, anladım, kesmedi seni bu söylediklerim. İlle de bir tarif istiyorsan; yediğim tüm meyve ve sebzelerin kabuklarını suratımda görebilirsin (gülüyor)... Neredeyse bir vejetaryen gibi besleniyorum. Kırmızı eti çok az tüketirim. Doğallığı seviyorum.
* Duyan da sahneye çıkarken ben makyaj yapıyorum sanacak. - İnan bana kalsa hiç makyaj yapmam, eşofmanla geçiririm bütün günümü. Ne kadar az parfüm sürersem o kadar çok duyuyorum tenimin kokusunu. Mücevherlerden arındıkça ben parladım; ortaya çıktım. Kalabalıklarımı, ağır yükler gibi attım üzerimden.
* Geceleri eve girip, perdeler kapanınca yalnız olduğunu düşünüyor musun? - Çocukların uyku saati 9... Tüm masal kahramanları yerini sessizliğe bırakıyor, o saatten sonra. Ne Spiderman ağını; ne Buzz Lightyear “sonsuzluğa ve ötesine” naralarını atıyor. O zaman yalnız olduğumu düşünmemem imkansız.
İşte Twitter’da en aktif olduğum saatler. Arkadaşlarımın bana kukumav kuşu dedikleri anlar (kahkaha atarak anlatıyor). Ama sapasağlam dostlarım var. 7/24 çalarım kapılarını, ağlar haykırırım. Onlar benım sırtımı yaslayabildiğim dostlarım.
* Yalnızlığı ertelemek için ‘vur patlasın çal oynasın’ deyip sokaklara da atmıyorsun kendini. - Ne geceden anlarım, ne sokaktan... Ne gece gezmesi bilirim, ne moda mekan... Senede bir-iki kez Nihat (Odabaşı) beni dışarı çıkarır. Bak burası trend yer, herkesin geldiği yer diye anlatır, gideriz. Ama ertesi gün başım ağrıyor, yüksek volümlü müzik sonrası kulaklarım zonkluyor, toparlanamıyorum. Vur patlasın matlasın bünyeme aykırı, sevmediğimden değil, taşıyamadığımdan.
* Gelelim son günlerin çok konuşulan Başbakan’ın hayatının anlatıldığı “Usta’nın Hikayesi” belgeselinde makaslanma olayına... - Bu konuda o kadar çok yorum yapıldı ki... Yok veto yemişim, falan filan. Oysa tek bir gerçek var! Bir anımı anlatmamı ve soru sormamı istediler. Sayın Başbakan ile bir anım yoktu. Her karşılaştığımızda benim nasıl olduğum kadar, çocuklarımın gelişimini ve hatırlarını sormasına teşekkürümle başladım ve birisi mesleğimle diğeri derneğimle alakalı iki soru sordum.
* Beğenilmemiş olabilir mi? - Çekim esnasında tüm yetkililer pek beğenerek, tebrikler ederek, onlarca teşekkürlerle uğurladılar sağ olsunlar. Sonra herkes yayınlandı, ben yayınlanmadım. Allah’tan konuşma metnimi ve çekim esnasında tüm görüntüyü asistanım cep telefonuna kaydetmiş.
* 2002’nin Hürrem Sultan’ı, 2013’ün Hürrem’i Meryem Uzerli’nin yaşadıklarına; anne ve bir kadın olarak nasıl bakıyor? - Ayşe Arman’a verdiği röportaj hariç, Uzerli’yi tanımam ama yaşadıklarından bir kadın olarak etkilendim. Bir karar alırken elinin tersiyle geri çevirdiklerine ve her şeyden vazgeçebilmesine bayıldım.
* Kısaca çok cesur diyorsun Meryem için... - Hiçbir kadın ne babasız çocuk yetiştirmek ister ne de hamileliği boyunca yalnızlığı omuzlar. Bundan sonraki yaşamı ve tercihleri fazlasıyla irdelenecektir tabii ama ben annelik yolculuğuna, dürüstlükle paylaştığı acılarına, açıkyürekliliğine saygı duydum.
* Yaşadığın onca zorluğa rağmen “Bunlar herkesin başına gelebilir” gibi nasıl davranabiliyorsun? Bize gösterdiğin kadar güçlü bir kadın mısın? - Gibi davranmıyorum. İçimde atlı ordusunun dörtnala kalktığını hissederim bazen. Güçlüyüm evet. Entrikası olmayan ve Allah’a sözde değil özünde inanan herkes güçlüdür. Kaldı ki en doğrusu da bu.
Dediğin gibi her seferinde “Herkesin başına gelebilir” dedim. Duyulmadık travmaları ünlüler yaşayınca onlara hasmış gibi görüyor insanlar... Oysa gerçek hayatta öyle hikayeler var ki; senaryo yazıp dizi yapsalar bizlere bile “Olur mu ya bu kadar da?” dedirtebilirler.
* Eski Gülben’e bakınca o polemiklere nasıl girmişim diye hayıflanmıyor musun? - Sorma, gereksiz taktığımız otrişler gibi geliyor şimdi bana o polemikler. Konuşacak başka bir şeyin yok muydu be kadın diyorum ama hatırlıyorum o zamanki hislerimi. Birisi hakkımda bir şey söyleyince, aman cevap vermek için ertesi günü zor ediyordum. İnsanın kendini ifade edebilme süreci çok zor.
Magazin bugünkü gibi sükunetli de değildi o zamanlar. Flaş, bam, güm yer yerinden oynuyordu, benim de salak gibi hoşuma gidiyordu ki ertesi hafta yine cevap verebilecek gücü buluyordum kendimde. Pes bana (gülüyor)... Neyse, geçti bitti.
* O dönemlerde Hülya Avşar ile kıyaslanıyordun. Bugün yeni çıkan popçular bile sana rakip gösteriliyor. Bu senin kendini ne kadar geliştirdiğinin bir kanıtı mı yoksa tam tersi mi? - Tüm dünyada olduğu gibi rakip olma hâli başarılı her ismin yaşayacağı bir durum. Başarılı ama üreten, kendini yenileyen, krediden yemeyen, mesleğine saygılı herkes rakibim olabilir. Ben de onların tabii.
* Gelelim hayatındaki yakışıklılara... - Pardon? * Hayatındaki 3 yakışıklı adama; Atlas, Ares ve Güney... - Ee böyle adam gibi girsene konuya (gülüyor).
Bir dönem Türkiye’nin “Dadı”sıydın, çocukların için böyle bir dadı çalıştırır mıydın? - Hayatımın son altı senesinde gerçek dadı oldum işte. Nerede öyle neşeli, çiçekli, şarkılı rengarenk bir dadı? Bayıla bayıla çalıştırırdım tabii... Nasıl olsa evde bir Kenan Işık yok (gülüyor).
* Başbakan’ın “üç çocuk” çağrısını üstüne alınmış olabilir misin? - Hiç alakası yok... Şehrazat geçenlerde bir laf söyledi, bayıldım; “Kızım senin fıtratında varmış annelik” dedi. Değil üç, beş çocuğum olsa gocunmam. Ben durduramadım anneliği, hayat böyle ilerledi. İlk bebeğimin karnımda ölümünden sonra üç kez yaşattı Allah bana ödüllerimi.
* Bebeğini kaybettiğinde hiç isyan ettin mi? - Hiç ama hiç isyan etmedim, şikayet etmedim. Sabretmek benim diğer adım. Ama ciğerlerim yandı, kahroldum, çok üzüldüm. İlk hamileliğimdi...
* Tam zirvedeyken peş peşe gelen üç çocuk... Bunun altında sanat dünyasından gizli bir kaçış mı vardı? - Sanat dünyasından hiç kaçmadım, niye kaçayım? Ben renkli dünyamı kendi seçtiğim renklerimle seviyorum.
* Güç olmadı mı peki hamilelik ile sahneyi bir arada yürütmek? - Her hamileliğim mesleğimin zirvesinde, işten işe koştuğum zamanlara denk geldi. Vazgeçebilmeyi sindire sindire öğrendim. Hiç almadığım kadar konser, dizi, televizyon programı teklifi aldım.
* Neden hiçbirini kabul etmedin, insanlar hamileyken ne konserler veriyorlar... - Atlas’a hamileliğimde yerimde durmadım. 7,5 aylıkken bile konserlerimi verdim. Çok hareketliydim. Ama ikizlere hamileliğimde şartlar fazlasıyla değişti. 4 ay, evin içinde sadece 8 adım atabilme iznim vardı. Duşun içine iskemle koymuştum, oturarak yıkanırdım. İki canı sağlıkla doğurabilmemin şartı buydu.
Hep yatarak geçirdim günlerimi, gecelerimi... Altın Kelebek ödül töreni benim için çok kıymetlidir. Oraya bile gizlice tekerlekli sandalyede gittim.
* Anlamadım sahneye tekerlekli sandalye ile mi çıktın? - Arka kapıdan girip kimseye görünmeden tam ismim anons edildiğinde ayağa kalkmıştım hiç unutmam. Babetlerimle ödülümü almak için sahneye çıktım, 4 adım ileri gittim 5 adımda döndüm. Tekerli sandalyeden arabaya, arabadan yatağıma. Doktorum adımlarımı sayıyordu. Zordu, geçti...
* İkizlere hamile kaldığında “Atlas kıskanır mı?” diye bir suçluluk duygusu yaşamadın mı? - Atlas’a hayatının en büyük zenginliğini verdiğimi bilmeme rağmen ikizlere hamileliğim döneminde sürekli yatmam gerektiğinden sadece onu kucağıma alamadığım için çook canım yanıyordu.
* Bir annenin zorlu imtihanı... - Gerçi yattığım yerde gelirdi kucağıma. Saatlerce ikizlerim karnımda, Atlas’ım göğsümde uyurduk ama ayağa kalkıp onu kucağıma alamadığım haftalar benim için cidden çok zordu. * Şimdi aranız nasıl küçük beyle, suçluyor mu seni? - Biz Atlas’la kalp yolu ile konuşuruz, kelimeler hafif kalır ana-oğul ilişkimizde. Suçluluk tanımadığımız bir duygu.
* İkiz doğurmak genetik değil mi? - Evet öyle ama ailede o gen yoktu. Ben herhalde gen başlangıcıyım. * Doğru söyle yoksa tüp bebek mi? - Ne tüp bebeği Allah aşkına! Neler konuşuldu, neler yazılmadı ki... Taksi plakalarım olduğu gibi bir dolu şehir efsanesi yazıldı, söylendi yıllardır. Atlas’ın göbek bağını Harvard’a gömmemden tut, tüp bebeğe kadar neler neler...
* Ee naptın göbek bağını, Harvard uzak geldiyse bari Boğaziçi Üniversitesi’ne gömseydin? - Allah iyiliğini versin İzzet (gülüyor). Ne yapacağım, çocuğun göbek bağı doktorun teslim ettiği gibi kutunun içerisinde evde duruyor. * Çocuklarının fotoğraflarını devamlı Instagram’da, Twitter’da paylaşıyorsun. Korkmuyor musun nazardan?
- Benim çocuklarım prenses çocukları değil. Kralın tahtına sahip varisler de değiller. Eminönü’ne de gidiyoruz, metroya da biniyoruz. Zevkle paylaşıyorum kendi sınırlarım altında fotoğraflarımızı çünkü milyonlarca seveni olan bir anneleri var. Koyduğum her fotoğrafa değil nazar değmek, varsa olan nazarı alacak kadar sevgiyle baktıklarına, sahiplendiklerine o kadar eminim ki.
* Müzik çalışmaları yetmiyormuş gibi şimdi de TV programların başlıyor. Çocukları nasıl kontrol ediyorsun? - Onların kontrole değil, sevgiye ihtiyaçları var. Kendi kendilerini kontrol edebilecek kadar akıllı bıdık onlar. Evimizde düzenimiz tıkır tıkır işler. Ne işe başlarsam başlayayım; onların uyuması, yemekleri, banyoları, sohbetlerimiz, oyunlarımız asla aksamaz.
* Bu konuda konuşmayı sevmediğini biliyorum ama gelelim boşanma kararına... - O kararı almak kolay olmadı ve uzun zaman aldı. Çok tatsız günlerimden birinde sanırım annemdeydim ve uzanmıştım. Elimde Elif Şafak’ın “Aşk” kitabı, sayfa 134 hiiiç unutmam. 14’üncü kurala gelmişti sıra... “
Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme, ne biliyorsun hayatının altının üstünden daha iyi olmayacağını?” diyordu. * Çocuklara boşanacağını nasıl anlattın, zor olmadı mı? - Önce ben anladım, yaşadım, sindirdim. Tek başıma değil, iki sene önce babalarıyla birlikte anlattık.
* Annem beni ne kadar zor yetiştirdiğini hâlâ kafama vura vura anlatır durur. Sen hem anne, hem starsın. Vıdı vıdılayacak ne çok hikayen olur. - Hiç kafalarına vurmayacağım anlatırken. Onları büyütürken aydınlandım ben; onları doğururken yeniden doğdum ben. Onlar benim yaşama sebebim. Onlar benim şükürlerim. Onlar benim onlarsız geçen 35 senemin ödülleri. Onlar benim burnumun direği.
* Üç çocuğa bakmak maddi olarak kolay olmasa gerek... - Sorana bak... Gören de 10 tane çocuğu var zanneder. Ama haklısın hiç ama hiç kolay değil. Eğitim masrafları babalarına ait.
* 3 çocuk annesi Gülben Ergen için aşk defteri kapandı mı artık? - Sevilmeden, sırtıma bir el dokunmadan, beni düşünen biri olmadan, sevgimi sadece evlatlarıma bu denli güçlü vermenin sağlıklı olmadığını biliyorum. Yalnızlığın bir sonu olmadığını da... Aşkın defterini kapatmak bizim elimizde de değil ayrıca. Aşk bir lütuf ama kısa süreli aşklar beni yorar.
* Bundan sonra aşkın kanunu nedir senin için? - Aşkın kanunu, manunu olmaz da bundan sonra sonsuz bir aşk için söylenecek tek bir şarkım var: “Devlerin aşkı büyük olur/ Ya dağlar yerle bir olacak/ Ya kıyametler kopacak/ Ya da dünya duracak/ Senden öyle ayrılacağım...” İşte, ya bu şarkıyı birlikte söyleyebileceğim biri olur ya da hiç olmaz...
* Diyelim ki, karşındaki şarkının sözlerini unuttu... - Bu şarkının sözleri unutulur mu arkadaş? Benimki yalnızlık mı, tek başınalık mı bilmem. Ama bir başıma hayatımda özel bir şey yaşamadan da dünyanın döndüğünü gördüm, yaşadım, öğrendim.
* Peki ya çocuklar... Defterin kapağı yeniden açıldığında onlardan izin alman gerekmeyecek mi? - Oğullarımdan izin almam elbette, ama bu elim ayağıma dolanmaz anlamına gelmesin. Hayatıma birisi girerse; bir süre sonra çocuklarıma anlatırım. Mühim olan çocuklarımın bendeki huzur ve mutluluğu görmeleridir zaten. Sana bunları anlatırken bile avucumun içi terledi. Ne zor...
* Allah kısmet ederse ileride 3 gelinin olacak. Ya oğulların da senden izin almazsa, kaynana Gülben dünyanın kaç bucak olacağını gösterir ve çekilmez olur mu? - Kesinlikle aynı fikirdeyim ve bu konuda hiç kendimden emin değilim. Umarım tüm bildiklerim çöpe gidip, kendimi rezil etmeden efendi bir kayınvalide olup, susar evimde otururum.
* Tasavvuf öğrencisiyim dedin, hocan Cemalnur Sargut sanırım. - Yaşadıklarımı, gördüklerimi bir ben bilirim; bir de bendeki beni bilenler. İbadetim Allah ile benim aramda. Anlatmak mümkün değil. Ama bir ibadetim var ki onu avaz avaz anlatırım, derneğim Çocuklar Gülsün Diye... O başka..
* Peki Şems mi daha çok etkiliyor seni, yoksa Mevlana mı? - Şems-i Tebrizi.. Şems bir güneş, ona gözlüksüz bakamayız. Gözlerimiz kamaşır. Ona bakmak için gözlüğüm Rumi’dir.
* Öldükten sonra gömülmek için Mevlana ve Şems’in türbeleri arasında bulunan bir mezarlık satın almak istediğin doğru mu? - Doğru, istedim ama olmadı. Konya’da Şems ile Mevlana türbesinin arasında bir mezarlık var, Üçler Mezarlığı. Oradan mezar satın almak isteyen ilk ben değilim sanırım.
* Neden alamadın? - Her yerden mezarlık satın alınabileceğini ama oradan ölmeden “satın” alınamayacağını öğrendim. Bu bile o kadar çok şey anlatıyor ki... Madde, güç, çevre ne güzel de yetemeyebiliyor bazen hayatta istediklerimize.