atv'de yayınlanan Beyaz Karanfil dizisinin başrol oyuncusu Kenan Çoban, oyuncu olmadan önce çaycılıktan futbolculuğa birçok iş yapmış. Tesadüfen oyuncu olan Çoban'la 10 yıl tek bir karakteri canlandırdıktan sonra gelen başrolün mutluluüunu yaşauan Kurtlar Vadisi'nin Abdülhey'i bilinmeyenlerini Sabah'tan Sonat Bahar'a anlattı.
Kurtlar Vadisi setine prodüksiyon elemanı olarak giren ve 10 yıl boyunca Polat Alemdar'ın en has adamlarından birini canlandıran Elazığlı Kenan Çoban, oyunculuk dünyasına tesadüfen adım atana kadar her işi yapmış, şansını her alanda denemiş.
Ama onun deyimiyle kader onu bu yola sürüklemiş ve oyuncu olmuş. Tüm bu yıllar boyunca okullu oyuncu abilerinden işitmediği laf da kalmamış...
Ama öyle biri ki, tüm bunlara sesini çıkaracak bir yapısı yok. Son derece kendi halinde ve sakin biri. Belki de bu yüzden en sevdiği şey fidanlığında çiçekleriyle uğraşmak. Böylesine aksiyonla anılan bir adamı bahçede hayal edemiyor insan!
atv'de yayınlanan Beyaz Karanfil dizisiyle yeni sezonda ekranlarda olan Kenan Çoban'la hiç bilmediğiniz, okuyunca sizi çok şaşırtacak hikayesini konuştuk.
- Kenan Çoban'ın hikayesi nerede ve nasıl başlıyor? - Elazığ'da, mütevazı bir Türk ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldim. Elazığ küçük, sıcacık bir Anadolu şehri... Sohbetle, muhabbetle, dostlukla, arkadaşlıkla büyüdüm.
Mahallede büyüyen her çocuk gibi; kavgayla, dövüşle, küsmeyle, barışmayla büyüdüm. Elazığ'ın iklimi serttir, yoğun kar yağışının altında oynadığımız futbolu hatırlıyorum, sürülerle birlikte dağlara çıkıp kendimize tahtalardan oklar, yaylar yaptığımızı hatırlıyorum, hayvanlarla, tabiatla, meyve ağaçlarıyla, doğayla iç içe büyüdüğümüzü hatırlıyorum...
- Elazığ'da nasıl bir aileden geliyorsunuz? Anne babanız ve kardeşleriniz ne iş yapıyor?
- Mütevazı bir aile, babam emekli, annem ev hanımı. Çok sıradan, çok normal, çok fazla ilginç şeylerin olmadığı bir ailede doğdum büyüdüm. Ailem vatanını milletini seven, memleketini çok seven, memleketi dışına çıkmamış bir aileydi. Çok genç yaştan itibaren çalışmaya başladım. Aşağı yukarı yapmadığım iş kalmadı.
Ticaret lisesi mezunuyum, muhasebecilik yaptım, çaycılık yaptım, boyacılık yaptım, ticaret yaptım... Ömrüm boyunca çalıştım. Aldığım her yevmiye ile kalabalık sofralara oturduk, ekmeğimizi muhabbetimizi bölüştük. Böyle bir ortamda büyüdüm. 10 yılı geçti İstanbul'da yaşıyorum. Ama Elazığ'dan çok daha önce ayrıldım.
Ankara'da yaşadım, Antalya'da yaşadım ama Elazığ'la bağım hiç kopmadı. Elazığlılara dair en belirgin özelliktir bu. Nereye gitseler, dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar birbirlerini bulurlar, yan yana, diz dize, kol kola otururlar. İstanbul'da da uzun zaman Elazığ'da gibi yaşadım. İlk geldiğim dönemde de Elazığlılılar kolonisi içindeydim.
- En büyük gençlik hayalinizin futbolcu olmak olduğunu duydum... Ama çevre baskısı nedeniyle vazgeçmişsiniz... - İyi oynardım. Hâlâ da iyi oynuyorum aslında. Futbolcu olmak müthiş bir rüyaydı benim için. Elazığ'dan da iyi bir ekol çıktı; zamanında Beşiktaş'ta oynayan Ulvi gibi, Mehmet Ekşi'nin dahil gibi bir ekol...
Biz onlardan sonraki kuşağız. Bence birinci sınıf bir futbolcu olabilirdim ama ama galiba ailem o riske girmemi istemedi. Şimdilerde çok futbolcu arkadaşım var, haftada iki-üç gün halı sahada oynuyoruz.
- Hiç aklınıza gelir miydi oyuncu olmak? - Hiiiiç gelmezdi. Çok içe dönük biriyim, utangacım... Ömrüm boyunca dikkat çekmeyi hiç istemedim. Bir gün oyuncu olmayı, kameraların önünde olmayı bırakın, bana kalsa göz önünde olmayı tercih etmezdim. Ama takdiri ilahi, kaderimiz böyle yazılmış.
Çok şükür bundan da şikayetçi değilim, çok da güzel bir kader. İnsanların sizi tanıması, sevmesi, sizinle iletişim kurması, size dertlerini, sevgilerini anlatması çok güzel.
- Sizin hakkınızda çaycılıktan oyunculuğa geçiş yaptığınıza dair rivayetler var... - Kurtlar Vadisi dizisinin setine prodüksiyon elemanı olarak girdim, çaycı olarak işe başlamadım. Bana güvendiği, inandığı için sete beni Raci Şaşmaz soktu. Orada insanlarla kısa sürede çok yakın ilişkiler kurdum.
Benim aldığım terbiye gereği de birilerinin ille de bir şeye hizmet etmesini beklemeden kim ne isterse yapmaya çalıştım. Bu sırada çay da götürüp getirdim. Çaycı da olsam bundan asla gocunmaz gururla söylerdim. Ama 'çaycılıktan oyunculuğa' efsanesinin kökeni budur.
Bir gün Raci Şaşmaz'ın beni oyuncu olarak değerlendireceğini bilmiyordum. Raci Şaşmaz bende farklı bir şeyler gördüğünü söylediğinde heyecanlandım, çok da utandım, yapıp yapamayacağımı düşündüm. Bir parça onu utandırmamak, onu mahcup etmemek adına Gece gündüz oyunculuk için mücadele ettim.
- Tepki çekti mi bu durum? - Hepiniz hatırlarsınız Kurtlar Vadisi'nin ilk döneminde çok sayıda büyük abilerimiz, Devlet Tiyatrosu'nun çok önemli oyuncuları yer alıyordu dizide. Hem yaş, hem kıdemce büyük insanlar vardı. Bırakın çay götürmeyi, onları sırtımda da taşırdım ki taşıdım da.
Dizide yaralanan kim varsa sırtımda taşıdım, Dizide 10 yıl oyunculukla birlikte hamallık da yaptım. Çakır'ı da taşıdım, Memati'yi de taşıdım, Polat'ı da taşıdım. Sanırım güçlü olduğum için senaristlerimiz sürekli Abdülhey'e taşıttı, yani sadece çay taşımadım, oyuncu da taşıdım.
Tabii ki çok zor oldu. Kurtlar Vadisi'ne başladığım zaman çok hürmet ettiğim, çok sevdiğim, saydığım, beni de çok seven sayan insanların bazıları tavır almaya başladı. Zannettiler ki ben onların yerini alacağım ya da onlardan bir şey alınıp bana verilecek.
Açıkçası ilk başta çok insan desteklemedi oyuncu olmamı, özellikle de oyuncular. "Çaycıdan oyuncu mu çıkarmış?" söylemi de onlardan çıkan laftır. Onları da anlıyorum, yadırgamıyorum. Ben de belki onların yerinde olsaydım böyle düşünürdüm fakat bu tepki sadece bana değil, tüm alaylılara yönelikte; Kenan, Kıvanç gibi farklı bir alandan, meslekten oyunculuğa geçenlere de tepki gösteriyorlardı. Ama uzun yıllar içinde bu ön yargılar yerini tekrar muhabbete bıraktı.
Ama çok zorlandım, böyle bir deneyimim, hazırlığım yoktu. Hiç bilmediğiniz bir denizin ortasına yüzmek için atılmak gibiydi ki daha önce nehirde bile yüzmemiş birisi için... Hele ben okyanusun ortasına atılmış gibiydim. Ama bünyem, kişiliğim sağlam galiba ki 10 yıl Kurtlar Vadisi'nde, şimdi de Beyaz Karanfil gibi güçlü bir işte olabildim.
- Farklı bir fiziğiniz var aslında farklı değil de tam anlamıyla sokaktan... Bu bir avantaj sağladı mı size? - Sokaktan geldim yine sokağın içinde yaşıyorum. Sırça saraylara girmedim hiçbir zaman.... İnsanlar da galiba beni bu yüzden sevip beğeniyor. Farklı bir rengim, vücudum var; sürekli spor yaptığım için kuvvetliyim.
Saçım, gözüm farklı olursa nasıl olurdu bilemiyorum ama 10 yıl sonra Beyaz Karanfil için saçlarımı kısalttık, fena da durmadı galiba. Aynada bakınca ilk başlarda yadırgadım ama... dile kolay 10 yıldır aynı adamdım.
- Diyelim ki, hayatınızdaki o dönüm noktası gerçekleşmedi ve oyuncu olmadınız, şimdi ne yapıyor olurdunuz? - Çok memnuniyetle, ağaçlarla, bitkilerle, hayvanlarla, çiçekle böcekle uğraşırım. Benim böyle hırslarım yok.
Diyelim ki bu hayat bana dedi ki; "Kenan Çoban senin artık ekranlarda yerin yok" koşarak kurduğum fidanlığın başına geçer, çok sevdiğim ağaçlarla, bitkilerle, böceklerle tavuklarım, köpeklerim ve çok sevdiğim atımla vakit geçiririm. Diyelim ki o imkanım da yok, çok sevdiğim insanların arasında yaşamaya devam ederim.
- Fanatik bir Trabzanspor taraftarıymışsınız... Ne derece bir fanatiklik bu? - Dünyaya geldiğim zaman Trabzonsporun en fırtınalı dönemleriymiş Trabzonspor'un bir Anadolu kulübü olarak üç büyüklere baş kaldırması çok takdir edilen bir davranıştı. Trabzonspor'u tutanlar bilir; Trabzonsporlu taraftarın yüzü gülmez ama başı dik gezer. Meydan okumak gibidir Trabzonsporlu olmak, ben de bundan gurur duyuyorum.
- Bitkilerle aranız iyiymiş... Bu ilgi nereden geliyor? - Biz tozla, toprakla, dağda bayırda, bağların bahçelerin içinde, ağaçların tepesinde büyüdük. İster istemez de içimde böyle bir merak vardı. Basit bir fidanlığım var.
İki yıl önce Raci Şaşmaz'la stres atmak için bir bahçede uğraşırken, bu işi çok sevdiğimi, bir fidan ekerken, bir ağacı budarken dünyayı unuttuğumu fark ettim. Kabiliyetim de vardı, ortağım zaten bu işi yapıyordu... Saatlerim, günlerim geçiyordu fidanlıkta, Beykoz'da İshaklı Köyü'nde Garden Concept adında, doğanın tam içinde bir fidanlık kurduk. İçinde sebze, meyve yetiştiriyoruz. Güzel hizmetler de veriyoruz. Buyrun beklerim.
- Beyaz Karanfil ne anlatıyor? - Beyaz Karanfil benim oynadığım bahçıvan Zülfü karakterinin etrafında gelişiyor. Günümüzde modern zamana ne kadar yenik düştüğümüzü parayı, gücü elde etmek için insanların nelerden ödün verdiğini anlatıyor. Basit bir uyuşturucu hikayesinden çok, derin bir hikaye.
Diyelim ki çocuğunuz hasta ve paraya ihtiyacınız var; birisi size "Sana bir çanta vereceğim, şu köşeden şu köşeye kadar götüreceksin ve sana 50 bin dolar vereceğim" derse, kaçımız bunu reddedebiliriz! Bu soruyu 20 yıl önce sorsaydınız 10 kişiden altısı bu çantayı götürmez hatta dünyayı verseniz buna yanaşmazdı.
Ama bugünün şartları bizi bu çantayı taşımaya itiyor. İşte bu dizide beni heyecanlandıran, insanlar ne oluyor da kendi özlerinden, ilkelerinden, kimliklerinden ödün veriyor? Bunun anlatılması beni çok motive ediyor. Basit bir bahçıvanım ama mafyanın en tepesine kadar geleceğim.
- Dizideki karakteriniz nasıl biri? Nasıl bir mücadelenin içinde? - Sakin, sessiz biri Zülfü, eşi ve engeli oğlu ile basit bir hayat sürüyor. Bahçıvanlık yaparak kazandığı para ile kıt kanaat geçiniyor.
Eşini çok seviyor. Hayatın ona sundukları ile mutlu bir şekilde yaşarken suçsuz yere girdiği cezaevi, onu geri dönülmez bir yola sokuyor. Ailesi için, kaybettiklerini geri almak için çıktığı yolda ise yükseleceği nokta, dediğim gibi zorlu bir nokta.