İzzet Çapa, Prof. Dr. Adem Sözüer'le röportaj yaptı..; İşte o röportaj...
Memleket nasıl kurtulur?
Aslına bakarsanız bu "global" bir soru...
İnsanoğlu yerleşik düzene geçtiğinden beri dünyanın her yerinde sorulduğu şüphesiz aynı sorunun...
Cevabı mı?
Ama maalesef o hep "şüpheli"!
Peki "Nerede kurtarılır?" diye sorarsanız hiç düşünmeden "sohbet masalarında" diyebilirim.
Memleket kafe, restoran, kıraathane ve ev masalarında kurtarılır. Sosyalleşilen her ortamda konu mutlaka spora, siyasete, adalete, iktidara ve muhalefete kayar.
Kimi zaman karşınızda sadece "kendi sesini duymak için" konuşan gevezeler oturur, kimi zaman da hem fikri hem de zikriyle "kurtarma operasyonuna" katkısı olabilecek karakterlere rastlarsınız.
Geçenlerde bendeniz bu ikinci kategoriye dahil biriyle yemek yeme fırsatına nail oldum... İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Adem Sözüer... Aslında Adem Hoca'yla fikir babası olduğu Uluslarası Suç ve Ceza Film Festivali'ni konuşmak için buluşmuştuk. Laf lafı açtı, konumuz bir araya gelme sebebimizi aştı. Önce filmleri, sonra "insanlığı" ve en son memleketimizi masaya yatırdık. Elbette biz de bu ülkenin, bu toprakların insanıydık. Buyrun siz de eşlik edin muhabbetimize...
* Hocam nedir Suç ve Ceza Film Festivali'ni diğerlerinden ayıran?
- Türkiye'de günün konusu olan ve herkesin ihtiyaç duyduğu bir şey var burada.
* Akıl fikir mi?
- (Gülüyor) Adalet, İzzetçiğim adalet. Bu yüzden Suç ve Ceza Film Festivali'nde "herkes için adalet" fikriyle yola çıktık. Genel temamız bu olmakla birlikte her yıl başka bir konuyu seçiyoruz. İlk sene "darbelerle yüzleşme", sonra "kadına şiddet ve ayrımcılık", üçüncü yıl "suça sürüklenen çocuklar", şimdi de "göçmenler" dedik.
* Malum göçmenler konusu her anlamda "trending topic"...
- Biz bu kararı verdiğimiz zaman göçmenlik ve mültecilik Türkiye'de bu kadar gündemde değildi. Ancak geçen yıl özellikle Suriye'deki olaylardan dolayı bunun ciddi bir sorun haline gelebileceğini öngörmüştük. Ama şimdi olaylar çok büyüdü. Resmi rakamlar 1,5-2 milyon dese de, Türkiye'ye çoğunluğu çoluk çocuk olan 3 milyon mülteci geldi.
* Bu trajedi beraberinde neler getirdi peki?
- Şimdi önümüzde iki önemli sorun var. İlki bu çocukların okula gitmesi, diğeriyse tüm bu insanlara barınabilecekleri yer tahsis edip iş imkanı sağlamak. Biz mültecilerin kısa bir zaman sonra geri döneceğini sanıyorduk. Belki bir gün gidecekler fakat anladık ki bu zaman alacak. Bir kısmı da belli ki artık burada kalacak. O halde bu sorunu her yönüyle masaya yatırmamız gerektiğini anladık. İşte önümüzde duran sorular; göçmenlere karşı neden ayrımcılık yapılıyor? Bu ayrımcılıkları nasıl engelleyebiliriz? Göçmenler üzerinden oluşan organize suçlar konusunda ne tip adımlar atabiliriz? Kısaca konu birçok yönüyle hepimizi ve adaleti ilgilendiriyor.
* Bazıları "Göçmenler gitmezse ülke elden gidecek" gibi düşünüyor...
- Zamanında bunu Avrupa'daki Türkler için de çok söylediler. Nihayet araştırdılar ve gördüler ki, Türkler oradaki suç oranını zannedildiği gibi etkilemedi. Ancak ne olursa olsun göçmenler Avrupa'da hep siyasi bir konu oldu. Göçmen düşmanı oldukları için birçok parti oy alıyor. Türkiye'de ise çok gurur duyacağımız bir durum var. 3 milyon insan geldi buraya ama bazı sorunlar dışında kimsenin gıkı çıkmadı. Avrupa ile karşılaştırdığımızda Türkiye göçmenler için şu anda adeta bir cennet
BÜTÜN DÜNYAYA DURUŞUMUZLA İNSANLIK DERSİ VERİYORUZ
* Bunun bizim için gerçekten iyi bir şey olduğuna emin misiniz?
- Bu insanlık için iyi bir şey. O halde bizim için de iyi olmalı. Sence de öyle değil mi?
* Şeytanın avukatlığını yapmam gerekirse, yurdum insanının bu kadar eksiği varken, göçmenlere "Hoş geldin. Gel sen bu haklara sahip ol" demek bir tepki oluşturmaz mı sizce?
- Oluşturmamalı... Eğer biz adalet, eşitlik ve özgürlük istiyorsak, bunu bütün insanlık için istemeliyiz. Buraya gelen insanlara kapıyı kapatıp "Sen orada öl" dersek, kendimiz için isteklerde bulunurken, samimiyetimizi kaybederiz. Bir örnek vereyim; geçen yıl 4 binin üzerinde mülteci başka bir ülkeye sığınmak isterken öldü. 3 binden fazlası Akdeniz sularında boğuldu, niye boğuldu?
Çünkü herkes kapılarını kapattı. Türkiye de Kobani'den gelen Kürtlere veya Suriyelilere arkasını dönseydi, o insanlar ölseydi iyi mi olurdu? Avrupa'ya ve bütün dünyaya duruşumuzla insanlık dersi veriyoruz.
* Sizce festivalin bu kaotik sorunun çözümüne katkısı ne olabilir?
- Festivalde bu konuya akademik ve sanatsal açıdan bakıyor olacağız. Sorunları ve çözüm önerilerini hem film hem de bilimsel platformlarda tartışacağız. 13 Kasım'a kadar beş ülkeden aşağı yukarı 80 konuşmacı ve 30 ülkeden filmler gelecek. Filmlerle ilgili tartışmalar ve temamız üzerine konferanslar yapılacak. Anlayacağın bizimki düşünme, tartışma ve sanatın beraber yürütüldüğü bir olay.
* Suç ve Ceza azıcık "ürkütücü" bir isim değil mi?
- (Gülüyor) Aslına bakarsan bu isim insanları korkutabiliyor. Bu yüzden adalet temasını vurguluyoruz. Adalet sadece "suç ve ceza"dan oluşmaz ama yine de suç da, ceza da adil olmalı.
* Yeni çıkan yasalara verilen tepkiler için ne düşünüyorsunuz? Vatandaş "Sıkıyönetim11.11.2014 İzzet çapa | 3 milyon göçmen geldi ama kimsenin gıkı çıkmadı yasaları mı geldi?", "Faşizmin ayak sesleri mi bunlar?", "Polise bu kadar çok yetki verilmesi doğru mu?" diye soruyor.
- Hukukta yapılması gereken en son şey paniğe kapılmaktır. Ne yazık ki, şu anda Türkiye 7-8 Ekim olaylarıyla ilgili büyük bir panik içinde. Burada büyük yanlışlar yapılma ihtimaliyle karşı karşıyayız. 7-8 Ekim olayları etkin bir şekilde önlenmeliydi. Niye önleyemediğimiz ayrı bir mesele ama yaşananları gerekçe göstererek bu iktidarın kendi döneminde yaptığı reformları başa sarması çok büyük yanlış olur.
TÜRKİYE 24 SAAT GÖZALTI YETKİSİNDEN ÇOK ÇEKTİ
* Peki bu durumda ne yapmalı, ne etmeli hocam?
- Kolluğa yeni yetki değil, yeni yapılandırma gerekir. Ayrı polis ve ayrı jandarma yerine, ikisini bir araya getirmeliyiz. Suçları engellemek ve adli olmak üzere iki tür kolluk kurmalıyız. Savcıya sormadan polise verilen 24 saat gözaltı yetkisini yeniden sorgulamamız gerekir. Çünkü Türkiye bundan zamanında çok çekti.
* İki adam ileri bir adım geri durumunda mıyız?
- Hem de nasıl! Suç işlenen bir yerde savcıyı devre dışı bırakıp, kolluğa tek başına gözaltı yetkisi vermek çok büyük bir geri adımdır. Polisin de buna ihtiyacı yok. Bu yetki, en kritik yetkidir. Şu anda güvenlik paketinde tam anlamıyla nelerin olacağını bilmiyoruz.
Önleyici suç kolluğu gibi yapılması gereken şeylerin yanında, 24 saat gözaltı gibi yapılmaması gereken noktalar da var. Türkiye'de 7-8 Ekim olayları dahil yapılan her şey suçtur. Zaten şimdiki kanuna göre yüzünüzü kapatamazsınız, yüzün kapatıldığı bir yürüyüş kanunsuz gösteridir, üç yıla kadar hapis cezası vardır. Ha belki bu cezalar artırılacak o başka, ama yüz kapatmak zaten yasak, kanunsuz gösteri de suç. O yüzden nelerin suç olduğunu, nelerin olmadığını iyi bilmeliyiz. İktidarın hatırlaması gereken şu; bir ülke güvenlik için özgürlüklerinden vazgeçmeye başlarsa, ortada hiçbirimiz için güvenlik de kalmaz.
* Bunlar gerçekten "sıkıyönetim" yasaları mıdır?
- Şu an bu yasaların içeriğini bilmiyoruz, bir şey söylemek mümkün değil. Türkiye'de bu hükümet kuruldu kurulalı "güvenlik bürokrasisi", "Bizim yetkilerimizi elimizden aldınız, mücadele edemiyoruz" dedi. Ancak AK Parti, "Bunlar asker ya da güvenlikle çözülemez, bunlar siyasi sorunlar, çözüm süreci var" diye karşılık verdi. Türkiye'de sırf siyaseti sıkıştırmak için bazı olaylarda kasıtlı olarak müdahale edilemiyor. Hükümet bu oyuna gelmemeli. "Bizim yetkimiz yok, önleyemedik" demek son derece yanlış. Her türlü yetki var. Türkiye'de 10 yıldır bu hükümet güvenlik bürokrasisinin şantajına direndi, direnmeye de devam etmeli. Kesinlikle reform kanunlarından geri adım atılmaması gerekiyor.