AFRİKA! BEKLE BENİ

Hürriyet gazetesi yazarlarından Ayşe arman yazdı...

AFRİKA! BEKLE BENİ

İnsan, aklını kaybeder bu güzellik karşısında! Bu nasıl bir coğrafya? Nasıl hükmedici... Nasıl büyüleyici...

Burada gök başka, yer başka...

360 derecelik bir açıyla bakıyorum şu anda hayata.

Dünyanın yuvarlak olduğuna bir kere daha inanıyorum.

Gökyüzünün arkasında bir şeyler var sanki, uzansam tutuvereceğim.

Ufuk çizgisi yok, dönüşü kesen hiçbir şey yok. Balık gözü objektifler gibi.

Bu da müthiş bir sonsuzluk hissi veriyor. Boşluk, sonsuzluk ve hiçlik...

Dağ yok, tepe yok, çukur yok, göz alabildiğine binlerce, binlerce kilometre dümdüz sarı, büyülü bir toprak.

Rüzgár esiyor, sarı otlar bir o yana, bir bu yana boynunu büküyor.

Burada, doğanın gücünü hissediyorsun, ezici gücünü...

İki kolumu iki yana açıp, "Ben bir zavallıyım" diye haykırmak istiyorum, "Bu koskoca evrende bir zavallı!"

Varlığımın ne kadar küçük olduğunu bir kere daha kavrıyorum.

Bir toz tanesi kadar hükmüm yok bu evrende. Öyle hissediyorum. Ve benden çooook daha büyük bir güç var.

*

Ama o, Nihat Odabaşı değil!

Şu anda onu bir kaşık suda boğmak istiyorum!

Bak hálá, "Belini kııııııır" diye bağırıyor.

Allah’ın Afrikasındayız!

ELLE Dergisi’nin moda çekimi için geldik.

Maymun ettiler beni.

Bir ağacın altına diktiler. Altımda uzzzuun bir etek, üzerimde arkadan tutturulmuş bir gömlek, belimde manasız bir kemer, elimde dürbün, ayağımın dibinde şemsiye...

"Kadın gibi dur Ayşeeeeee" diye bağrıyor...

Ne yaparsın?!

Nasıl durulur ki kadın gibi?

"Bir ayağını kaldır, beline kavis ver, yüzündeki ifadeye dikkat, gülme dedim sana, Ayşeeeee, bu bir moda çekimi, cool durman gerekiyor, Ayşe Arman olma, sen bir modelsin, uzaklara baaaaaakkkkk..."

Nasıl okkalı bir küfür sallamak istiyorum.

Bütün ekip de bana bakıyor.

Arkadaşlar! Bir yanlış anlama var, tamam bir hıyarlık ettim geldim ama ben model filan değilim. Üstelik gerçekten elimden geleni yapıyorum. Benden yapabileceğimden fazlasını istemeyin...

Nihat hálá bağırıyor, "Bana konsantre ol, dik dur, kavis nerede kavis... Kütük gibi durmaaaa!"

AFRİKA! BEKLE BENİ

Burası Masai Mara...

Kenya’nın kuzeydoğusunda, binlerce kilometrelik bir savana.

Bir doğal koruma alanı..

Bir hayat reservi..

Bir bozkır... Harran Ovası gibi uçsuz bucaksık bir bozkır düşünün... İşte öyle... Tek farkla, dünyanın en güzel, en estetik, en yırtıcı hayvanları burada...

Bu geniş düzlüğün yalınlığına görür görmez aşık oluyorum.

Nedense fantastik de geliyor.

Hayatımda ilk defa bu kadar vahşi hayvanı National Geograpfic kanalı dışında görüyorum. Ve algılamakta önce zorluk çekiyorum.

Nereden geldi bunlar buraya? Nasıl olur da hepsi bir arada?

Hemen bir hayal kuruveriyorum: Nuh’un gemisi gibi bir gemi yanaşıyor benim hikayemde o, gelecekten gelmiş metalik bir uzay gemisi- "trank" diye kapısı açılıyor ve içinden bütün vahşi hayvanlardan birer çift dökülüyor, aslanlar, filler, zebralar, zürafalar, gergedanlar, bufalolar, geyikler, akbabalar, çitalar, panterler...

Ve yukarıdan ilahi bir ses, onlara şöyle diyor: "Artık burada yaşayacaksınız, burada çoğalacaksınız! Bundan böyle bu toprakların efendisi sizlersiniz. İnsanlar de sizin misafirleriniz olacak..."

Kenya Masai Mara’da benim hissettiğim tam da buydu.

Ben misafirim. Gerçekten de öyleyim, bu yaşamda da, burada da.

Uzun bir süre, şehirli bir aptal olarak kendime gelemiyorum...

Baktığım her yerde, saydığım bütün bu hayvanlar koşuyor, bense hayretler içinde onları izliyorum...



"Arkadaki gergedanları göreceğim... Karede onlar da var yani, hatta senden daha önemliler... Sen de iki cipin arasından bana yürüyeceksin... Elinde şu sopa olacak... Kameraya bakma...

Kesik kesik hareketler yap... Hayır, öyle değil... Geri git, bir daha yürü... Dik dursanaaaaa...

Belini kııııııır... Kalın görünüyorsun böyle... Hah tamam... Yan dön... Saçını şöyle bir geri versene... Olmuyoooor... Bön bön bakma kameraya..."

Artık daha neler! Çocuk gibi azarlıyor!

"Bana baksana Nihat" diyorum, "Ben sıkıldım..."

"Nasıl yani sıkıldım!" diyor. "Moda çekimi böyle olur. Ben Nihat Odabaşı’yım, sen de Ayşe Arman’sın. Seni iyi çekemezsem, hesabını bana sorarlar. Beceremedi olur. Yapana kadar eşek gibi uğraşacağız..."

"Uğraşalım da, bana hakaret ediyorsun! Ben senin itip kaktığın küçük kızlara benzemem! Devam etmek istiyorsan kendine gel..."

"Ne bu, star tribi mi? Asıl sen kendine gel! Hepimiz kendi alanlarımızda bir numarayız. Hepimiz elimizden gelenin en iyisini yapacağız. Gelmeseydin o zaman."

"Bana bak, gerçekten elimden geleni yapıyorum ama bu benim işim değil! Bunu bilerek beni çağırdılar. Ben model değilim. 34 beden değilim. Elbise askısı da değilim. Gülmeden kameraya bakmasını bilmem. Üzerimdekileri de sevmedim..."

"O benim sorunum değil, Yaprak’la hallet derdini..."

"Herkes delirdi galiba! İçinde kendimi rahat hissetmediğim giysiler var üzerimde, profesyonel poz vermemi istiyorsunuz, beni dibine kadar zorluyorsunuz. Manyak mısınız nesiniz! Dünyanın en güzel yerindeyiz, halimize bak, birbirimize girdik!"

Bir bu eksikti! Lafımı bitirdim ve ağlamak üzereyim. Kendi kendime, "Başka bir şey düşün! Sakın ağlama. Koca kadınsın. Saçma sapan bir moda çekimi için değmez..." diyorum ama bünye hassaslaştı, elimde değil, kendimi arabaya zor atıyorum ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlıyorum.

Haydaaaaaaaa....

Işın Görmüş’ün teklifini kabul edip, bu işe kalkıştığıma... Swiss’le, International Airlines’la Cenevre’ye, oradan da Nairobi’ye uçtuğuma... Her şeye ama her şeye pişman oluyorum...

"Ya işte, kapak olma manyağı olursan bu da sana kapak olur!" diyorum. İmkanım olsa, ilk uçakla döneceğim, ama işi bitirmeden dönmeyi de kendime yediremiyorum...

*

Masai Mara, Nairobi’den arabayla 5 saat. Pırpır uçakla 45 dakika...

Ekip halinde Nairobi’ye inmişiz...

Bana kıyak yapıyorlar "Sen Richard’la git" diyorlar.

Pilot, aynı zamanda kalacağımız kampın sahibi. 3. kuşak beyaz bir Kenyalı. Bir ona, bir de uçağa bakıyorum. 54 yapımı iki kişilik bir uçak. "Bu, benim bisikletim" diyor, "Gayet emniyetli, göz açıp kapayıncaya kadar kampa varırız, sen hiç merak etme..."

Gerçekten de öyle oluyor.

Hiç aklımdan gitmeyecek bir iniş gerçekleştiriyoruz, yüzlerce zebranın ve öküz başlı antilopun (wilderbee) arasına iniyoruz. Uçağımız yere iniyor ama Richard oralı değil, durmuyor, kolunu camdan çıkarıyor bir dolmuş şoförü edasıyla kampın içine kadar uçakla giriyor.

Güzel bir kadın, el sallayarak bize doğru geliyor.

Bu, Richard’ın sevgilisi Liz.

Kanadalı bir tasarımcı, önce Afrika’ya sonra Richard’a aşık oluyor, burada kalıyor.

Vay be, ben de sevgilimle Dubai’de kaldım diye hava atıyorum, el alem sevgilisi için neler yapıyor!

Ağaçların arasında yeşil çadırlar gözüme ilişiyor. Burası bir safari kampı. Richard’s Camp’a hoş geldik. Kırmızı elbiseli Afrikalılar görüyorum, onlar Masaili, 9 tanesi bu kampta görevli. Bavulum hemen çadırıma konuyor. Çadırlar, koloniyel tarzı döşenmiş. İki kişilik kocaman bir karyola, iki minik komodin, yazı masası ve gardırop var. Şapka şeklindeki aydınlatmalar, Afrika ile ilgili kitaplar. Her şey son derece zevkli. Banyo ve tuvalet de çadırın içinde. Ama istediğiniz zaman duş alamıyorsunuz, söylüyorsunuz, size sıcak su getiriyorlar, kovboy filmlerindeki gibi yıkanıyorsunuz.

Masai Mara’da bir sürü safari kampı var. Richard’s Camp, iyi olanlarından biri. Rahat edeceğiniz bir yer, sahipleri de inanılmaz şeker. Fakat sizi uyarmam gerekiyor. Bu kampın etrafında bir güvenlik yok. Bu da orayı, Disneyland gibi olan diğer kamplardan ayırıyor ve meraklıları için özel bir hale getiriyor.

Güvenliğin olmaması ne demek? Bölgenin gerçek sahipleri, yani hayvanlar, gece kampa gelip özgürce dolaşabiliyorlar. Çadırınıza sürtünüyorlar. "Sakın korkmayın!" diyorlar, "Size zarar vermezler! Yeter ki çadırın fermuarını açıp dışarı çıkmayın..."

Zıbar yat, ne yaparsan yap, ama ölümüne susamadıysan dışarı çıkma!

İçeri girmiyorlar deniyor ama başka kamplarda bir iki vukuat olmuş, misafirler gecenin bir yarısı karşılarında, fermuar açabilen goriller görmüşler! Çadırda buldukları çikolatayı yiyorlar, resepsiyonu arıyorsunuz, "Odamda bir goril var, acil yetişin" diyorsunuz, gelip hayvanı alıyorlar.

Ben ilk akşam, nefes sesiyle uyandım ve öldüm korkudan. Çadırın dışında bir şey var ama ne? Fışır fışır ediyor.

Ertesi gün öğrendim zürafaymış!

Çadırımın yanındaki ağacın yapraklarını yemiş, ağacın bir tepesi kalmış.

*

"Tamam küs kalmanın manası yok, barışalım. Ama kalbimi kırdın bilesin. Hadi bitirelim şu çekimi" diyorum Nihat’a...

Herkesle kötü oldu aram.

Yaprak Gerçek, bu ülkenin en iyi moda direktörlerinden biri, onu kalıplarının dışına çıkmamakla suçladım, daha da ileri gittim, seçtiği kıyafetleri beğenmedim, evet şahane modeller getirmiş de, görmüyor mu popomun büyüklüğünü?

Üstelik hani birlikte seçecektik kıyafetleri?

Özlem Süer ve Dilek Hanif’in kıyafetleri dışında şeyler giydirdiği her şeyde suratımı astım.

İtiraf ediyorum, ben de kök söktürdüm onlara! Kontrolü ele almaya çalıştım, vermediler!

Sonunda pes ettim.

Ama size bir şey söyleyeyim mi, çok iyi iş çıkardık. Hatta, harikalar yarattık.

Richard’ın uçağıyla Masai Mara’nın üzerinde bir oraya, bir buraya uçtuk.

Olmayan her şeyi oldurduk.

Fillerle de, çitalarla da, aslanlarla da çekim yaptık.

*

Bir daha yapar mıyım?

Hayır ben almayayım, alana da mani olmayayım! Moda çekimi benim için bitmiştir. Bu defter kapanmıştır.

Fakat unutamayacağım bir tecrübe oldu.

ELLE, büyük dergi!

Işın da, Nihat da şahane...

Ekibin geri kalanı da öyle...

Ben kendime çalışkanım derim, bunlar gibisini görmedim.

Kafayı yediler bu işle! Gerçekten büyük bir prodüksüyona imza attılar.

Işın, "Seni kapak yaptığım sayı satmazsa, adını anmayacağım!" diyor.

Valla ben dergi satsa da, satmasa da onu sevgiyle anacağım.

Ve Kenya gibi olağanüstü bir ülkeyi görme fırsatı verdiği için minnettar kalacağım.

Afrika! Bekle beni, ilk fırsatta yeniden kollarında olacağım...

AFRİKA’YA GİTMEZSENİZ NE OLUR?

Hiçbir şey. Ama ölmeden gidin. Çünkü daha önce gördüğünüz hiçbir yere benzemiyor. Tarifi yok. Evet, uçak parası çok tutuyor. Onu bir şeklide ayarladınız mı, gerisi kolay. Bizim gittiğimiz Richard’s Camp’e gidebilirsiniz. (Ama uyarıyorum, başınıza bir iş gelirse sorumluluk kabul etmem.) Sahipleri Richard ve Liz vahşi hayata aşık. "Hadi gece safarisi" diyorsun, alıyor götürüyorlar. Saatlerce size bilgi veriyorlar. Yıldızlar da bir başka Afrika’da. Sevgiliyle gitmek için ideal. Geceleri korkup daha çok sarılacaksınız!

Tehlike derken palavra mı sıkıyorum?

Hayır. "Ben sabahları koşmazsam rahat etmem, merak etmeyin bana bir şey olmaz!" diyen ve kamptan ayrılan bir İngiliz kadın, ne yazık ki vahşi arkadaşlar tarafından öldürülüyor. Çünkü kulağında iPod’la koşuyor ve hayvanların sesini duymuyor.

Bir başka çift de trekking yapmak istiyor, yanlarında da bir Masaili var, onlara rehberlik etsin diye, göz kulak olsun diye. Ama işte kahpe kader, kendilerini fillerin içinde buluyorlar. Filler göründükleri kadar şeker değiller, Afrika’da en tehlikeli hayvanların başında geliyorlar ve tahmin edemeyeceğiniz kadar hızlı koşuyorlar. Kadın, kendini bir çalılığın içine atıyor. Zavallı koca ise karısını kaybediyor, yola devam etmek yerine, geriye fillerin olduğu yere dönüyor, çünkü karısının orada olduğunu düşünüyor ve filler tarafından öldürülüyor.

CAN ACITAN SEFALET

Avustralya’da Aborjinler kadrolu gibiydi. Gündüz Aborjin dansı yapıyorlar, akşam da bizim pub’da bira içiyorlardı. Meğer gündüz giydikleri, iş üniformalarıymış! Masaililer öyle değil. Rol kesmiyorlar. Kerpiçten evlerde yaşıyorlar. Köyleri daire şeklinde. Evler, halkanın etrafında, ortada bir avlu, çocuklar ve hayvanlar orada. Hani o Afrikalı çocuk görüntüsü vardır ya, gözlerine, burunlarına, her yerlerine sinek konar, aynen öyle. İnsanın canını acıtan bir sefalet...

Erkekleri çokeşli

Masai erkekleri de çokeşli. Ama kadınlar bu durumdan şikayetçi değiller. Dünyanın pek çok kültüründe olduğu gibi, onların kültüründe de kadınlar daha fazla çalışıyor, o yüzden ne kadar çok kadın, o kadar iş bölümü! Hiçliğin ortasında bir kadın görüyorsunuz, omuzunda su taşıyor. İnce uzunlar, simsiyahlar ve kıpkırmızı elbiseler giyiyorlar.

Masaili olduğunu nasıl anlayacaksın?

Kulak memesine bak. Küçük yaşta kulak memeleri kesiliyor, içine tahta yerleştiriliyor. Neden yaptıklarına dair hiçbir fikrim yok. Estetik de değil. Hatta kötü görünüyor. Zaman içinde tahtanın kalınlığı artıyor ve kulak memelerinde kocaman bir delik oluşuyor, kafam kadar. Ben bakamadım, fena geldi...

KADINLAR SÜNNET EDİLİYOR

Kadınların da klitorisi sünnet ediliyor. İnanın bu konuya girmek ve nedenini öğrenmek isterdim. Ama ELLE dergisi ve daha çok Nihat, o kadar hayatımı kararttı ki, o kadar çok "Beline kavis ver! Objektife değil uzağa bak" dedi ki, bunalıma girdim ve yerlilerle, istediğim kadar yakınlık kuramadım...

HAZİRAN EKİM ARASI

Masai Mara, 15 bin kilometrekare büyüklüğünde bir savana. "Meşhur Göç"ün de bitiş noktası. Her yıl haziran ve ekim ayları arasında Tanzanya’daki Serengeti Ovası’ndan, aklınıza gelebilecek 1001 türlü havyan 2 bin km yol katedip buraya geliyor. İşte bu tarihler arasında pek çok hayvanı görebilmeniz mümkün...

Swahili dilinde

Masaililerin dili Swahili. Başlangıç için, şu kelimeleri bilmeniz yeterli, hani yolunuz Kenya’ya düşer belki.

Hatari... Tehlikeli!

Jambo... Hello

Habari... Nasılsın?

Hema... Çadır

Kahawa... Kahve

Mimi... Ben

Wewe... Sen

Tafadhali nataka bia pombe baridi... Bir soğuk bira versene...

Hakuna Matata... Takma kafana! Sadece bir deyim değil, aynı zamanda bir hayat felsefesini de anlatıyor. "Tanrılar Çıldırmış Olmalı" filminde ilk adını duyurdu, "Lion King"de tavan yaptı. Her yerde bu deyimle karşılaşıyorsunuz...

Kısa... kısa...

Richards Camp’in 32 yaşındaki sahibi Richard Roberts, 3 yaşından beri Kenya’da yaşıyor. Ailesi, 1940’lı yıllarda, bu topraklara geliyor. Gelme amaçları, doğayı ve vahşi hayatı korumak.

Kenya’da 42 adet kabile var. En önemli ve güçlü olanı Masai kabilesi.

Masai Mara toprakları da, Kenya’nın en verimli toprakları. Fakat şu aralar büyük bir kuraklık yaşanıyor, yağmur alamayan topraklar kurumuş, otlar sapsarı.

Yerliler hayvancılıkla geçiniyor. Ne kadar çok inekleri varsa, kendilerini o kadar iyi hissediyorlar, hep daha fazla ineğe sahip olmaya çalışıyorlar. Kuraklıktan inekler de nasibi alıyor.

Masaililer sabah içine hayvan kanı karıştırılmış süt, öğlen de et yiyorlar. Akşam yemeklerini pas geçiyorlar. Ful kas bir bedenleri var.

Masai Mara’ya gittiğinizde, her gün için adam başı 60 dolar ödemeniz gerekiyor. Bu para Masai kabilesine gidiyor. Oradan da Ol Choro Oirowa Vahşi Yaşamı Koruma Birliği’ne. Bu birlik, Richard’in annesi Sue ve babası Willy Roberts önderliğinde kurulmuş. Masaililer için Richard ve ailesinin önemi büyük.

Masaililer para kullanmıyorlar. Para, sadece hasta olduklarında gerekiyor. Alışveriş yaptıkları filan da yok, zaten alacak bir şey de yok, bir şey istiyorlarsa genellikle değiş tokuş yaparak işlerini görüyorlar.

Eskimiş araba lastiklerinden ayakkabı yapıyorlar. Crocs’lara taş çıkarır!